The Others Yeşim Ustaoğlu'yla "Güneşe Yolculuk"

Yeşim Ustaoğlu'yla "Güneşe Yolculuk"

17.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yeşim Ustaoğlu'yla "Güneşe Yolculuk"

Yeşim Ustaoğluyla Güneşe Yolculuk


Yeşim Ustaoğlu'nun "İz"den sonraki ikinci filmi "Güneşe Yolculuk" Berlin'de iki ödül birden, "Barış" ve "Mavi Melek" ödüllerini aldı. Şimdi de perdelerini bugün açacak olan İstanbul Film Festivali'nde yarışacak. Yavuz Baydar, yönetmeniyle konuşarak filmi yorumladı.


Yavuz Baydar


Kentin bozuk mimarisinin su birikintileri üzerindeki izdüşümleri ile açılıyor Yeşim Ustaoğlu'nun yeni filmi, "Güneşe Yolculuk". Melankoliyle örülü, aceleye yer vermeyen temposuyla hep ışığa doğru, suyun izini sürerek, Güneydoğu'nun ıssız, metruk bir yerinde, bir suyun kıyısında kalakalan bir genç adamın görüntüsüyle, zihinlere acıyla kazınan bir finalle son buluyor.
"Su hayatın başlangıcı" diyor Ustaoğlu. "Suyu dinlemek, suyla ilişki kurmak bu filmde büyük önem taşıdı. Özellikle Mehmet'in karakterindeki açıklık, saflık, pırıltılar, beni bu tipi berraklıkla hayatın başlangıcıyla ilişkilendirmeye itti."
Yıllanmış bir yönetmenin olgunluk dönemi ürünüymüş izlenimi uyandıran "Güneşe Yolculuk", genç yönetmenin "İz"den sonraki ikinci filmi. Uçları neo - realizme dayanan, insanı eksen alan belgesel tadında bir tarzla, Türkiye'nin ad konulamayan bir derin sorunu etrafında, toplumun içine sürüklendiği yabancılaşmayı anlatıyor Ustaoğlu.
Öykünün ekseninde Tireli Mehmet ile Zorduçlu Berzan ve Mehmet'in Almanya'dan üçüncü kuşak sevgilisi Arzu var. Üç genç de insanın içini ezen bir "öteki İstanbul" ortamında, gizli bir ırkçılığın, etnik kimliklere göre horlanmanın, ayrımcılığın kıyasıya hissedildiği acımasız bir kentte karşılaşıyorlar.
Tireli Mehmet, çoğu Kürt, büyük kente sürüklenmiş insanlarla hayatta kalmaya savaşıyor. İşi, elindeki boruyla su şebekesindeki kaçakları tespit etmek. Bir gün Eminönü meydanında karşılaştığı kasetçi Berzan'la fazla söze dayanmayan, sıkı bir dostluk kuruveriyor. Sessiz mutabakatla her gün beslenen, sıkı bir dostluk...
"Hayatta tutunabilecekleri tek şey, ilişkileri" diye açıklıyor Ustaoğlu. "Üçü de farklı kimliklerde. Bambaşka hayallerle biraraya gelmişler. Ama hepsi aynı kargaşanın, çıkmazın içine giriyorlar. İçlerinde kişiliğini, kimliğini en iyi bilen, Berzan. Arzu, onu o kadar kabullenmiyor. Ama en büyük iyiliği de gene o yapıyor. İlişkileri dışında onlar adına koruyucu olan başka hiçbir şey yok. Trajik olan da işte bu.."
Öykünün ana alt akıntısı, Kürt sorunu ve onun toplumdaki izleri. Ustaoğlu, öykünün çekirdeğini 1994'te iki gazete haberinden elde etmiş.
"Biri, Adıyaman'da sular altında kalan bir yer ile ilgiliydi. Öteki ise Muş yöresinde bir köyün ev kapılarına kırmızı çarpı işareti konduğunu bildiren bir haberdi. Beni esas etkileyen ise göç olgusuydu. Özellikle de sokaklarda gördüğüm, tanıdığım çocuklar. Çok yoğun bir alan çalışması yaptım. Zaman zaman da acı verici noktalara geldim. Öğrendikçe, yarası daha da büyüdü."
Son derece tasarruflu bir diyalog akışı var filmde. Karakterler zorla, sanki el yordamıyla hareket ediyorlar toplum içinde. Sessizliği kıran, film boyunca sanki toplumsal patlamanın çığırtkanı gibi kullanılan "Aygaaaz!" anonsları, kentten fışkıran sesler, gürültüler...
"Böyle bir dili özellikle aradım. Sessizlik biraz bana da özgü: Çok fazla laf etmeyi sevmeyen bir insanım ben. Sessizlik bence her zaman daha fazla şeyleri anlatır. Sinema tarihinde de bu tür filmlere daha yakın buluyorum kendimi.."
Ustaoğlu'nun filmi, aynı zamanda, tipik bir yolculuk filmi. Peki neden "Güneşe yolculuk"? "Biz" diye yanıtlıyor, "aslında filmin çekimleri boyunca sürekli olarak güneşe doğru, doğuya doğru yolculuk yaptık. Biraz da şu: Bu temayı ben çok sıcak anlatmak, Mehmet'le Berzan ilişkisini çok sıcak kurmak istedim. Bir de gitgide soğuyan sosyal iklime karşı bir tepki de olabilir tabii. Çok acı veren bir öykü olmasına rağmen galiba umut istiyoruz."
Bilinen ama sanki yok sayılan bir dünyayı anlatıyor Ustaoğlu. Yaşadığı toplum için umutları sönmüş, ama çıkış yollarını bulmakta da zorlanan insanları. Her acısıyla kanıksanan, baskının ve kenara itilmişliğin sıradan davranış biçimi haline geldiği bir ortam, ürkütücü bir tabloyla karşımıza çıkıyor.
Yörelerini terketmiş Kürtler, yoksulluğun ittiği Türklerle, kent kenarlarında bir farklı kast olarak beliriyorlar. Öyle ki, kimse İzmir'in Tire'sinden gelme olmasına rağmen, esmer olduğu için Mehmet'in Doğulu olmadığına ihtimal bile vermiyor.
"Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, yabancılaşma gitgide derinleşiyor. Beni tedirgin eden bir şey bu. Herkes kendi penceresinden bakmak istiyor. Övünme vesilemiz olan toleranslar yavaş yavaş yokoluyor. Aynı söyleme sahip olan insanlar birarada olmaya çalışıyor. Ötekini görmüyor. Bu bir tür erdem gibi görülmeye de başladı. Çok kolay suçlayabiliyoruz artık: 'O zaman öyle yapmasaydı', falan diye. Filmin başlama yerinin Istanbul olması kozmopolitliği idi, ama insanlar arasındaki mesafenin bu kadar büyük olması irkiltici..."
"Bu yabancılaşmanın olduğu kadar bir dönüşümün de öyküsü" diyor Ustaoğlu. "Final sahnesinde Mehmet'le birlikte Berzan'ı suların üzerinde uğurladığımız zaman, başka bir Mehmet'le karşılaşıyoruz. Bir sorumluluğun üstesinden gelmiş, daha umut verici bir Mehmet görünüyor artık. Olgun, tek başına durabilen."
Filmde - özellikle Kieslowski'nin kameramanı Petriycki ve Makedon müzisyen Stefanovski'nin emeğinin de derin etkisiyle - bir belgesel tadı var. Bunun asıl nedeni, kamera çalışmasının hayatın içine adeta "gömülmesi". "Ama" diye ekliyor Ustaoğlu, "Anlar öyle tesadüfen yakalanmış gibi görünse de herşey çok iyi tasarlanmıştı. Planlar, mekanlar çok iyi seçilmişti. Tabii dünyada genel bir realizm arayışı da var, kabul etmek gerek."
Tadı veren ikinci neden ise, Nazmi Kırık (Mehmet) ile Nevruz Şahin'in (Berzan) amatör oyuncular olmaları. "El değmemiş insanlarla çalışmak çok büyük bir avantaj. Profesyonel oyuncularla psikolojik bir savaş verme durumunda kalıyorsunuz. El değmemiş insanlarla çalışırken, kendinizi de bir şekilde keşfediyorsunuz. Çok farklı, müthiş eğitici bir mücadele. Size bu imkanı sadece böyle amatör, ama ruhları zengin ve bakir insanlar açıyor."
Ustaoğlu'nun filmi Berlin'de iki ödül birden ("Barış" ve "Mavi Melek") aldı. Şimdi de İstanbul Film Festivali'nde yarışacak. Ödül alır mı bilinmez, ama tematik cesareti, anlatım gücüyle, dokunduğu "yara" ile üzerinde uzun uzun tartışılacağı kesin.