The Others SİNEMA

SİNEMA

19.03.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Adalet her zaman yerini bulacak diye bir kaide yok!

SİNEMA
Adalet her zaman yerini bulacak diye bir kaide yok!
Derleyen: Deniz Kutlukan Şeytana pabucunu ters giydirme konusunda parlak başarılara imza atan bir kahramanın akıl almaz maceraları anlatılıyor filmde. Bay Ripley'in yaptığı kötülükler her seferinde yanına kalıyor, adalet hiçbir zaman yerini bulmuyor ve patlamış mısırlar seyircinin kursağında kalıyor!

Filmimiz "Yetenekli Bay Ripley"in birden fazla mühim özelliği var. Öncelikle, hikaye esrarengiz kitapların tartışmasız bir numaralı yazarı Patricia Highsmith'e ait. Kendisinden daha sonra bahsedeceğiz. Sonra, film geçtiğimiz yıllarda oldukça patırtı koparan "İngiliz Hasta"nın yönetmeni Anthony Minghella'nın filmi. Bir de, filmde, son zamanlarda Hollywood sinemasında yükselen genç oyuncuların en göze batanları arz-ı endam ediyor. Matt Damon çok zor bir rolün altından başarıyla kalkıyor. "Er Ryan'ı Kurtarmak"taki küçük rolünden beri kendini epey geliştirmişe benziyor. Yardımcı kadın oyuncuların en unutulmazı Kate Blanchett ve parlak kariyeriyle göz kamaştıran Gwyneth Paltrow da mevcut filmde.
Yetenekli Bay Ripley, adından da tahmin edebileceğiniz gibi yetenekli bir genç adam. Fakat yeteneklerini şeytani bir şekilde değerlendirerek ışıltılı bir hayata sahip oluyor. Film boyunca kahramanımız kılık değiştiriyor, cinayet işliyor ve bolca yalan söylüyor. Aslında her şeyi en başından beri planlamış değil. Yani kendisi mutlak kötü değil. Fakat zaafları sebebiyle birtakım hatalar işliyor ve yeteneklerini kullanarak her seferinde bu hataları ustalıkla kendi lehine çevirmeyi başarabiliyor.
Önce zengin bir armatör baba hayatının en büyük hatasını yaparak bizim Ripley'e güveniyor ve onu, İtalya'da haylazlık yapan oğlu Dickie Greenleaf'i ikna edip Amerika'ya getirmesi için görevlendiriyor. Her şey masum bir gençlik filmi atmosferinde başlıyor. Ripley, İtalya'ya gidip Dickie ve arkadaşlarıyla tanışıyor. Akabinde, onların sahip olduğu yaşamın ışıltısı tarafından ele geçiriliyor. Tekne gezileri, iyi kıyafetler ve bolca caz Ripley'in başını döndürüyor. Fakat en önemlisi Ripley, Dickie Greenleaf'e aşık oluyor. Tabii sonra olaylar beklentilerini boş çıkarıyor ve Ripley ruhunu şeytana satmak zorunda kalıyor. Filmin gerisi ise, onun bu hayatı kaybetmemek için zekice kotardığı entrikalarıyla dolu.
Filmin, kendini heyecanla izleten yanı, kahramanımız Bay Ripley'in seyircilerin bütün beklentilerine rağmen yakayı bir türlü ele vermemesi herhalde. Seyircilerin çoğu kendisinden nefret ediyor ve yakalanıp bu kötülüklerinin cezasını çekmesini bekliyor. Ne var ki, Ripley her defasında ucu ucuna sıyrılmayı biliyor. Adalet, bize her zaman öğretildiğinin aksine bu hikayede hiçbir zaman yerini bulmuyor. Ripley, önüne çıkan bütün engelleri kurbana çevirmeyi başarıyor. Aslında yaptığı kötülüklerden memnun olmuyor, ama mecbur kalıyor ve savunma mekanizması o kadar güçlü ki, psikolojisini her zaman sapasağlam ayakta tutmaya muvaffak oluyor. Filmdeki bir başka güzellik ise, '50'lerin sonlarının İtalya'sını çok başarılı bir şekilde yansıtması. Kıyafetler, arabalar.. hepsi çok güzel. Bazen etrafa bakmaktan filmi izlemek güçleşiyor. Bir de müzikler var tabii. Filmde bol miktarda 'iyi caz' dinliyorsunuz. Zaten Dickie'nin teknesinin adı, Charlie Parker'ın kod adı olan "Bird".
Sonuç itibariyle, film hem eğlenceli, hem de Amerikan sinemasının klişelerinden bir nebze olsun uzak. Bu klişelerden uzaklık ise, kuşkusuz, hikayenin yazarı Patricia Highsmith'ten kaynaklanıyor.


Gwyneth Paltrow, 1973 - Los Angeles doğumlu. Babası televizyon prodüktörü, annesi de ödüllü bir oyuncu olduğu için, ünlü bir aktris olacağı çocukluğundan beri belliymiş. Daha küçükken Steven Spielberg'ün "Hook"unda Wendy olarak göründü. "Seven"da birlikte oynadığı Brad Pitt'le büyük aşk yaşayınca, dünya kaçınılmaz olarak çapında ünlü bir yıldız oldu. Fakat Brad Pitt'in gölgesi olmaktan çabuk kurtuldu. En mühim filmi "Shakespeare in Love" oldu. Bu filmdeki oyunuyla Oscar ve Altın Küre ödüllerini aldı. Robert De Niro ve Ethan Hawke ile "Great Expectations"ta, Michael Douglas ile "A Perfect Murder"da oynadı. Yakın gelecekte kendisini babası Bruce Paltrow'un yönettiği "Duets" filminde izleyeceğiz. Halen New York'ta oturuyor ve sık sık Central Park'ta korumalarıyla birlikte jogging yaparken görülüyor.


Patricia Highsmith, 1921 - Teksas doğumlu. Kovboylarıyla ünlü bu güzide yerden çıkan en ünlü polisiye yazarı. Anne - babası, o doğmadan önce ayrılmışlar. Highsmith, onun üvey babasından yadigar bir soyad. Romancı olmadan önce resim çizmiş, heykel yapmış. Üniversitede Latince, Yunanca ve İngilizce okumuş. İlk uzun hikayesi "Trendeki Yabancılar" 1950'de yayınlanmış. Kendisi oldukça şanslı bir yazar, zira bu ilk uzun hikaye Alfred Hitchcock tarafından sinemaya uyarlanmış. Danny De Vito'nun "Annemi Trenden Nasıl Atarım?" filmi de bu hikayenin komedi versiyonu. Tom Ripley, Highsmith'in en ünlü karakteri. 1991 yılına kadar birçok Tom Ripley kitabı yazmış kendisi. Ripley, 1960 yılında da Rene Clement tarafından sinemaya uyarlanmış ve Alain Delon tarafından canlandırılmış. Highsmith'in kitapları daha çok suç ve suçlu psikolojisi ile ilgili. Klasik dedektif öyküleri olmaktan uzaklar. Olaylar genellikle suçlunun bakış açısından anlatılıyor ve bu da okuyanları belli bir tedirginlik içinde bırakıyor.