The Others Toplum, Psikolojik, Komada

Toplum, Psikolojik, Komada

31.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ahmet Altan'a göre Türkiye de edebiyat da dönüşümün eşiğinde

Toplum, Psikolojik, Komada

Tehlikeli Masallar romanında anlatılan masallardan birinde nasıl yılan prens ile genç kız karşılıklı soyunarak, aşkı zehirleyen ölümcül büyüyü bozmaya çalışıyorsa, Ahmet Altan da insan ruhunu soyarak politikanın ulaşamayacağı bir özgürlük ve yaşam alanı arıyor bence. Bu tavrının bütün edebiyata yayılacağı, insan ruhunu yeniden merkez alan yeni bir edebiyat tarzının doğmakta olduğu kanısında.
Kendisi de, masaldaki gibi, düşündüklerini açıkça söylemek adına "soyunmaktan" hiç bir zaman çekinmemiş bir yazar. Bu yüzden bazen de fena halde ısırılmış tabii. "Düşündüğümü söylerim, bu büyük bir lüks" diyor; ama lüksün bedeli de var: Doğru bildiğini söyleyebilmek için kendi okurunu ve taraftarını bile kaybetmeyi göze almak.
Ahmet Altan bunu yapmış; solculuk yaparken solcuları da eleştirmiş. İkinci romanı Sudaki İz (1986, 1996) bu yüzden "ihanetle" suçlanırken, devlet de "müstehcen" diye toplatıp yakmış. Ardından Yalnızlığın Özel Tarihi (1991, 1996) çok sattığı halde, eleştirel bir sessizlik duvarına çarpmış. "Böyle bir kitap yayınlanmadı, böyle bir yazar yoktu sanki" diyor.
Nokta 'dan fazla aşk yazdığı için, Milliyet 'ten de siyasi nedenlerle ayrılmak zorunda bırakılmış bir köşe yazarı; Güneş 'te genel yayın müdürlüğüne kadar her kademeyi yaşamış bir gazeteci; gazete kalıplarını aşan bir deneme yazarı (Geceyarısı Şarkıları 1995,1996); ve halen beş yıl tecil edilmiş bir düşünce cezasının sahibi: "Hapisten çok korkuyorum, ama düşündüğümü söylememekten daha fazla korkuyorum" diyor.
Seversiniz, kızarsınız, ama kayıtsız kalamazsınız Ahmet Altan'a. Romanla, aşkla, Türkiye'yle ilgili düşüncelerini bizimle paylaştı. İşte şeytan tüylü bir portre..

* Tehlikeli Masallar'da kültürün dayattığı, masallarla örülmüş daha metafizik bir aşk anlayışı var; bir de modern yaşamın psikolojisiyle belirlenen ve insanların bireyliklerini aradıkları dünyevi aşk var; romanın ekseni de bu ikisi arasındaki gerilim değil mi?
Masalların yarattığı anlayışa dünyada yaşananlar tam cevap vermiyor. Elbette ki bizi oluşturan değerler, kültürümüz, masallarımız, dinimiz, bize anlatılanlar, efsanelerimiz, bizde yaşamla karşı karşıya geldiğimizde bir hazır malzeme oluşturuyor. Ama işte bu hazır malzeme hayata vurduğu zaman nasıl bir ses çıkıyor? Kitapta biraz da bunu anlatmaya çalıştım. Hayat her zaman bize verilen adreslerle bulunan bir yer değil. Bize öğretilenle yaşadıklarımız arasında ne kadar büyük açıklar varsa, o kadar zorlanıyoruz. Ve insana genellikle "iyi" olan öğretilir. Halbuki hayat hep iyi olandan ibaret değildir. Aşk da öyle.
*Cinsellik ve erotizm neden sizin için bu kadar önemli?
Ben bir insanı tanımak için onun cinselliğini de tanımak gerektiğine inananlardanım. Onun için romanlarımda kahramanlarımın hayatlarının dışarıdan görünmeyen kısmına yani cinselliğine de önem veririm. Toplumun genel geçer ahlakı ile insanların cinsel yaşamları arasında gizli ya da açık daima bir çekişme, bir mücadele vardır. Hele bizimki gibi ahlakı ve namusu neredeyse tümüyle cinsel davranışla açıklamaya yatkın bir toplumda insanın cinselliği, bunu rahatça yaşamak için topluma başkaldırması ve bunun sonuçları zengin bir anlatım malzemesi sağlar. Bir de ben, hayatın tadı ancak belli bir dövüşle ve başkaldırışla ortaya çıkar diye düşünüyorum.
*Türkiye cinselliği bastıran, Freudyen bir toplum mu?
Türk toplumu, belki de yüzlerce yılın içinde biriken korkular nedeniyle, çok gizlenen bir toplum; bu gizlenen toplumun cinselliği de neredeyse bir tabu. Bu toplumu kimse açıkça tanıyamadığı gibi, cinselliği konusunda da kimse çok net bilgiye sahip değil. Ortaya çıkan skandallar toplumun birçok kesiminde yoğun bir cinsellik yaşandığını gösteriyor. Ama bu, suçluluk duygusuyla yaşanan bir cinsellik. Bir tatmin ya da mutluluktan ziyade bir suçluluk, vicdan azabı ve ruhsal bunalım yaratıyor. Çünkü insanlar kalabalıkta ayıpladıklarını gizlilikte yaşamak istiyorlar.
*Son zamanlarda söylendiği gibi pek bir "cinsel devrim" yaşamadık öyleyse?
Cinsel bir devrim yaşadığımızı sanmıyorum. Cinsel devrim kadınlarla başlar ama kentlerde yaşayan birkaç yüz ya da bir kaç bin kadının cinsel başkaldırısının dışında bir hareket görülmüyor. Kadınlar kendi isteklerine açıkça sahip çıkacak kadar güçlü gözükmüyor henüz. Cinsel isteklerimiz erkeklere de kadınlara da meşru gözükmüyor ve insanlar hep bir topluluğun meşruiyeti içine sığınmaya çalışıyorlar. Doğal olan meşru değil bu toplumda. Aslında bir çok toplumda böyle. Bir gün insanlar doğal olanla meşru olanı birleştirebildiklerinde sanırım mutluluğa epeyce yaklaşmış olacaklar.
*Tehlikeli Masallar'da anlatılan aşk öyküsü, yoğun şekilde toplumdaki şiddet, cinayet ve paranoya ortamıyla kuşatılmış şekilde anlatılıyor. Erkek kahramanın işi de zaten bir araştırma şirketinde cinayetleri sınıflandırmak. Sonunda faili meçhul cinayetler hakkında tehlikeli bir gerçek keşfediyor. Bu ortamda sağlıklı bir şey yaşamak imkansız der bir haliniz var?
Şimdi bakın..Türkiye şiddeti ve ölümü günlük hayatının parçası haline getirmiş bir toplum. Aynı eroin tutkunları gibi, bu şiddeti giderek daha büyük dozlarda istiyor. Ve son adım, ki bence artık bunu yaşıyoruz, şiddetin ve ölümün yüceltilmesi aşamasında bu toplum. Hayatı ve barışı savunmak çok tehlikeli bu toplumda. Hayatı ve barışı övenler yargılanıyorlar, mahkum ediliyorlar. Ama toplumun önde gelen kesimleri sürekli olarak savaş, ölüme hazırlık, kendini feda etme temalarını işliyor ve yüceltiyor. Toplum bu baskı karşısında duygularını terk etmeye başladı. Neredeyse acı duygusunu yok etti. Ben bir toplumun acı duyma yeteneğine ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. İnsanların artık kendi bireysel hayatlarını sürdürmeleri gerektiğine inanıyorum. Çünkü bireysel hayat da kayboldu, ortadan kalktı. Yani bu toplum bir aşk toplumu olarak tarif edilebilecek bir toplum mu? Bu toplumda aşk yaşanıyor mu? Bu toplumda bir aşk kokusu var mı? Bunlar öldü.
*Ve siz tıpkı Binbir Gece masalları gibi, öykü anlatarak ölüme direnebileceğimizi söylüyorsunuz aslında. Direnebilecek miyiz?
Kitap satışlarının biraz artması, sinemaya ilginin kıpırdanması, bunlar toplumun yaşamak isteyen hücrelerinin son kıpırtıları gibi geliyor bana. Toplum psikolojik komada, ölümün eşiğinde. Eğer yeniden hayata dönecekse, belki bu sanata değdiği yerlerden yeni bir kıvılcımla enerji alacak. Toplum şiddetle ve ölümle kendi kendini eziyor; ama bir yandan da can havliyle yaşamak için bir şeyler arıyor kendine. Edebiyat arıyor, sinema arıyor, duygularını göreceği bir şeyler arıyor. Tehlikeli Masallar'ın bu kadar satmasını da bunun işaretlerinden biri olarak görüyorum. Edebiyat insanlara yalnız olmadıklarını öğretir. Acıları, korkuları başkalarıyla paylaştığını hatırlatır, bunların altında ezilmemeyi öğretir. Bu çok önemli. Öğretmek sadece politikayla olan bir şey değil.
*Bu nedenle mi köşe yazılarınızda da politikayla birebir ezilmeyen, hayatta başka şeyler var diyen bir üslup izliyorsunuz?
Nedir ki politika? İnsanların hayatı daha iyi yaşamaları için bir araç değil mi? Eğer yaşamaya karşı bir talebin yoksa, politikanın sana bir yararı olmaz. Politikanın topluma yararı olması için o toplumun yaşamak istemesi lazım. Türk toplumu bugün yaşamak istemiyor. Onun için politikanın hiç bir hürriyeti yok. Politika bugün yok Türkiye'de. Eğer toplum yaşamak istemeyi yeniden keşfederse, kendi bireysel hayatını yaşamaya başlarsa, çiçeği farkedecek hale gelirse, aşkı ve edebiyatı farkedecek hale gelirse, o zaman sen bu toplumu bu kadar rahat ölüme götüremezsin zaten. Bu savaşı bu topluma bu kadar rahat kabul ettiremezsin. Edebiyatın işte burada çok önemli bir rolü var.
*Ama alıştığımızdan farklı bir rol? Eskisi gibi faydacı bakmıyoruz artık edebiyata? Edebiyatın ille politik ve angaje olması gerektiği saplantısını kırabildik mi nihayet?
İnsanlar bir kere belli bir yazı lezzeti talep ediyorlar artık. Yazarların da anlattıkları konular, anlatma biçimleri birbirinden farklılaşmaya başladı. Bu bana büyük bir zenginliğin ilk işareti gibi geliyor. Türk yazarları edebiyatın keyfine varmaya başladılar. Misyonerlikten, baş öğretmenlikten vaz geçtiler. Yani Türk edebiyatçısı "bir işe yaramaktan" vazgeçti, onun için edebiyat şimdi yenileniyor bence. Kutsallıklar kalktı ortadan. Bence zaten bir tek kutsallık varsa, o da yazının kendisidir. İnsan kendi varlığını, geçmişini ve geleceğini bilmeyi yazıya borçlu. Ve yazı kendi lezzetini taşır.
*Sizin yazınızın lezzetinde büyük bir değişme yok. Sudaki İz'den bugüne, bireyi psikolojik açıdan irdelemeye hala önem veriyorsunuz..
Bu "hala" sözcüğünün değişmesi gerekiyor bir kere..
*Hayır, şimdiki post - modern modasına uymadığınız anlamında söylüyorum..
Tamam, ama ben şu manada "hala"ya karşıyım: Evet, insan psikolojisini, insanı edebiyatın merkezine oturtan anlayış "moda" olmaktan çıktı. Post - modernizm geldi. İnsanı edebiyatın odağından uzaklaştırdı, yerine olayları, oyunları, mekanları, ilginçliği koydu.
*Gizem ve esrar arıyoruz..
Ama insanın içinde aramıyoruz. İnsanın duygularında aramıyoruz. İnsanın dışında bir esrar yahut büyü arıyoruz. Post - modern edebiyat bütün dünyada bir moda haline geldi. Ama edebiyatta her modanın, her ekolün mutlaka bir tepkisi vardır. Ben dünyada da Türkiye'de de "neo - klasik" bir edebiyatın geleceğine inanıyorum. Onun için hala sözcüğüne takıldım. Bunun eski değil yeni bir şey olduğu kanısındayım.
*Ne kastediyorsunuz neo - klasik edebiyat derken?
Post - modern edebiyatın bize verdiği oyunculuk, zekayı ön plana çıkartma anlayışı, kurgudaki zenginlik gibi ögeleri, klasik edebiyattaki insanı edebiyatın merkezine koyma anlayışıyla birleştirerek kullanma imkanı veren yeni bir anlatım biçimi olarak görüyorum "neo - klasik" edebiyatı. Ve bunu kaçınılmaz görüyorum. İnsan kendisini özler çünkü. İnsanlar artık yeniden kendilerine kavuşmak isteyecekler. Ve bunu da çok daha modern kurgularla anlatacağını zannediyorum neo - klasik edebiyatın. Tehlikeli Masallar'ın bu kadar tutmasını da bunun işaretlerinden biri olarak görüyorum. Benim bundan önceki bütün kitaplarımda psikolojik ögeler vardı. Oyun da vardı. Tehlikeli Masallar'da da bu var. Bu da benim düşüncemin ber yerde doğru olduğunu kanıtlıyor. Edebiyatın değişeceği kanaatindeyim.
*Türkiye de yenilenebilecek mi sizce? Bu ölü toprağını atabilecek miyiz üzerimizden?
Türkiye'nin değişimi reddetme şansı ve lüksü yok bence. Dünya Türkiye'yi değiştirecek. Asıl hayati soru şu: Türkiye toplum ve insan kalitesi olarak dünyadaki değişime ayak uydurma yeteneğine sahip mi? Eğer bu yeteneğe sahip değilsek, gene değişeceğiz ama bugün bildiğimiz hayat biçimiyle olmayacak, bu kalmayacak demektir. Türkiye mutlaka değişecek. Ama bunu kendi devletini, toplumunu drevam ettirekek mi yapacak? Yoksa dünya gelecek burayı ufalayarak mı değiştirecek? Soru burada.
*Türkiye bu yol ayrımından zaten geçmemiş miydi?
Biz bu değişimi bir adımda sağladık ama değişimi tamamlayamadık.
*Sandığımızdan daha mı az yakalamışız modernliği? Anadolu'da bu ağır taşranın varlığı, Refah partisi, din tartışmaları bunu göstermiyor mu?
Türkiye modernlikle gerçekten ilk defa Özal döneminde karşılaştı. Modernliğin taklidi olmaz. Modernlik hem üretim biçimidir, hem de tüketim. Siz tüketimi yasaklarsanız, üretimi canlandıramazsınız. Bugün dünya üretimi de tüketimi de inceltiyor, daha rafine hale getiriyor. Beyin gücü ve yaratıcılık ön planda. Türkiye'nin ise vazgeçtim yaratıcılığı, üreticiliği bile yok. Türkiye'nin üretmesinin ve tüketmesinin önündeki yasakları kaldırmak lazım. Türkiye Özal'dan sonra modernliğe minik bir adım attı. Tüketim kalıplarıyla birlikte Cumhuriyet kalıpları değişti. En çok kızılan da buydu zaten. Özal döneminde kutsal bir şey hatırlıyor musunuz? Bugün kutsallık yeniden çok yoğunlaştı. Siz bu ülkeyi iç savaşa sokarsanız, insanların para kazanma imkanlarını teperseniz, zengin olma umudunu yok edip işsiz bırakırsanız, hayata giden yolların hepsini keserseniz, ölüme giden yollar kalır. Din partisi de zaten ölümden sonrası için bir şeyler vaadediyor. Yaratıcılık ve düşünce yollarını keserek önlemişsiniz. E, ne yapacak bu toplum? Derhal ölüm partilerine kayıyor tabii. Savaşı durdurun, o paraları yeniden ekonomiye aktarın, göreceksiniz bu sizi korkutan dinci akım derhal zayıflayacaktır.
*Yaratıcılığı ve hayatı romanlarınızda savunurken, özel hayat aynı zamanda politiktir diyor musunuz?
Özel hayat özel hayattır diyorum ben. Özelliği ölçüsünde de özgürdür. Özelliğini koruyabildiğimiz ölçüde özgürlüğünü de koruruz. Dinler ve ideolojiler ise genellikle özel hayatı kamuya açık ve kontrol edilebilir hale getirmeye çalışırlar. Özel hayatlarını ele geçirdiğiniz insanları rahatlıkla birer kul haline dönüştürebilirsiniz çünk