The Others Paris’te hüsran

Paris’te hüsran

13.09.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Paris’te hüsran

Paris’te hüsran


12 Mart sonrasının kaos ortamında; devrimciliğe soyunan Partizan Yolu örgütünden Faruk Kızılarslan; “Hem yaşadık, hem bilinçlendik" diyor. Değişik gruplardan 29 arkadaşıyla 1998’de Metris Cezaevi’nden tünel kazarak kaçan Kızılarslan’ı Paris’teki ortam hayal kırıklığına sürükler


       Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez
       B. Brecht

       Geçen yüzyılın ihtilaller şehri Paris'e bir sabah vakti trenle girdim. Kuzey Garı'nda, kendisi de yıllardır mülteci olan, şimdi kırk yaşlarındaki Mahmut karşıladı beni. Programımıza göre; yıllardır burada yaşayan "Metris Firarileri"nden birisine ulaştıracak beni. Haberleşmişler, Güney Fransa sahillerindeki tatilinden o gece dönecekmiş... Türk siyasilerin yoğun olduğu bir mahalleye gidiyoruz. Kendisiyle röportaj yapacağımız "Metris Firarisi"nin evine varıyoruz. O gece onda konuğuz ve ertesi gün konuşacağız.
       "Mami" adındaki, cinsini bilemediğim azman, ama akıllı ve sadık olduğu her halinden belli köpeğiyle karşılıyor bizi Faruk Kızılarslan. O kadar yorgun ve bitkinim ki; bu uyumak değil uzandığım koltukta sızmak oluyor. Sabahleyin gözümü açtığımda, yerde yanımda boylu boyunca bana paralel uzanmış "Mami"yi görüyorum. Ardından, Arap aksanlı Türkçesiyle genç bir kadın "Günaydın"la selamlıyor. Geceleyin uyuduğu için karşılaşamadığımız, Faruk Kızılarslan'ın Suriyeli eşi tanıştığım bayan.

       Kocamustafapaşalı bir çocuk...
       Bir uygun zamanda evin mutfağındaki yemek masasına yerleşip konuşmaya başlıyoruz.
       Bilerek, bilinçli girmemiş işin içine. 12 Mart sonrası ortaya çıkan kaotik ortamda, 1978'de Paşa'da, çevresindeki Devrimci Gençlik hareketine katılıvermiş. Şöyle özetliyor bu dönemi: "Sonuç olarak hem olayın içinde yaşadık, hem bilinçlendik." Aranırken, bunlar Sarp Kuray'a Sarap Kuray da bunlara ulaşıvermiş. Bu ad altındaki eylemlilik sırasında, 1980 Nisanı'nda Zeytinburnu'nda bir fabrikanın grev yerinde yakalanmış Faruk Kızılarslan. Tutuklandıktan sonra, Davutpaşa Kışlası'ndaki askeri hapishaneye konulmuş. Hapishanede koşullar oldukça ağırmış.
       12 Eylül, Faruk Kızılarslan'ı Davutpaşa Kışlası'nın askeri hapishanesinin bir koğuşunda bulmuş.
       Bu konuda anlattıkları şöyle:
       - Sabaha karşı arkadaşlar beni uyandırdılar. Kalk kalk... Ne var dedim. Darbe oldu dediler. Önce kafa buluyorlar zannettim. Başlarım sizin darbenize deyip, dönüp yattım. Ama hoparlörden marşlar geliyor: Neslin deden, ceddin baban... Peşinden Hasan Mutlucan'ın kahramanlık türküleri. Kalktım. Emin Yüzbaşı vardı, koğuşun kapısına gelmiş bağırıyor: O..... çocukları, Allahsız komünistler, hepinizi duvara dizeceğiz, kalkın lan uyuyor musunuz hala!..
       Hapishanenin şartları giderek daha da ağırlaşmıştır.
       Bu yakalanmasından, Faruk Kızılarslan, Nisan 1980'den 1981 Martı'na kadar yatmış. Örgüt lideri Sarp Kuray'dan aldıkları talimatla 4 - 5 ay sonra da Suriye'ye gitmişler. Onlara söylenen; kısa bir eğitimden sonra mücadele için tekrar Türkiye'ye geri dönecekleri.
       Filistinli örgütlerin kamplarında konuk olmuşlar ilkin. El Saika, yani Türkiye'de Mısır Konsolosluğu'na saldırı yapan gerillaların bağlı olduğu grupla işbirliğine girmişler. 8 - 10 ay sonra El Saika bunlara ayrı bir kamp yeri vermiş.

       Liderin zoru ve ısrarı
       Bir süre eğitimin sonunda yanında bir kişiyle birlikte Faruk Kızılarslan da ülkeye döner. Önce Ankara'ya gelir tebdil-i kıyafet. Kimseyle bağlantı kuramaz. Kendi ana evine gitmek zorunda kalır. İki ay sonra Türkiye sorumlusunu bulur. Sorumlu ise bu işte gönülsüzdür, iki kez görevini bırakmış ama Avrupa'daki liderin zoru ve ısrarıyla yerinde bırakılmıştır. Yeni örgütlenmenin adı Türkiye Silahlı Devrim Fedaileri'dir. Kızılarslan da bu örgütün üyesidir. Örgüte maddi kaynak için soygun eylemlerine girişir. Bir arkadaşıyla, tanımadığı bir şehre kroki üzerinden soyguna giderler.

       "Tam gidiyorduk ki..."
       İstanbul'a dönerler. O sıralarda örgütte bir yakalanma olur. Türkiye sorumlusu; önce İzmir'e oradan Nazilli'ye gitmesini istemektedir. Bir akşam 20.30 otobüsüne bilet alır. Sonra 22.30'la değiştirir. Ama içinde yakalanacağına dair bir his vardır. Bagaja verdiği çantaya bütün silahlarını koymuştur. Susurluk'ta kimlik kontrolüne yakalanır. Kurtulur. Bu kez İzmir'e girişte Bornova'da yollar tutulmuştur. İzmir Siyasi Şube elemanları da oradadır. Otobüsten indirip Bornova Karakolu'na götürürler. Şube müdürü de gelir oraya. Polisin biri "Tam gidiyorduk ki, artık sen geldin" der. Böylece Faruk Kızılarslan kendisini örgütün Türkiye sorumlusunun yakalattığını anlamış olur. Çünkü polis otobüsün saatinin değiştirildiğini bilmeden 20.30'dakini beklemektedir...
       Beş - altı ay İzmir'de kaldıktan sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı emrine Metris Cezaevi'ne gönderilirler. Yıl 1986'dır.
       Artık Metris Cezaevi'nden kaçma sırası gelmiştir.

       Suriye yolculuğu
       Metris'ten kaçtıktan sonra Kızılarslan, ülkede kalmak istediği halde örgüt merkezi, geçici bir süre için yurtdışına çıkmaya zorlamaktadır. Saklandığı yerden yedinci haftanın sonunda çıkıp, Suriye'ye gider. Orada örgütün birinci sorumluluğuna getirilir. Kısa sürede örgüt içi bazı katakullilerden sonra Kızılarslan yalnızlığa ve kenara itilir. Bir yıl sonra Suriye'ye Avrupa'dan gelen şefe tekrar inanmak zorunda kalır devam eder... Uzun tartışmalar yaşanır. 1991'de Yunanistan'da örgüt bir konferans yapar. Yeni kararlar alınır ama, işin iyice tadı kaçmıştır. Yine de bir şeyler yapıp örgüte para bulmak için bir başka ülkede soyguna kalkışırlar. Bir arkadaşıyla birlikte Atina Havaalanı'nda yakalanırlar, pasaportları sahtedir, üstelik Kızılarslan'ı Interpol kırmızı bültenle aramaktadır. 29 Aralık 1991'den itibaren 7'şer ay hapis cezasına çarptırılırlar Yunanistan'da. Temmuz 1992'de hapisten çıkarlar. Bu dönem gözünü açar Faruk Kızılarslan'ın: Avrupa'daki örgüt şefinin Türkiye Cumhuriyeti devletiyle uzlaşmaya girdiğini ve kendilerini harcamakta olduğunu fark etmiştir.
       İçeriden çıkınca, 1992 Ekim'inde Fransa'ya iltica eder.
       En yakınındakilerle de; "herkes bundan sonra kendi sürecini yaşasın" anlaşmasıyla kendi yolunda çeker gider...

       Kavgacı ve hoyrat bir çocukluk
       Sonunda Kızılarslan'ın çocukluk ve yetişme yıllarına dönüyoruz. 1960'ta İstanbul'da Fındıkzade'de doğmuş. Annesi İstanbullu, babası Antepli bir dokumacı imiş. Kavgacı ve hoyrat bir çocuk olarak büyümüş. Dayısının lunapark ve gazinolarında kavgayla, dövüşle geçen günleri olmuş. Babası da silahlı, külahlı birisiymiş. Savaş aletlerine tutkuluymuş... Fındıkzade çevresine yayılmış öğrenci yurtları arasında geçen devrimci - faşit kavgasını buluğ çağındayken seyredermiş. Bir yandan karateye gidermiş... Okulunu bırakmış. 1978'de kendisine artık devrimci, hem de "Dev - Gençliyim" demeye başlamış...
       - Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musun, diyorum.
       Faruk Kızılarslan şunları söylüyor:
       - Hukuki problemlerim çözülürse ben Türkiye'ye kalkar giderim. Benim hukuki problemlerimi de, şu çıkarılması düşünülen af kanunu çözer. Ben o zaman buradaki her şeyimi anında bırakır giderim, Türkiye'de yaşarım. Ama mücadele ederek... Şu anda kafama yatan, içinde yer alabilirim dediğim dört dörtlük bir hareket yok...
       - Kenan Evren ve 12 Eylül... diyorum.
       - 12 Eylül öyle bir süreç ki, belki bir süre sonra Kenan Evren'i de unutturabilir. Bugün için Kenan Evren hukuken zaman aşımından yararlanabilir, ama kitlelerin ve bizim hafızamızdan silinip gidemez. O benim için Türkiye halklarına karşı suç işlemiş, yargılanması gereken bir halk düşmanıdır. Ona bunun dışında biçilebilecek bir kefen yoktur.

       Tam üç ay tünel kazdık
       Faruk Kızılarslan, Metris firarını şöyle anlatıyor:
       - Ta İzmir Şirinyer'de yatarken, içeriden nasıl firar edeceğimi kafama yerleştirmiştim. Arkadaşım Cenap Özek vardı, bu kez onunla Metris'ten nasıl firar ediliri konuşuyorduk. Eski yatanlara soruyorduk. Onlar buranın altı çelik örgü ve kayalıkmış buradan kaçılmaz diyorlardı. Cezaevi şartları da çok iyi noktalara geliyordu bir yandan. Koğuş kapıları sabah 9'da açılıyordu, akşama kadar her yere gidilip gelinebiliyordu. Bu şartlarda firar isteği bende daha çok depreşmeye başladı. Öteki siyasetlerden arkadaşlarla da konuşarak tünel kazıp çıkmaya karar verdik. Bir havalandırmada kanalizasyona açılan ızgarayı kaldırıp baktık. Uygundu, buradan başlayalım dedik. 20 Ocak 1988'de tüneli kazmaya başladık, 25 Mart akşamı da tünelden çıkıp kaçtık. Son 15 günde dışarıya haber verildi. 25 Mart akşamı 30 kişiydik aslında, ama 29'a düştük, çünkü bir kişi kapalı koğuşta kalınca bize katılamadı.

       Kışlayı çıkınca...
       Kaçakların kontenjanını siyasetler kendileri belirlemişti. Tünelden çıktık, ama 200 metre kadar ilerisi caddeydi. Hemen oraya çıksaydık tanınırdık. Kışlanın içinde 2.5 - 3 kilometre kadar yürüyüp çıkmamız gerekiyordu. Demirlerden iki bıçak yapmıştık. Ben ve Partizan'dan Hüseyin Karakuş grubun mihmandarıydık. Kışlayı çıkınca yanımıza aldığımız elbiseleri giydik. Kalabalık halinde yürümeye başladık. Önce bizim örgütten arkadaşlar karşıladı bizi. Uzun namlulu bir tüfek, bir el bombası ve 14'lü getirmişlerdi. Bekleyen arabaya doğru yürüdük...
       Oradan ilk kalacağı noktaya götürülen Faruk Kızılarslan, ertesi gün, tam yedi hafta hiç yerinden kımıldamayacağı bir barınağa aktarılır.

       Yarın: Dev Yol liderlerinden Adnan Keskin: Silaha ilkesel olarak karşıyım