The Others Temkinli ama daha iyimserim

Temkinli ama daha iyimserim

05.05.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Temkinli ama daha iyimserim

Temkinli ama daha iyimserim

       İslam'ın liberal demokrasiyle kesinlikle bağdaştığına inanıyorum. Bu tarihsel değil, teorik bir önerme. Bugün İslam Konferansı Örgütü'nün 56 üyesi var. Bunlardan sadece biri, Türkiye, bir demokrasi.

       İnsanlar artık tarihi incelemiyor. İnceledikleri yerlerde de, milliyetçi efsaneleri pekiştiren hazır ders kitaplarına itibar ediyor. Geleceği görebilmek için tarihi bilmek çok önemli.

       Prof. Bernard Lewis'e göre Ortadoğu'yu etkileyecek üç güç var; Türkiye, İsrail ve kadınlar

       * Refah Partisi'nin yasaklanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
       "Parti yasaklanması demokrasiye aykırıdır" deniyor. Bu elbette iddia edilebilir. Ama Nazi partisi Almanya'da yasak. Refah Partisi parlamentodaki en büyük partiydi diyebilirsiniz. Nazi partisi katıldığı son seçimde, 1933'te oyların büyük bölümünü almıştı. Faşist parti İtalya'da yasak. Refah Partisi Nazi ve Faşist partisinin benzeri muhakkak değil. Bazı durumlarda bir partiyi yasaklamak savunulabilir. Komünizm ABD'de yasaklanmıştı.
       Bir parti hakkında karar verirken şu sorular sorulmalı. Kimle ilişki kuruyorlar? İran'daki mollalarla, Libya'daki Kaddafi'yle, Fransa'da Le Pen ile mi? Bu onlar hakkında size bir şey söyler. Gazetelerine bakın... Dünyaya ne diyorlar? Hristiyanlara, Yahudilere, Batı'ya karşı olduklarını söylüyorlarsa bu size onlar hakkında bir fikir verir. Bunu herhangi bir parti için değil, genel olarak söylüyorum.
       Şurası muhakkak: Bütün dindar partiler bir kefeye konamaz. Avrupa'da da dindar partiler, Hristiyan demokrat partiler var. Bunlar işleyen demokratik sürecin birer parçası. Japonya'daki Budist parti, çok önemli bir parti. Kimse bunları demokrasiye bir tehlike olarak görmüyor.
       Türkiye'de dindar bir parti ortaya çıktığı zaman sorulması gereken şu: Bu parti Japonya'daki Budist, İtalya'daki Hristiyan Demokrat Parti gibi bir parti mi, yoksa Cezayir'deki köktendincilerin ya da İran'daki mollaların partisine mi benziyor? Ben bunun cevabını bilmiyorum. Ama sorulması gereken bir soru...
       * Türkiye'de Anayasa Mahkemesi RP'yi kapatma kararının gerekçesinde, Batı'da anlaşıldığı şekliyle laikliğin, yani din - devlet ayrımının Türkiye'de geçerli olmadığını belirtti. İslam laiklikle bağdaşamaz mı?
       İslam'ın liberal demokrasiyle kesinlikle bağdaşır olduğuna inanıyorum. Bu tarihsel değil, teorik bir önerme. Bugün İslam Konferansı Örgütü'nün 56 üyesi var. Bunlardan sadece biri, Türkiye, bir demokrasi. Demokrasiyi deneyen başkaları da var, ama demokrasiyi en temel ilkesiyle, yani iktidarın seçimle değiştiği rejim olarak tanımlayacak olursanız, bu Türkiye'de çok kereler oldu.
       Ama öteki ülkelerin tecrübesine bakarsanız, demokrasinin İslam ülkelerinde işlemediğini söyleyebilirsiniz. Ancak bu, ileride İslam ülkelerinde demokrasinin işlememesi için bir sebep değildir.
       İslam'ın bazı temel ilkelerine bakılırsa, İslam ülkelerinde demokrasi bugüne kadar işlememiş olsa da, ileride işleyebilir. Bazıları İslam yönetimini despotizmle tanımlamak ister. Bu doğru değildir. İslam'daki egemenlik kavramı, sözleşmeye ve rızaya dayalıdır. İslam hukuku, imamın seçimle gelmesi gerektiğini söyler. Ve İslam'da yöneticilerle yönetilenler arasında bir sözleşme vardır. Sözleşme ve rızaya dayalı yönetim tek başına demokrasi demek değildir, ama bu ilkeler üzerine demokrasi kurulabilir.
       Osmanlılarda, "Padişahım mağrur olma senden büyük Allah var" denirdi. Yani hükümdarın üzerinde bir kanun vardır. Bu kanuna, tebası kadar hükümdarın kendisi de tabidir. Bu ABD anayasasının kanunlar hakkında söylediğinin aynıdır. Geçmişte İslami temellerde demokratik bir rejim gelişememişse de, gelecekte kesinlikle gelişebilir.
       İslam'ın başka bir temel ilkesi de, çeşitliliğin kabulüdür. Osmanlı devleti, Şeriat uyarınca daima Müslüman olmayanların varlığını kabul etmiştir. Müslüman olmayanlara ikinci sınıf bir yer verilmiştir, ama bu ortaçağ Avrupası'ndan çok daha ileri bir düzenlemedir. İslam, gayri - Müslimlerle birarada yaşamayı kabul etmekle kalmaz, farklı İslam anlayışlarını da kabul eder. Hanefiler, Şafiiler, Hanbeliler, Malikiler... Bir hadise göre, Hz. Muhammed "ümmetimin ihtilafı Allah'ın rahmetidir" demiştir. Bu hadisin gerçek olup olmadığını bilmiyorum, ama insanlar bunu gerçek olarak kabul ettiler.
       Dolayısıyla sözleşmeye ve rızaya dayalı bir egemenlik ve çeşitliliğin kabulü ilkeleri varsa, demokrasinin önşartları var demektir. Bunlar demokrasi için yeterli değildir, ama bunlarsız demokrasi olmaz.
       * Son kitabınızda Orta Doğu'nun geleceğini olumlu olarak etkileyebilecek en önemli üç unsurun Türkiye, İsrail ve kadınlar olduğunu söylüyorsunuz...
       Türkiye, çok zorluk çekse de işleyen bir demokrasiyi kurdu. Henüz bütün sorunlarını halletmiş değil, ama bölgedeki diğer İslam ülkeleriyle karşılaştırıldığında hayli başarılı. Türkiye ekonomide de iyi bir örnek. Kötü yönetilmesine rağmen Türkiye'nin hayli kalkınmış bir ekonomisi var. Arapların yok...
       İsrail'de de bölgeye örnek olabilecek şeyler var. Biri, işleyen bir demokrasi. Halk hükümetten memnun değilse, değiştirebiliyor. İsrail'de ve çevresinde yaşayan insanlar bunu görüyor. Batı yakasında, hatta Mısır'da oturan Araplar, İsrail televizyonunu izliyor, İsrail yurttaşı bir Arabın çıkıp İsrail hükümetini eleştirdiğini görüyor. İsrail güvenlik kuvvetlerince tutuklanan bir Arabın avukatı olduğunu ve mahkemede yargılandığını görüyor. Araplar asla aptal insanlar değildir...
       Kadınlara gelince... Atatürk, kadınların siyasi hakları için kampanyayı başlattığı zaman, "Halkın sadece yarısının yeteneklerinden ve hizmetlerinden yararlanırsak, çağdaş dünyayı yakalayamayız" demişti. Son derece haklıydı.
       Orta Doğu'da insanlar, "Batı neden ilerledi ve biz geri kaldık?" diye soruyor. Bu sorunun cevabı önemli ölçüde burada yatıyor. Eğer nüfusun yarısının katkısından vazgeçerseniz, ancak yarım sonuç alabilirsiniz.
       * Bazı İsraillilere göre, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması İsrail devletinin çıkarınadır. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
       Ben de böyle düşünüyorum. Bundan başka bir çözüm yolu yok. Bir Filistin devleti kurulursa, bir hükümeti olur. O hükümetle görüşülebilir ve bir anlaşma yapılabilir. Ve anlaşma uygulanabilir. Bu, eninde sonunda olacaktır, ama ne zaman bilemiyorum.
       * Kitabın sonuna doğru, bölgenin geleceğinin hoşgörü ve uzlaşmaya bağlı olduğunu belirttikten sonra, hoşgörünün ancak zengin toplumlarda gelişebileceğini, bölgenin geleneğinde fazla hoşgörü bulunmadığını söylüyorsunuz... Bölgenin geleceği için karamsar mısınız?
       Görüşümü "dikkatli bir iyimserlik" olarak tanımlayabilirim. Geçen yıl bir İtalyan hanım gazeteci benimle mülakat yaptı. Arap - İsrail çatışmasının geleceğini nasıl gördüğümü sordu. Tavrımı "dikkatli iyimserlik" olarak açıklayabileceğimi söyledim. Bu yıl tekrar geldi ve hala aynı görüşte olup olmadığımı sordu. "Evet, biraz daha fazla dikkatli, biraz daha az iyimserim" diye cevap verdim...
       * Orta Doğu halkları uzlaşıp birbirlerine hoşgörüyle yaklaşmayı başaramazlarsa, bölgenin Rusya veya Çin'in egemenliğine gireceğini yazıyorsunuz... Nasıl?
       Rusya şu sıra oyunun dışında. Ancak büyük kaynakları olan bir ülke. Rusya gibi büyük bir ulusun, uzun süre bugünkü kargaşa içinde kalacağını sanmam. Er geç yeni bir Rusya doğacak. Dindar, laik, komünist veya faşist, hatta demokratik olabilir, ama hemen güneyindeki bölgeyle mutlaka ilgilenecektir. Çin de insan gücü, kaynakları gereği gelecek yüzyılın süper devletlerinden biri olacak. Şimdiden Orta Doğu'da önemli çıkarları var. Her iki ülkenin önemli Müslüman azınlıkları var. Kaçınılmaz olarak ikisi arasında rekabet olacak.
       Orta Doğu'da iktidar boşluğu olursa, bugünkü kargaşa sürerse, bölge er geç Rusya - Çin rekabetinin kurbanı olacaktır; tıpkı 19. yüzyılda Avrupalı devletler, 20. yüzyılda Amerikan - Sovyet rekabetinin kurbanı olduğu gibi... Tabiat boşluk kabul etmez. Petrolün değeri azalsa bile, Orta Doğu ulaşım yolları üzerinde önemli bir odak noktası olmaya devam edecek.
       Rusya ve Çin, her türlü emperyalist emelden yoksun olsalar bile, kaçınılmaz olarak Orta Doğu ile ilgilenecek. Orta Doğu kargaşa içinde olmaya devam ederse, en azından kendilerini korumak için müdahale edebilirler.
       * Bu son kitabı yazmanız önerildiğinde önce "Bir tarihçi olarak gelecek hakkında yazamam" diyerek teklifi reddettiğinizi anlattınız. Sonra niye kabul ettiniz?
       Bu vesileyle söylemek istediğim bazı şeyleri söyleyebileceğime karar verdim. Orta Doğu'nun geleceği hakkında kehanette bulunacak değildim. Kitapta Orta Doğu'nun önündeki seçeneklerden söz ettim. Ne olacağını değil, neler olabileceğini yazdım.
       * Orta Doğu'nun geleceğine tarihsel bir perspektifle bakmanız önemli. Çoğu zaman böyle bir perspektiften yoksun kalıyoruz...
       Hemen her yerde bu eksiklik var. İnsanlar artık tarihi incelemiyor. İnceledikleri yerlerde de, çoğu zaman milliyetçi efsaneleri pekiştiren hazır ders kitaplarına itibar ediyor. Geleceği görebilmek için tarihi bilmek çok önemli. Birey için hafıza ne ise, bir ulus için de tarih odur. Tarihini çarpıtan bir toplum nörotik bir kişi; tarihini bilmeyen toplum ise, hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir.
       * Kemalistler Osmanlı tarihini unutturmaya çalışarak, bu hatayı işlemediler mi?
       Evet, bu bütün devrimlerde olur. Her devrimci iktidar devirdiği rejimin saygınlığını yıkması gerekir. Çünkü eğer eski rejim iyi idiyse, devrilmesi haklı gösterilemez. Fransız, Rus ve öteki bütün devrimlerde bu oldu. Ama arzu edilen, bir süre sonra, yeni rejim sağlamlaştıktan sonra, tarihe daha dengeli bir yaklaşımın hakim olmasıdır.
       Türkiye'de tarihe bakışta büyük ilerleme var. Türkiye'ye 60 yıl önce ilk gittiğimde, ülkenin Osmanlı geçmişi hemen hemen tabuydu. Osmanlı hakkında olumlu bir şey söylenemezdi. Şimdi farklı. Osmanlı geçmişinden gurur duyuluyor.