The Others Yoksulluk, kaygı veriyor

Yoksulluk, kaygı veriyor

02.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yoksulluk, kaygı veriyor

Yoksulluk, kaygı veriyor

Türkiye fakirlik konusundaki geleneksel iyimserliğini terketmek zorunda

Yoksulluk, boyutlarını tam olarak bilemediğimiz, ancak yüksek kronik enflasyon ortamında Türkiye'nin giderek vahamet kazanan bir gerçeği. ODTÜ İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fikret Şenses, bu önemli soruna dikkat çekiyor.
ÜLKELER ve onları oluşturan toplum katmanları arasındaki refah farklılıkları, son yıllarda önemli ölçüde arttı. Dünya nüfusunun en varlıklı bölümünü oluşturan yüzde 20'lik kesimin dünya toplam üretiminin yüzde 84'ünü, en yoksul kesimini oluşturan yüzde 20'lik kesimin ise sadece yüzde 1.4'ünü tükettikleri gözleniyor. Bu iki kesim arasındaki tüketim düzeyi farkı 1960'da 30'da 1'den, 1991'de 60'da 1'e yükseldi.
Yoksulluğun ulaştığı kaygı verici boyutlar en geniş anlamda küreselleşme süreciyle ve daha özel olarak da son 15 - 20 yılda özellikle uluslararası finans kurumlarının önderliğinde birçok gelişmekte olan ülkede uygulamaya konan yapısal uyum programlarının olumsuz etkileriyle ilişkilendirilmekte.
Dünya Bankası yoksulluğa özellikle 1990 yılından sonra yeniden ve artan ölçüde ilgi göstermeye başladı ve karşı önlem olarak üç noktayı ön plana çıkardı: a) Yoksul kesimlerin sahip olduğu en bol kaynak olan (niteliksiz) emeğe dayalı büyüme, b) Sağlık ve eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve c) Yapısal uyum sürecinden olumsuz etkilenen kesimler için yeni bir sosyal güvenlik şemsiyesi oluşturulması.
Dünya Bankası'nın 10 - 15 yıllık bir aradan sonra konuya yeniden ilgi duyması önemli bir gelişme. Ancak bu politika önerileri yapısal uyum programlarının sanayileşmeyi geri plana iten, serbest piyasayı ön plana çıkaran kimi temel yaklaşımıyla ve özellikle finansal serbestleşme sonucunda hızla bozulan gelir dağılımı etkileriyle çelişmekte; yoksullukla başta toprak olmak üzere, üretim faktörlerinin mülkiyeti arasındaki ilişkiyi yeterince önemsemediği için yetersiz kalmakta.
Yoksulluk son yıllarda birçok ülkede toplumsal gündemin ilk sıralarında yer almakta ve başta iktisat olmak üzere birçok sosyal bilim dalının da en temel araştırma konularından biri. Türkiye'de ise sorununun birkaç araştırmacının özverili çalışmaları bir yana bırakılacak olursa, henüz gereken ilgiyi uyandıramadığı söylenebilir.
Bu ilgi azlığı bir ölçüde hızlı büyüme, bir ölçüde de sosyal dayanışma yoluyla yoksulluğun önlenebileceği yolundaki iyimser beklentiyle açıklanabilir. Oysa yoksulluğun özellikle son 15 - 20 yılda büyük özveriyle geliştirdikleri geçim stratejilerine ve yaygın toplumsal dayanışmaya karşın, hissedilir ölçüde arttığı sanılıyor.
Çeşitli vesilelerle medyaya yansıyan yoksulluk görüntüleri ve iller itibariyle gelir dağılımı istatistikleri sorunun, başta Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde ancak bu bölgelerle sınırlı kalmaksızın ulaştığı boyutları gözler önüne sermekte.
Yoksulluk sorununa salt Dünya Bankası'nın yoksulluğa karşı geliştirdiği ve birçok gözlemciye göre cılız kalan önlemler açısından yaklaşıldığında dahi, Türkiye'deki çabaların yetersizliği çarpıcı olarak ortaya çıkmakta. Büyüme hızları yüksek sayılabilecek oranlara ulaşmakla birlikte yıllar itibariyle dalgalanmalar göstermekte. Yoksul kesimlerin ekonomilerin gerileme dönemlerinde büyük kayıplara uğradığı gözönüne alındığında Türkiye'de yoksulluğun zaman zaman kriz boyutlarına ulaşan ekonomik istikrarsızlıktan da büyük ölçüde etkilendiği söylenebilir.
Türkiye son yirmi yıldır ortalama enflasyon oranının en yüksek olduğu ülkeler arasında. Bu hızda ve süreklilikteki bir enflasyonun en büyük etkisinin gelir dağılımı ve buna bağlı olarak toplumun en örgütsüz kesimini oluşturan yoksullar üzerinde olması beklenebilir. Nitekim 1994 gelir dağılımı araştırması en varlıklı kesimi oluşturan yüzde 20'lik nüfusun toplam gelirinin yüzde 55'ini; buna karşılık en yoksul yüzde 20'lik kesiminin ise sadece yüzde 5'ini aldığını gösteriyor.
İstihdam artışları, özellikle sanayi sektöründe beklentilerin çok altında kaldı ve istihdam giderek kayıtdışı ekonomideki verimlilik ve kazanç düzeyi düşük sektörlerde yoğunlaştı.
Öte yandan, sağlık ve eğitime yeterli kaynak ayrılamamakta ve hayırsever yurttaşların yardımlarından ve bu sektörlerde hizmetlerin özelleştirilmesinden medet umulmakta. Yoksul kesimlerin özel sağlık ve eğitim kurumlarının hizmetlerinden yararlanmalarının olanaksızlığı yanında kamu kesiminde de hizmetin giderek çeşitli harçlar karşılığında verilmesi, yoksulların yükünü daha da ağırlaştırmakta.
Özelleştirme sonucunda işten çıkarılanlar için dahi işsizlik sigortası uygulamasına geçilmemiş olması yanında Ziraat Bankası ve Halk Bankası kredi faiz oranlarının yükseltilmesine ilişkin yeni düzenlemelerin de aynı doğrultuda etki yapması beklenebilir.
Elimizdeki kısıtlı veriler yoksulluğun düzeyin ve zaman içindeki gelişimine ilişkin kesin bulgulara ulaşmamızı engellemekte. Ancak yukarıdaki kısa değerlendirme dahi Türkiye'de 1980 sonrası dönemde uygulanan ekonomi politikalarının benzer politikalar uygulayan birçok ülkede olduğu gibi yoksul sayısını ve yoksulluğun derecesini artırdığı ve bu gelişmeler karşısında devletin yoksul kesimlere verdiği çeşitli desteklerin yetersiz kaldığı kaygısını uyandırmakta.
Bu gözlemlerin kapsamlı araştırmalarla desteklenmesi, yoksulluğa yol açan nedenlerin belirlenmesi, yoksulluk profilinin bölgesel bazda kırsal ve kentsel alanlar ve çeşitli gruplar (kadın - erkek - çocuk ve değişik istihdam türleri) için ayrıntılı olarak belirlenmesi, basit bir yoksulluk endeksinin geliştirilmesi ve periyodik olarak yayınlanması ve bu yolla yoksulluktaki gelişmelerin titizlikle izlenmesi gerekmektedir.
Konunun ciddi siyasal yansımaları da dikkate alınarak kapsamlı bir yoksullukla mücadele programı geliştirilmeli. Bu doğrultuda enflasyonun düşürülerek sanayileşmeye dayalı hızlı büyüme ve istihdamın hedeflenmesi, yoksul kesimlere sağlık ve eğitim hizmetlerinin öncelikle sağlanması ve bunların da ötesinde bu kesime doğrudan transferlerin artırılarak yaygınlaştırılması gerekiyor.
Türkiye yoksulluk konusundaki geleneksel iyimserliğini terketmek ve bu konuda çok daha duyarlı olmak zorunda. Yoksulluğu gidermenin "rejimi tehdit eden unsurlarla" mücadelenin en etkili yollarından biri ve toplumsal barışın sağlanmasının da en önemli ve temel koşulu olduğu unutulmamalı.