The Others Türkiye'den karşı hücum

Türkiye'den karşı hücum

14.06.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye'den karşı hücum

Türkiyeden karşı hücum

       Paris'teki Orly davası, üç yıl önceki Kilimciyan davasının rövanşı oldu. Türkiye, o zamana kadarki pasif tutumunu değiştirdi. Mahkemeye gelen Türk profesörler "Soykırım" iddiacılarının yönelttiği suçlamaları teker teker çürüttüler.
      
"Karşı hücum" Fransız basınını da etkiledi. Gazeteler Mümtaz Soysal'ın mahkemedeki ifadelerine geniş yer verdiler. Le Figaro "Görülüyor ki" dedi, "Türklerin Ermeni iddialarını yalanlayacak argümanları hiç eksik değil."
      
Türkiye, Aix en Provence'de 1982 yılındaki Kilimciyan davasında yaptığı hatayı, 1985'te Paris'teki Orly davasında düzeltti. Bu defa o "karşı hücum"a geçti.
       Buna Orly davasının niteliği de müsaitti. Kilimciyan'ın silahlı saldırısında, hedef aldığı Büyükelçi yaralanmış, ama ölmemişti. Olay o kadar dramatik değildi. Orly olayında ise bir kısmı Fransız 8 kişi ölmüş, onlarca kişi yaralanmıştı. Bu, Fransız kamuoyunda da tepkilere yol açmıştı. ASALA'nın bir kısım sempatizanları da dahil, çok kimseyi ürkütmüştü. Fakat "soykırım" iddiacıları arasında gene de, Orly'deki dehşetten hiç etkilenmeyenler, o davayı da kendi "dava"ları için kullanmak isteyenler eksik değildi. Bunlar gene geniş bir avukatlar heyeti kurmuşlardı. Bunun içine Verges gibi "şeytanın avukatı" diye ünlü bir hukukçuyu katmışlardı. Ve yeni bir "mahkeme savaşı"na hazırlanıyorlardı.
       Onlar bunu yaparken, Türk tarafınca da şunlar yapılmıştı:
       Bir kere; Mahkeme salonunun dinleyicilere ayrılan bölümünün - Aix'teki gibi - sadece Ermenilerin oturabildiği bir yer olmaktan çıkarılıp oraya yeteri kadar Türk'ün de gelmesi için gerekenler yapılmıştı. Paris civarında yaşayan Türk aydınlarıyla Türk işçilerinin duruşmaya katılmaları teşvik edilmişti.
       İkincisi ve daha önemlisi: Fransız muhakeme usulündeki "uzman tanık" ve "moral tanık" dinletme hakkının kullanılması için, bu konuyla ilgili Türk profesörler, uzmanlar ve bazı Ermeni asıllı Türk vatandaşları harekete geçirilmişti. Aralarında Mümtaz Soysal, Türkkaya Ataöv ve Sina Akşin'in de bulunduğu tanıklar, daha önceden Paris'e gelmişler, hazırlıklarını tamamlamışlardı.
       Davayı Milliyet adına izlemek için ben de Paris'teydim. Brüksel'den gelen muhabirimiz - şimdiki Yazı İşleri Müdürü'müz - Ahmet Sever'le birlikte bir ekip oluşturduk. Duruşmanın başlayacağı 19 Şubat Salı sabahı Creteil'deki mahkeme binasına gittik. Kapıdan girince ilk farkettiğimiz şuydu:
       Binanın koridorlarında, Ermenice bir yana, Fransızcadan da çok Türkçe konuşuluyordu. Düzgün giyimli bir çok Türk vatandaşı küçük küçük gruplar halinde, mahkeme salonunun açılma saatini bekliyordu.
       Türkler çoktu ama, tabii, Ermeniler de az değildi. Bir kısmıyla üç yıl önce Aix'teki davadan göz aşinasıydık. Hatta bazısıyla selamlaşıp merhabalaştık.. Azınlıkta kalınca hırçınlıkları azalmıştı. Biri, çocukluğu Eskişehir'de geçmiş yaşlı ve sempatik bir Anadolu'luydu. Türkçesi anadili gibiydi. Marsilya'da oturuyordu. Aix gibi Paris'e de bu dava için gelmişti. Şaka yollu "Bu defa siz fazlasınız" dedi, "Ama biz haklı çıkacağız".
       İddiası doğru çıkmadı. Çünkü bu defa meydan Aix'teki gibi boş değildi.
       Duruşma, Orly suikastı sanıklarının sorgularıyla başladı. Bunlar, Garbisyan, Semerciyan ve Nayır adlı üç Ermeniydi. Garbisyan baş sanıktı. Suikastı onun planladığı anlaşılıyordu. Sorgusu sırasında sözü, her fırsatta 1915 olaylarına getiriyordu:
       "Büyükbabam 1915 olaylarında karısını ve çocuklarını kaybetmiş.. Ben onun ikinci karısıyla olan evliliğinden torunuyum.. Çocukluğumda büyükbabamın söylediği intikam ninnileriyle büyüdüm" diyordu.
       Ailesinin bir süre önce Amerika'ya göçettiğini, ama kendisinin oraya gitmeyi reddettiğini söylüyordu. Başkan:
       - "Niçin reddettiniz?" diye sorunca, şöyle bir cevap veriyordu:
       -"Ben Amerika'ya gitseydim, orada çalışmak zorunda olacaktım. Çalışırsam kazancımdan vergi verecektim. Bu vergiler Amerikan hükümetinin kasasına girecekti ve emperyalist Amerika bu paralarla düşmanımız Türkiye'ye askeri yardım yapacak, belki oralarda üs kuracaktı. Dolayısıyla Amerika'ya gitmek, Türkiye'ye yardım etmek demekti."
       Sanıkların anlattıkları hep aynı kapıya çıkıyordu: 1915 olayları onları çocukluklarından beri o kadar yoğun bir şekilde etkilemişti ki, bu, hayatlarının her aşamasını yönlendiriyordu.
       Sanık avukatları da tüm stratejilerini bunun üzerine bina ediyorlar "1915 olayları bir soykırımdır. Mahkeme, bu gerçeği gözönünde tutmalıdır" diyorlardı.

       Bu, Türk "uzman tanık"ların dinlenişine kadar böyle devam etti. Ama ondan sonra iş değişti.
       Türkiye'den gelen ilk uzman tanık Profesör Mümtaz Soysal'dı. Rahat Fransızcasıyla, önce "soykırım" sözünün hukuki anlamını anlattı. 1948'deki Birleşmiş Milletler kararını hatırlattı ve 1915 olaylarını soykırım diye nitelemenin hukuka da mantığa da sığmadığını belirtti. Sonra Türk - Ermeni ilişkilerinin tarihi bir özetini yaptı:
       "Türk ve Ermeni toplumu, yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde, aralarında kavga, gürültü, çatışma olmaksızın, kelimenin tam anlamıyla `sulh içinde birlikte yaşama'yı gerçekleştirmişlerdir, Ermenilerden aralarında sefirler, bakanlar da olmak üzere devletin en yüksek kademelerine kadar yükselmiş kişiler vardır.
       19'uncu yüzyıldan itibaren Avrupa'da da olduğu gibi, bütün topluluklar arasında milliyetçilik cereyanları gelişmeye başlamış, Ermeni toplumunda da böyle gelişmeler olmuştur. Osmanlı yönetimi, bu gelişmelere karşı, kendi yönetim anlayışına aykırı geldiği durumlarda, tedbirler almıştır. Bunlar, hiçbir zaman sert tedbirler olmamıştır."
       "Bu gelişmeler sürerken, 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası'na karşı, Almanya ve Avusturya - Macaristan'la birlikte Birinci Dünya Savaşı'na girmiştir. Bu savaş sırasında Çarlık Rusyası, Ermeni milliyetçilik hareketleriyle ilgilenmeyi kendi çıkarına uygun görmüş, bir kısım Ermeni çevreleri de, böyle bir işbirliğini kendi açılarından tercih etmişlerdir. Bu işbirliği, Osmanlı Devleti'ne karşı ortak bir savaş niteliğini almıştır."

      
Soysal, Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin 1915'te Doğu illerinde yaşayan Ermeniler için aldığı "yer değiştirme" kararının "savaş hali karşısında genel emniyet" mülahazasıyla alındığını buna her devletin hakkı olduğunu belirtti. Uygulamadaki acı olayların bu kararın amacıyla hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. O olayların çeşitli nedenlerini örnekleriyle anlattı ve dedi ki:
       -"Ortada görüldüğü gibi`Jenosid' (soykırım) kelimesinin kullanılması için gerekli şartların hiçbiri yoktur. Osmanlı İmparatorluğu yönetimini savaş sırasında aldığı önlemler, bir etnik gruba karşı değildir. Çünkü böyle olsa, bu, İmparatorluğun batı bölgelerinde, İstanbul'da, İzmir'de yaşayan Ermenilere karşı da yapılırdı. Halbuki bunlar hakkında hiçbir tedbir alınmamıştır, daha sonraki hayatlarında da işlerini - güçlerini Türkler gibi sürdürmüşlerdir. Ortada bu amaçla işlenmiş bir fiil de olmadığı gibi, bir etnik grubu, milleti, ya da dini grubu hedef alan bir niyet de mevcut değildir."

Soysal'ın açıklamalarına karşı sanıkların avukatı Verges söz istedi:
       -"1915'te Türkiye'de 1.5 milyon Ermeni öldürüldü. Bu soykırım değil de nedir?" dedi.
       Soysal buna şu cevabı verdi:
       "Bir kere, o zamanki Fransız belgelerine göre de, Ermeni belgelerine göre de, Türkiye'deki tüm Ermenilerin sayısı 1.5 milyonu bulmuyor. Yüzbinlerce Ermeni de, - o yer değiştirme uygulamasından sonra - hayatlarına devam etmiştir. Nasıl oluyor da ölen Ermenilerin sayısı 1.5 milyon olarak veriliyor. Tabii, o sıradaki ölüm olayları, sayıları ne olursa olsun fevkalade acıdır ama, avukatın iddialarının bu kadar hayali rakamlara dayanması da, gerçeklerin nasıl saptırıldığının bir örneğidir. Ayrıca iş sayıya kalırsa, şunu da unutmamak gerekir ki, Birinci Dünya savaşı'nın çeşitli cephelerinde Türklerden de 2.5 milyon insan - Rus Ermeni işbirliği de dahil çeşitli sebepler dolayısıyla - ölmüştür. O ölümler de savaşın trajedileri arasındadır."
       Verges yeniden söz aldı. Ermenilerle ilgili olarak yazılan kitaplardan örnekler verdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'daki Amerikan Büyükelçisi Morgenthhau'nun kitabından pasajlar okudu.
       Soysal araya girip dedi ki:
       "Savaştan sonra, tüm belgeler Türkiye'yi işgal eden kuvvetlerin eline geçmiştir. İşgal kuvvetleri Morgenthau'nun da iddiaları da dahil, tüm iddiaları ayrıntılarıyla araştırmış, soruşturmuş, ama bir soykırım delili bulamamıştır. Kaldı ki, Morgenthau'nun kitabı çok tartışmalıdır. Onun iddialarının tam tersini yazan pek çok kitap vardır. Sanık avukatı işine gelen kitabı eline alıp bunu bir gerçek gibi göstermekten vazgeçmelidir."

      
Sanık avukatlarından Bourget ve Zavriyan da söz istediler. Tartışma özetle şöyle gelişti:
       Bourget: -"Talat Paşa Halep Valisi'ne telgraf çekerek Ermenileri ortadan kaldırın diye emir vermedi mi?"
      
Soysal: - "O telgrafın sahte olduğu kanıtlanalı çok oldu. Sanık avukatı bunu bilmelidir. O telgraf 1921'de bir Ermeni yazar tarafından imal edilmiştir. Sonradan Türk arşivleri açılarak ispat edilmiştir ki, telgrafın ne tarihi, Osmanlıların kullandığı tarih sistemine uyuyor, ne telgrafın çekildiği Halep Valisi o zamanki Halep Valisi'dir, ne de telgrafın kağıdı Osmanlıların kulladığı kağıda benziyor. Ayrıca, üzerindeki imza da sahtedir. Bu da gösteriyor ki, bu soykırım iddialarının büyük bir kısmı bu gibi sahteciliklere dayanmaktadır."
      
Bourget: -"Peki, Profesör Soysal 1915'te Osmanlı İmparatorluğu topraklarında katliam olmadığını mı iddia ediyor?"
      
Soysal: -"O dönemde olanlar karşılıklı insanlık trajedileri oluşturuyor. Savaş şartları içinde iki taraf da zor durumlar yaşanmış, facialar olmuştur. Ama daha önce de belirttim. Bunlar hiçbir şekilde `soykırım' sayılamaz. Bu iddiaları öne sürenler `soykırım' kelimesiyle Türk devletini cezalandırma hakkını elde etmeye çalışıyorlar. Ama buna hakları yoktur."
      
Bourget -"Türkiye'de azınlıklara yapılan muameleri nasıl değerlendiriyorsunuz?"
      
Soysal: -"Bir süre sonra Türkiye'de, 1492'de İspanya'daki engizisyondan kurtulan yahudilerin Türkiye'ye gelip yerleşmesinin 500'üncü yıldönümü kutlanacak. Azınlıkların her türlü hakkını korumak Türkiye'nin geleneksel tutumudur. Türkiye'yi itham etmeden önce bu konuları iyi bilmek gerekir."
      
Zavriyan: "Daha önce bu gibi davalarda Türk devletinin tanıklığını yaptınız mı?"
      
Soysal -"Ben kimsenin tanıklığını sözcülüğünü yapmadım. Burada öğretim üyesi ve gazeteci olarak gerçeklerin tanıklığını yapıyorum."
      
Zavriyan -" 24 Nisan 1915'te Kostantinopol'de 600 Ermeni öldürülmek için tutuklandı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?"
      
Soysal -"Önce, Kostantinopol değil, İstanbul.. Bunu düzeltin. O tutuklananlar Çarlık Rusya'sıyla işbirliği yapıp Osmanlı yönetimine karşı harekete geçtikleri için tutuklandılar. Öldürülmek için tutuklanmadılar. Bu gibi önlemlere savaş halinde olan her ülkenin başvurduğunu gösteren pek çok örnek vardır."
      
Zavriyan: -"Türkiye bu konularda şimdiye kadar susuyordu. Şimdi konuşmaya başladı. Niçin?
      
Soysal: "Türkiye'de üzerinden 70 yıl geçmiş olan bu Ermeni sorunu üzerinde fazla konuşulmadıysa, bunun nedeni, geçmişin acılarını deşmemek düşüncesidir. Bazı Ermeni çevreleri, bundan faydalanarak, meydanı boş bulup birtakım iddiaları dünya kamuoyuna yerleştirmeye çalıştılar. Ama artık bizde de bu meselenin konuşulması ve gerçeklerin ortaya çıkarılması zamanı geldi. Şimdiye kadar bu konuda yeteri kadar araştırma yapılmamıştır. Okullarımızda tarihin bazı bölümleri yeteri kadar anlatılmamıştır. Ben bunu bir eksiklik olarak sayıyorum. Ama bu eksikliğin giderilmesi zamanı gelmiştir."

      
Soysal'ın tanıklığı bu şekilde bitti. Müdahil avukatlar fazla soru soramadılar. Daha sonra gene Türkiye'den gelen öğretim üyelerinin Sina Akşin, Hasan Köni, Türkkaya Ataöv ve Avedis Haçınlıyan'ın tanıklıklarına geçildi. Onlar da tarih içindeki Türk - Ermeni ilişkilerini anlattılar. 1915'le ilgili sanık ve avukat iddialarının gerçeklerle bağdaşmadığını vurguladılar. Prof. Atatöv, bu konuda kendisinin de yaptığı araştırmaların çok çarpıcı sonuçlarını ortaya koydu. Soysal'ın da bahsettiği telgraf sahteciliğinin belgelerini tek tek sıraladı. Şimdi ileri sürülen pek çok iddianın, o zamanki Ermeni kaynaklarıyla tam bir çelişki içinde olduğunu gösteren rakamlardan yazılardan örnekler verdi.
       Sanık avukatları bu ifadelere karşı da birkaç müdahalede bulunmak istediler. Fakat baktılar ki, Türk tanıkların ellerindeki bilgi ve bulgular çok sağlamdır, sözü fazla uzatmadılar

Türk tanıkların mahkemede anlattıklarının ertesi günlerdeki Fransız basınına yansıması ilginçti. Fransız gazeteleri, yıllardan beri ilk defa olarak, 1915'le ilgili Türk görüşüne geniş geniş yer veriyordu. O arada Türkiye'nin bu konudaki yeni tavrına dikkati çeken yorumlar yayınlıyordu. Bunlardan Le Figaro'da çıkan yorumun bir bölümünü buraya da alalım. Figaro yazarı şöyle diyordu:
       -"Şimdi yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu zamana kadar Ermenilerin suçlamaları karşısında büyükelçilikleri fazla da ikna edici olmayan, bildirileriyle yetinen Türk hükümeti bir tarihi karşı hücuma geçmeye karar vermiştir. Müdahil avukatların talebi üzerine Ankara ve İstanbul Üniversitelerinden beş profesör, 1915'te Osmanlı İmparatorluğu'nun can çekişmesi sırasında geçen bir trajedinin, Türk bakış açısına göre gerçek olan yönünü ortaya koymakla görevlendirildi.
       ASALA'nın ve dünyadaki Ermeni mültecilerin tezini biliyoruz. Kafamızda yol kenarında kırıma uğrayarak ölmüş çocukların, ihtiyarların, karda çıplak ayak cehenneme doğru yürüyen kadınların, erkeklerin görüntüleri var..
`Jenosid - Soykırım' kelimesi var ve ASALA, eylemlerini buna dayanarak haklı göstermeye çalışıyor. Onun silahlı ordusu (o görüşe göre) teröristlerden değil, soykırıma karşı adaleti yerine getirmek isteyenlerden oluşuyor.
       İşte bütün bunlar Türk profesörlerinin cevap vermek istedikleri noktalar ve bunu, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin Anayasa Hukuku Profesörü Mümtaz Soysal en iyi şekilde yaptı"
       Yazıda Mümtaz Soysal'ın konuşmasından uzun uzun alıntılar yapıldıktan sonra şu sonuca varılıyordu:
       "(Böylece görülüyor ki) karşı tarih görüşünün de, Ermeni iddialarını yalanlayacak argümanları hiç eksik değil."

       Le Figaro'nun görüşüne ekleyecek fazla bir şey yok. Türk tarafı, Ermeni lobilerinin yıllardan beri yaptıklarına karşı ilk defa gerekini yapmış ve tam bir başarı kazanmıştı.



       YARIN
       ORLY'DEN SOYKIRIM YASASI'NA