The Others Sorun enflasyon değil israf

Sorun enflasyon değil israf

03.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sorun enflasyon değil israf

Sorun enflasyon değil israf


Tek yol istikrar programı mı? Uygulanmakta olan istikrar programının alternatifi var mı? Bu soruları Hacettepe Üniversitesi Maliye Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Güneri Akalın tartışıyor.


       "İstikrar programının alternatifi var mı?" sorusunun cevabı, Türkiye'deki ekonomik sorunun teşhisi ve tedavisine bağlı olarak değişmekte. Keynesci yaklaşımı benimseyenler, sorunun enflasyon olduğunda ve tedavinin de, maliye - para politikaları ve özelleştirme destekli bir istikrar programıyla sağlanacağında hemfikir.
       Liberal iktisatçılara göre ise temel sorun enflasyondan ziyade, piyasa ekonomisine geçilememesi ve / veya devletçiliğin - karma ekonominin yarattığı israftır. Küreselleşme çağında, dış rekabetin zorlamasıyla mevcut iktisadi yapı dağılırken; piyasa ekonomisini ihmalin maliyeti, enflasyon olarak ortaya çıkmaktadır. Kapalı ekonomilere özgü bir istikrar programı, küreselleşme çağında ve AB ile gümrük birliğine girmiş ve dışa açık bir ekonomide başarılı olamaz.
       Enflasyonun, çözülen iktisadi örgütlenmemiz için işaret ettiği ihtiyaç; piyasa ekonomisi çerçevesinde, yeniden yapılanmadır. Nitekim planlama + KİT'ler + vergilerle finansman üçlüsüne dayanan devletçiliği, yani bu köhne karma ekonomiyi, istikrar programıyla dış ve iç rekabetten koruyabilme olanağı yoktur. Kayıtlı ekonomi içerisindeki kamu payının % 60'ı geçtiği bu ülkede; devletçilik / karma ekonomiden vazgeçilememesinin nedeni, yarattığı rant ekonomisi ve çıkar dağılımıdır.
       Seçmen çoğunluğunun vergi mükellefi olmadığı demokrasimizde, halk, kamu açıkları ile yapılan gelir transferinden yani rant ekonomisinden henüz vazgeçmemiştir. Eğer piyasa ekonomisi yoksa, istikrar programlarının mali disiplini sağlayabilmesi ya geçici veya olanaksızdır.
       Üç yıllık istikrar programının ilk 8 ayına ait sonuçları değerlendirirsek; kullanılan katı yöntemlere rağmen, hedeflerin önemli ölçüde gerisinde kalındığı anlaşılıyor. Bunun göstergeleri şunlar: İMKB endeksinin hızla düşmesi, enflasyon hedefinin aşılması, kredilendirme kuruluşlarının notumuzu yükseltmemesi, faizin negatife inmesi, büyüme hızının şaşması, dış ticaret açığının büyümesi, kur makasının açılması, Telekoma müşteri çıkmaması ve özelleştirmenin aksaması, bütçe açığı tahmininin aşılması, reel ücretlerin düşmesine rağmen işsizliğin artması.
       Bu durum, IMF yetkililerinin ek önlemler paketi gerektiğini açıklaması ile itiraf edilmiş olup; bu önlemlerin ya kamu harcamalarının kısılması ya da vergilerin artırılması şeklindeki, Keynesci talep yönetimine atıfta bulunduğu açıktır.
       Enflasyonun mevcut düzeyinde tutulması bile, kamu kesiminde fiyatların dondurulması ve özel kesimde kira, ücret, faiz ve kurun bastırılmasıyla başarılmıştır. Nitekim fiyatlar günün birinde serbest bırakılınca, bu biriktirilmiş enflasyon ekonomiye yansıyacaktır.
       Açık enflasyon, her zaman için baskı altındaki enflasyona tercih edilir; zira piyasa güçlerinin işlemesine izin verir, daha etkin kaynak tahsisine ve refaha yol açar. Ayrıca devletin faiz, ücret, kira ve döviz fiyatlarını tespiti karşısında, piyasa da kendi gölge fiyatlarını belirleyeceğinden, bu uygulamanın devamı halinde çifte fiyat sistemine geçilecektir.
       İstikrar programının bazı uygulamaları hukukla da çelişiyor. Örneğin faiz vergisinin geriye yürütülmesi, kira sözleşmelerinin kırılması, zorunlu tasarruflara el konulması, çifte vergileme ve ücretlerin devletçe tespiti vs. Sözleşmelerin devlet eliyle kırıldığı bir ülkede, piyasa mekanizması işlemeyeceği gibi; yabancı sermayenin gelip, kendisini keyfi bir yönetime teslim etmesi de beklenemez.
       Devletin fiyatları düzenlemesi enflasyonu bastırsa bile; bunun ekonomi açısından yeni riskler doğurduğu açıktır: Faizi indirirseniz tasarrufların düşmesine ve tüketim ile talebin şişmesine; döviz kurunu bastırırsanız dış ticaret açığının büyümesine; kiraları dondurursanız yatırımların azalmasına; kamuda ücretleri düşürürseniz kamu hizmetlerinin durmasına sebep olursunuz.
       Neticede, bunların sırasıyla enflasyona, devalüasyona, işsizliğe ve yolsuzluğa neden olması kaçınılmazdır. Karşılaşılan mevcut durum da budur.
       Ayrıca bu istikrar programının temelinde; şişmiş olan toplam talebin, toplam arz düzeyine indirilmesi yatar. Oysa toplam talep, özellikle ek vergiler ile kayıtlı ekonomi içerisinde bastırıldıkça; kayıt dışı ekonomiye ve kayıt - dışı devlete doğru kaymaktadır. Kayıt - dışı ekonomi ile kastolunan, vergi dışı ekonomidir. Kayıt - dışı devlet ise, kamu hizmetlerinin, bütçe dışı örgütlerce yani kamu dernekleri, vakıflar, döner sermayeler ile bağlı işletmeler ve yerel yönetimlere ait teşebbüslerce finansmanıdır.
       Enflasyonu yaratan, kamu açıkları yani devlet ise; bir istikrar programını nasıl başarıyla uygulayabilir?
       O halde ne yapılmalı? Tüm fiyatların oluşumu piyasaya bırakılmalı. Devletin ekonomik hacmi küçültülüp, piyasanınki artırılmalı. Özelleştirme üç yıl içerisinde bitirilmeli ve servet tabana yayılmalı. Vergi sisteminin piyasa müşevviklerini kırması önlenmeli ve vergi yükü düşürülmeli. Para arzı GSMH artışına endekslenmeli. Denk ve küçük bütçeye geçilmeli ve kamu kesimi konsolide hesabı çıkarılmalı. Kayıt - dışı ekonominin kayda geçmesi, piyasa kuralları içerisinde özendirilmelidir. Kamu borçları, özelleştirme gelirleri ile tasfiye edilmeli.