The Others Tarih yağmalanıyor

Tarih yağmalanıyor

13.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tarih yağmalanıyor

Tarih yağmalanıyor

Tarihin yağmalanmasından kasıt, bir olayın tarihin derinliklerinden cımbızla çekilip, bağlamından soyutlanarak, güncel bir tartışma için malzeme olarak, işe geldiği gibi kullanılması.

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Deringil ile Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ayhan Aktar, "Samanyolu TV" kanalında her cumartesi gecesi yayımlanan "Tarih yargılanıyor" adlı programda "Tarihin yağmalandığı" kanısında.

Yaklaşık üç aydan beri cumartesi geceleri "Samanyolu TV" ekranlarında yayımlanan "Tarih Yargılanıyor" adlı program birçok açıdan ilgi çekici. Önce hazırlayıcısı tarafından program tanıtılıyor; o hafta tartışılacak konu veya "yargılanacak mesele" ortaya konuyor. Sonra, stüdyodaki büyük ekranda, tartışılan konu ile doğrudan ilgili bazı tarihi şahsiyetler, son derece amatörce ve densizlik ölçüsünde gülünç bir şekilde canlandırılıyor.
Örneğin, "1838 İngiliz Ticaret Antlaşması Türkiye'nin yararına mı; yoksa zararına mı oldu?" konulu programda (1 Kasım 1997) Sultan II. Mahmud, antlaşma hakkında görüşünü tam bir bıçkın edasıyla ortaya koyduktan sonra, sunucu ve "Mahkeme Başkanı," "Sultanım artık sizi kimseler iplememekte!" diyerek kendisine cevap veriyor.
Derken 1838 Antlaşmasını imzalayan Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, kendisinden yaklaşık 200 yıl önce yaşamış olan Köprülü Mehmet Paşa'nın kıyafetini andıran kavuğu ve kaftanı içinde görüşlerini açıklıyor. "Öğretici" olduğu iddia edilen bir programda Reşit Paşa'nın kıyafeti konusunda bu denli büyük bir hata yapılması çok hazin. Mustafa Reşit Paşa'nın ve Osmanlı üst yönetiminin 1830'larda Batılı bir giyim tarzını benimsemiş olduğu konu ile biraz ilgili herkesin malumu. Aynı yanlışlıklar komedyası çerçevesinde, "yabancı güçlerin temsilcisi" olarak sunulan İngiliz elçisi de joker kıyafetiyle (ve nedense Yahudi aksanıyla Türkçe konuşarak) karşımıza çıkıyor.
Bu "aydınlatıcı" sunuştan sonra, sıra avukatlara geliyor. İkisi de ucuz Amerikan dizilerindeki "İpten adam kurtaran avukat" edasıyla taraflardan birini ve diğerini savunmaya başlıyor. Avukatların iyi rol yaptıkları, fakat savundukları konu hakkında son derece bilgisiz oldukları hemen ortaya çıkıyor.
Örneğin, bir taraf 1838 İngiliz Ticaret Antlaşması'nı metnini dahi okumadan savunurken, Osmanlı Devleti'nin yarı - sömürgeleşme sürecini başlattığı noktasından karşı çıkan öteki taraf, metni okumadığını belirterek antlaşmayı mahkum etmeye çalışıyor.
Tartışmalar, birden günümüzün siyasal iklimine verilen referanslarla renkleniyor. Söz hemen 1995 Aralık ayında imzalanan Avrupa Birliği'yle Gümrük Birliği antlaşmasına getiriliyor. Bir taraf, "Gümrük Birliği'ne girdik de ne oldu? Bir baktık, kaybetmişiz!" diyerek 1838'i 1997'ye bağlarken, mahkemenin "Sayın Başkan"ı 1838 Antlaşması'nın "esbab - ı mucibesi"ni "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" gibi vecizelerle açıklıyor. Böylece birden zaman makinasında yol adığımız bir oyunun parçası oluveriyoruz.
Galiba bu programın esas amacı da bu! Günümüzde tartıştığımız bazı önemli sorunlara tarihin derinliklerinden ve tarihi yağmalayarak çözüm ve kanıt getirme oyunu. Canınız darbeci eğilimleri mi eleştirmek istiyor? Buyrun, hemen "Ahmet Rıza mı haklı; yoksa Prens Sabahaddin mi haklı?" konulu programa (22 Kasım 1997). Hele jüriye muhalif özellikleri ağır basan bir siyaset adamını davet ettiğiniz zaman, merhum Turgut Özal'ın aslında Prens Sabahaddin çizgisinin devamı olduğunu ispatlamak kolaylaşıyor.
Zira "merkezin yetkilerini kısma ve federasyon dahil her şeyi tartışma" konusunu gündeme getiren Özal, bu noktadan Prens Sabahaddin'in ademi merkeziyetçi projesine hemen eklemleniyor. Bunun sonucu olarak da, Ahmet Rıza Bey'in eylemlerini "ülkemizin bölünmez bütünlüğü" açısından savunma görevi, emekli bir MİT ajanına düşüyor.
Aynı mantıkla 1878 yılında Ali Suavi'nin etrafına topladığı, bir tarafın deyimiyle "200 tane çapulçu ile Çırağan sarayı'nın kapısına dayanılması" olayı tartışılırken; Suavi'yi savunan öteki taraf, Sultan Abdülmecid'in avukatına (!) karşı programın hazırlanış amacını şöyle özetliyor: "Bu olaylar şu nedenlerle ortaya çıktı. Gelin bunu bir kez daha tekerrür ettirmeyelim... 1997'de de yeni Ali Suavi'lerin Çankaya kapısına dayanmasına mani olalım..." (8 Kasım 1997).
İşte, tarihin yağmalanması burada daha net olarak ortaya çıkıyor. Tarihin yağmalanmasından kasıt, bir olayın tarihin derinliklerinden cımbızla çekilip bağlamından soyutlanarak, güncel bir tartışma için malzeme olarak, işe geldiği gibi kullanılması.
Gelelim yargılamanın "jüriler" tarafından değerlendirilmesine: Sözde Anglosakson jüri sisteminden "esinlenen" yargılamada bir değil iki jüri var; biri stüdyodaki jüri, diğeri programa telefonla katılan "halk jürisi". Program esnasında ekranın altından bant geçirilerek, "Ali Suavi haklı diyorsanız şu numaralı telefonu arayın; eğer Abdülhamid haklı diyorsanız diğer telefonu arayın" anonsları yapılıyor.
Lise münazara kolu düzeyindeki savunmalarından sonra "avukatlar" vazifelerini tamamlamış olmanın rahatlığıyla ceketlerini çıkarıp kravatları sıyırırken, jüri kendi arasında toplanıyor. Bu arada "halkımız"ın kimi haklı bulduğuna dair sayılar ve grafikler ekranda beliriyor. Bizler de jürinin tartışmalarını izliyoruz. Ekranda seçim sonuçlarını izlerken görmeye alıştığımız gibi, oy oranı çubukları telefon oyları geldikçe uzayıp kısalıyor. Aynen maç yayını gibi anons: "Oyların yüzde 12'sini alan Ali Suavi'ye karşı, Sultan Abdülhamid yüzde 80 ile önde!"
Avukatlar işlerini bitirmiş, jüri tartışmaya çekilmiş, biz seyirciler ise "Mahkeme Başkanı" ve avukatların aralarındaki perde arkası sohbeti izliyoruz. Bu noktada, halk jürisinin oy verme işlemi devam ederken, Sayın Başkan hakemlik sıfatının gerektirdiği konumdan uzaklaşarak birden tavrını belli ediyor ve şunları söylüyor: "Ali Suavi'yi ben de çok seviyorum... Ali Suavi iyi anlatıldığı zaman sevilebilir... Türkiye'de temel çatışma ekseni kabaca İslamcılar ve Devrimciler arasında değil mi?.. Düşünsenize, Ali Suavi hem İslamcı hem de devrimci!" (8 Kasım 1997). Evet, bu "yorum" üzerine iki defa düşünmek gerekiyor...
"Tarih Yargılanıyor" programında neler görüyoruz: Derslerini iyi çalışmamış avukatlar, tribüne oynayan ve halk jürisinin kararlarını etkilemeye çalışan bir başkan, günlük siyaset kaygılarının "çaktırmadan" dile getirildiği bir tartışma ve sonunda tarihin yağmalanması... Bu programın genel yayın ilkeleri açısından geleneklere, tarihe, tarihi şahsiyetlere saygılı bir yayıncılık ilkesine sahip olma iddiasındaki "Samanyolu TV"de yayımlanıyor olması da doğrusu fevkalade ilginç.