The Others Vücut ikliminin sultanı sensin

Vücut ikliminin sultanı sensin

24.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Vücut ikliminin sultanı sensin

Vücut ikliminin sultanı sensin
24 Ocak 1999
Ekonomist Cem Behar aynı zamanda bir Osmanlı/Türk klasik müziği uzmanı. Bu alandaki beşinci kitabını yayınlayan Prof. Behar, geçen hafta TÜSİAD için hazırlanan "Türkiye'nin Fırsat Penceresi" adlı raporla da gündemdeydi.

Dönemin büyük bestecilerinden Sadullah Ağa, Sultan III. Selim'in bir cariyesi ile sevişir. Durum öğrenilince hapse atılır. Zindanda Bayati Araban makamında bir parça besteler. Padişah bu eseri öyle çok beğenir ki Sadullah Ağa'yı serbest bırakır. Doğruluğu kesin olmayan bu olay, kulaktan kulağa aktarılır ve neticede ortaya Münir Nurettin Selçuk'un başrolünü oynadığı bir film bile çıkar.
Bu hikayeyi Cem Behar'ın kaleme aldığı "Aşk Olmayınca Meşk Olmaz" (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitaptan öğreniyoruz. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı olan Prof. Behar (d. 1946) bugüne dek Osmanlı / Türk klasik müziği üzerine beş kitap kaleme aldı.
Behar'ın klasik müziğimize yönelişi "aileden" değil. Şöyle anlatıyor "aleme" girişini: "Doktora öğrencisiydim. 24 - 25 yıl önce. Türkiye'ye gelip giderken Kapalıçarşı'da bir ney gördüm. Ben bunu çalarım, dedim. Üfledim. Ses mes çıkaramadım. Zaten kolay çıkmaz. İnat ettim, sonunda çalabildim. Bu arada o müziğin ortamıyla da ilgilenmeye başladım. Zaten insanın başına ne gelirse meraktan geliyor..."
Arapça bilmesi Behar'a çok yardımcı oluyor. Böylece Osmanlı kaynaklarına rahatça ulaşıyor. Klasik müziğin tarihini inceliyor. Ney çalmasının nedeni o müziğin ruhuna daha iyi nüfuz edebilmek. Fikret Bertuğ, Niyazi Sayın, Emin Ongan, Alaaddin Yavaşça gibi değerli hocalarla çalışıyor. Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne devam ediyor. "Sahne" tecrübesi de yok değil. Örneğin 1980'li yıllarda Boğaziçi Üniversitesi Türk Musikisi Korosu'yla konsere çıkıyor!
Behar'ın bu son kitabı bizi "meşk" kavramının dünyasına sokuyor. Soru şu: 19. yüzyılın ikinci yarısına dek müziğini notaya dökmeyen Osmanlı, nasıl oldu da dev bir gelenek kurabildi? Cevap kısa: Meşk sayesinde.
Tabii bu basit cevap içinde dünyalar barındırıyor. 'Meşk'i kısaca tanımlayalım: Müziğe hevesli bir öğrencinin, ustasının önüne oturup onun öğrettiği parçaları ezberlemesi, üslubunu kapması... Her iki taraf için de "aşk olmadan" yani sabır, özveri, tutku olmadan böyle bir uygulama mümkün değil. Yakın tarihlere dek Osmanlı'da profesyonellik olmadığı için usta kendini "aktarmakla", öğrenci ise "aynen öğrenmekle" yükümlü sayıyor. Öğrencinin ustalaşması, kendi bestelerini yaratması ve hem bunları hem de hafızasındaki diğer parçaları öğrencilerine aktarmasıyla gelenek kuruluyor. Kendisi de meşk yaparak ney öğrenen Cem Behar, "Bu müzik geçmişe aittir, yeniden üretilemez, çünkü anlayışımız tümüyle değişti," diyor ve şöyle bir benzetme yapıyor: "Sultan Mahmut zamanında basılmış bir gümüş sikke nasıl çok değerli olmasına rağmen geçmezse, Osmanlı / Türk klasik müziği de öyledir. Bugünkü talebi ve alıcısı çok küçüktür. Ancak muhafaza edilmesi gerekir. Müze, bilim ve tarih konusudur."
Ancak bu saptama günümüz müziğinin klasik gelenekten etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor. Kayahan, Sezen Aksu, Nilüfer, Kudsi Erguner gibi birçok sanatçının zaten bunu yaptığını; makamlardan, çalgılardan yararlandığını belirtip bir de benzetme yapıyor Behar: "Güzel yazı (hat) motiflerini resimlerinde kullanan Erol Akyavaş gibi..."
Osmanlı / Türk klasik müziği günümüzde küçüklü büyüklü 18 ila 20 bin kadar eserle temsil ediliyor. Üstelik bunlar nota devrine yetişenler. Yani gerçekten görkemli bir gelenekle karşı karşıyayız. Ancak Cumhuriyet'le birlikte bu geleneğin "doğal" akışı bozuluyor. 1920'li, 30'lu yıllarda "Cumhuriyet'e yakışan" bir müzik arzulayan siyasi elit, tercihini Batı müziğinden yana kullanıyor. Sonuç: Devletin denetlediği alanlara, örneğin radyoya, klasik müzik giremiyor.
Bu yok etme ve sindirme tavrı 1970'lere dek yaklaşık 50 yıl sürüyor. Peki "klasikçi camia" bu durumda ne yapıyor? Şöyle anlatıyor Behar: "Oda müziği olmaktan çıkıp koro haline geldiler. Konsere çıktılar. Kendilerine bir şef uydurdular; fraklı - smokinli, eli sopalı bir şef. Böylece modernleşmiş havasını yarattılar. Halbuki bu müzik en fazla 15 kişilik bir toplulukla icra edilir. Estetik ve teknik açıdan daha fazlasını kaldırmaz. Onlar 40 kişilik, 80 kişilik gruplarla çağdaşlık imajı verdiler. 'Bakın, Schubert icra etmiyoruz ama aynı onu icra edenler gibi davranıyoruz,' dediler." Tabii neticede ortaya deforme edilmiş parçalar çıkıyor. Cem Behar, "Ne yazık ki," diyor, "Müzik politikası yerine müzikte politika yapıldı."

Diğer kitapları
Klasik Türk Müziği Üzerine Denemeler (1987); 18. Yüzyılda Türk Müziği (1987); Ali Ufki ve Mezmurlar (1990); Zaman, Mekan, Müzik - Klasik Türk Musikisinde Eğitim (Meşk), İcra ve Aktarım (1993).

Önemli saptamalar
* Şimdi olduğu gibi eskiden de bazı parçalar moda oluyor. Bunlara bir örnek Hacı Arif Bey'inki: "Vücut ikliminin sultanı sensin" (Tabii buradaki vücut, "varlık" anlamında).
* Osmanlı / Türk klasik müziği kentlere has. Esas olarak İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir ve Selanik'te icra ediliyor.
* Sayısı çok olmamakla birlikte kadın besteci ve icracılar da var. En ünlülerinden biri tambur çalan Dilhayat Kalfa (18. yy.).
* Videodan izleyip CD'den dinleyerek bir nevi 'sanal meşk' yapmak mümkün. Ama kişi bu yolla, 'Ben Tamburi Cemil Bey'in öğrencisiyim,' diyemez! Allahtan utanıp demiyorlar da...
* Bu müzik sarayda, zengin konaklarında, evlerde, kahvelerde, mesire yerlerinde, Boğaz mehtabında kayıkta, tekkelerde, zaviyelerde icra ediliyordu. Kısmen de camilerde (müzik aleti girmeden).
* Sadece zevk, eğlence için değil dini açıdan da müzik önemli. Mevlevilik, müziği bir tür ibadet olarak görüyor. Fon değil, ibadetin kendisi. Cerrahilerde, Kadirilerde de böyle. Zikrediliyor, ilahiler okunuyor.
* Her şeyi ama her şeyi yazan, kayıt altına alan Osmanlı'nın, müziği niye notaya dökmediği tam bir muammadır.