The Others 'Türkiye Hizbullahı' olma yarışı

'Türkiye Hizbullahı' olma yarışı

26.05.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Türkiye Hizbullahı' olma yarışı

Türkiye Hizbullahı olma yarışı


Radikal İslamcılar 12 Eylül döneminde, Diyarbakır uçağının kaçırılması dışında sessizliği tercih ettiler. Sol ve ülkücü hareketlerin ezildiği bu dönemi az zayiatla atlatıp 80'li yıllarda, özellikle üniversitelerde rakipsiz bir şekilde at koşturdular.


       Bir zamanlar Türkiye'de de "Allahuekber Humeyni rehber" sloganı revaçtaydı. 1979'da patlayan İran Devrimi ve mollaların diğer muhalif güçleri safdışı bırakarak iktidarı tek başına ele geçirmesi, Türkiye'de de İslamcı düşünce ve harekette yeni ufuklar açmış; yüzlerce genç İslamcı ilk fırsatta İran'ı ziyaret ederek devrimin coşkusunu yerinde yaşamıştı.
       Türkiye'yi de İran yapmaya soyunduklarında 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle karşılaştılar. Diyarbakır uçağının kaçırılması dışında sessizliği tercih ettiler. Sol ve ülkücü hareketlerin hallaç pamuğu gibi atıldığı bu dönemi az zayiatla atlatıp 80'li yıllarda, özellikle üniversitelerde rakipsiz bir şekilde at koşturdular.
       Afganistan, Lübnan, Filistin, Sudan, Mısır gibi bölgelerde İslamcı hareketler tırmanırken Türkiye, dindarları da içine alarak, Turgut Özal'ın öncülüğünde hızla bir tüketim toplumu haline geliyordu. Ve radikallerle bu gelenekçi kitleler arasındaki makas her geçen güç açılıyordu.
       Ancak özellikle Humeynici çevreler bunun bilincinde değildi. Onlar her geçen gün İran'a daha bağımlı hale geliyorlardı. Hatta aralarında hep Tahran'ın kime icazet verdiği tartışıldı, çünkü her grupçuk "Türkiye Hizbullahı"nın kendisi olduğunu iddia ediyordu. İran'daki farklı iktidar odaklarının her isteyene, çapına göre icazet dağıtmış olduğu yıllar sonra anlaşılacaktı.
       Kimi gençlerin yurtdışındaki kamplarda askeri eğitim gördüğü söylentileri dolaşıyor, bazılarının Afganistan'da mücahitlerin yanında gönüllü olarak savaştıkları biliniyordu. Bütün bunlara rağmen uzun bir süre radikallerin herhangi bir ciddi eylemine tanık olunmadı. Ülkenin gündemini belirleyen başörtüsü eylemi bile yasal sınırlar içinde kaldı.

Suikastlar dönemi

       Ta ki 31 Ocak 1990'da Prof. Muammer Aksoy'un öldürülmesine kadar. Bunu 7 Mart 1990'da Çetin Emeç, 4 Eylül 1990'da Turan Dursun, 6 Ekim 1990'da Doç. Bahriye Üçok, 24 Ocak 1993'de Uğur Mumcu ve 21 Ekim 1999'da Prof. Ahmet Taner Kışlalı suikastları izledi. Bütün bu cinayetleri İran bağlantılı İslamcıların işlediği iddia edildi. İşadamı Jak Kahmi'ye başarısız bir suikast girişiminde bulunan İslamcı militanlar yakalandı. Emeç suikastıyla ilgili yakalananların dahil olduğu "İslami Hareket Süreci" adlı grubun lideri İrfan Çağırıcı, ifadesinde, bu cinayetlerin büyük kısmını İranlı diplomatların emri ve onların sağladığı silahlarla gerçekleştirdiklerini söyledi.
       Çağırıcı'nın itirafları, Olivier Roy'nın "Siyasal İslamın İflası" kitabındaki çok önemli bir tespiti doğruluyordu. Roy'ya göre devrimci İslamcı gruplar, 1980'li yıllarda yaşadıkları parlak dönemin ardından hızla marjinalleşti ve birtakım ülkeler için taşeronluk yapan çetelere dönüşmüştü.

Radikallerin çözülüşü

       Hizbullah hariç tutulursa, 1990'lı yıllarla birlikte radikal İslamcılık daha kendini gösteremeden kesin bir başarısızlığa uğradı. İslami hareketliliğin öne çıkan dinamiklerinden olan "bireyselleşme" dalgası en çok onları sarstı. Birçok genç, kendini entellektüel faaliyetlere verdi; okullar bitince aileler kuruldu, geçim derdi, para kazanma zorunluluğu ister istemez militanlığı geri plana itti.
       Bu arada 1994 yerel seçimlerinden başarıyla çıkan RP, özellikle belediyelerin tanıtım, kültür - sanat faaliyetleri için gerekli kadroları geniş ölçüde eski radikallerden devşirdi. Yakın zamana kadar "Bu iş partiyle olmaz... Erbakan düzenin adamı..." diyen gençler büyük bir hızla memurlaştı. Bunların bir kısmı sadece belediyelerde değil RP içinde de aktif görevler üstlendi, geri kalanlar ise ısrarlı bir şekilde RP'li olmadıklarını ve asla olmayacaklarını vurguladı. Fakat RP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla kurulan Fazilet Partisi'nin yeni kadro ihtiyacı bir ölçüde yine bu eski radikallerden giderildi.

Hizbullah ve İran yanlısı gruplar

       Polis önce Hizbullah'ın İlim kanadına, ardından Tevhid - Selam grubuna, sonra adı tam anlaşılmayan üçüncü bir gruba ve nihayet yine İlimcilere vurdu. Yeni grupçuklar da tanışmamız şaşırtıcı olmayacak. Peki bütün bu gruplar nerede birleşip nerede ayrılıyorlar?
       Aslında iki temel öbekten söz edilebilir: Bir yanda uzun bir süre sadece Güneydoğu'da örgütlenen İlimciler, onun karşısındaysa İstanbul ve Ankara'yı seçen diğerleri. Çünkü bu gruplar yayıncılık faaliyeti etrafında yasal çalışmayı temel aldılar. Asla kendilerinden "örgüt" olarak söz etmediler. Hizbullah ise başından beri "illegal"di: bazı kitapçılar ve camiler etrafında çok disiplinli ve hiyerarşik bir şekilde örgütlendi.
       Büyükşehirlerdeki Humeynici çevreler çok konuşup az iş yaparken, şimdi medyaya yansıyanlar doğruysa, yaptıkları birkaç şiddet eylemini de açıkça üstlenmezken, Hizbullahçılar Güneydoğu'da neredeyse hiç konuşmayıp çok iş yaptılar.
       İlimcilerin lideri Hüseyin Velioğlu, İran Devrimi'ne uzun süre sempatiyle yaklaşmadı. O ve arkadaşları Müslüman Kardeşler'in, Baas rejimine karşı illegal mücadele yürüten Suriye koluna ve onun lideri Said Havva'nın öğretisine yakındılar.
       Büyükşehirlerdeki Humeynici gruplar, "İran'dan çok İrancılık" yaptılar. Örneğin Tahran'ın uluslararası stratejisine uygun olarak Alevileri şiileştirmeye çalıştılar ama olmadı. "Mezhepleri yakınlaştırmak" istediler, kimse ciddiye almadı. Bütün bunların sonucunda ülke gerçeklerinden kopuk bir şekilde marjinal kaldılar.
       Hizbullah ise, hep belli bir kitle desteğine sahip oldu. Devletin bütün imkanlarını seferber ederek başedemediği PKK'yı, 1990 başlarında Güneydoğu'nun birçok önemli kent merkezinde yalnızca şiddetle sindirebilmesi mümkün değildi.
       İlimcilerin Tahran adına taşeron eylem yaptığı ve Çetin Emeç suikastını düzenlediği ileri sürülen "İslami Hareket Süreci" örgütünün de Hizbullah'la ilişkili olduğu iddiaları tam olarak açıklığa kavuşmadı.

İran ve Türkiye'de derin devlete karşı işbirliği

       Kilit görevler üstlenen Rafsancani'nin seçimlerde Tahran'dan yeniden milletvekili seçilip Meclis Başkanlığına geleceği ve reformcularla muhafazakarlar arasında denge unsuru olacağı tahmin ediliyordu. Fakat kılpayı seçilmesi bütün hesapları altüst etti ve dengeleri bozdu. İran'ı iyi izleyen Serhat Gülmez'e göre, "Rafsancani aldığı ağır yaradan dolayı belki şimdi daha tehlikeli hale geldi."
       Zaten İran "derin devleti" de paniğe kapıldı. Önce Hatemi'nin danışmanı Haccariyan gündüz gözüyle vuruldu, ölümden şans eseri kurtuldu. Ardından reformcu gazeteci Genci ve bir grup reformcu aydın tutuklandı. Ve nihayet ülkedeki reformcu gazete ve dergilerin neredeyse tamamı kapatıldı.
       Böylesi bir ortamda, 1990'lı yıllarda Türkiye'de işlenen cinayetlerin aydınlatılması, İranlı reformcuların da işine gelebilir. Bu noktada Türk ve İran hükümetlerinin "ellerini yıkama" konusunda birbirlerine yardım etmeleri hiç de şaşırtıcı olmaz.
       **
       Yarın: Bir radikal İslamcının değerlendirmesi