Ancak 90’ların ortasında uluslararası mücadele masasına oturabilmiş, kâğıt üstünde yaşlı, ama pratikte genç bir futbol ülkesiyiz. Ulusal takımımız 90 yıllık tarihinde hiçbir zaman grup birincisi olmadı. 1996-2012 arasındaki son 9 elemede yarışın içinde varız; 7 kez ikinci, 2 kez üçüncü olduk. Hiçbir kulüp takımımızın, Şampiyonlar Ligi’nde grup birinciliği de yok. Olması da gerekmiyor zaten.

Avrupa futbolunda ikinci halka ülkeler içindeyiz. 7 büyük (İng-İsp-İta-Alm-Fra-Hol-Por) birinci halkayı oluştururlar, hemen her turnuvaya giderler. Onlar 7 bileti önden aldıkları için, geriye 7-8 Dünya Kupası-Avrupa Şampiyonası bileti kalır. Bu 7-8 bilet için 15-20 civarı ikinci halka ülke yarışır (Dan, Yun, Rom, Sır, İsv, İsvi, Hır, Nor, Rus, Tür, Bel, Pol, Avu, Bos, Çek, İrl, İsk, Ukr gibi)... Doğal olarak bu ikinci halka ülkelerden hiçbirinin şampiyona alışkanlığı yoktur, ortalama iki turnuvanın birine bilet alırlar (Türkiye’nin son 9 turnuvada 4 bilet aldığı gibi)...

Birinci halkayı oluşturan 7 ülke, nesilleri ne kadar kötü olursa olsun finallere genelde giderler. Ama ikinci halka ülkelerin turnuvalara düzenli gittiği dönemler genelde nesil yakaladıkları dönemlerdir. Hırvatlar Suker’li nesille, Bulgarlar Stoichkov ve arkadaşlarıyla, Danimarka Laudruplarla, İsveçliler Brolin-Dahlin’le zirve yaptılar ve sonra doğal olarak düşüşe geçtiler. Bizim birinci altın neslimiz (Hakan, Sergen, Tugay, Bülent, Alpay ve arkadaşları) 96-2002 dönemimizin kahramanları... İkinci altın neslimiz (Tuncay, Volkan, Altıntoplar, Emre, Servet, Balta, Tümer, Semih ve arkadaşları) 2008’in yarı finalistleri... Şimdi ikinci altın neslimizin görev teslim dönemi geldi ve doğal olarak yeni bir jenerasyon arıyoruz. Zaten zurnanın zırt dediği yer de burası...

Haberin Devamı

Üçüncü altın nesil
Bu nesil değişikliğini yapması için en doğru isme, bugünün yıldızlarıyla 17-18 yaşlarındayken çalışmış Abdullah Avcı’ya yöneldik. Avcı da bu değişimi layıkıyla gerçekleştiriyor; hatta “herkes değişime saygı duyacak” filan gibi aforizmalarla kafamıza vura vura yapıyor bunu...
İki resmi maçta forma bulan 15 kişiden 14’ü GS-FB-Avrupa kökenli, biri de mecburiyetten oynayan Tolga... Hazırlık maçlarında kadroya dahil edilen Soner’e 4, Alper’e 15, Olcan’a 58 dakika şans vermişiz. Ama hoca “değişim var” diyor; biz de kabul ediyoruz, tamam...
Yalnız bu değişimin içinde hâlâ anlayamadığımız bir şeyler var: Bir nesil değişiminden söz ediyoruz ve futbol kamuoyunun Avcı’ya itirazı Selçuk’la Gökhan’ın bu dönüşüm içinde olmayışıydı... Bu iki adamdan Selçuk 85’li, Gökhan 86’lı... Yerlerine düşünülen Emre Dünya Kupası’nda 34, Hamit 32 olacaklar! Acaba Avcı “Herkes değişime saygı duyacak” derken hangi yönde bir değişimden söz ediyor? Eğer kasıt gençleşme/yenilenmeyse, Selçuk-Gökhan gibi adamlar genç ve yeni! Hamit’le Emre’yse (2004-2012 arası) son 5 büyük turnuva elemelerinin neredeyse tamamında yer almış ve bu dönemde sadece 1 kez finallere gitmiş neslin parçaları! Artık kaybetmeye ve turnuvaları televizyondan izlemeye alışmış bir neslin parçaları... 2014’te olabilirler ama yeni bir takım artık yalnızca onların etrafında kurulmamalı. Hoca “artık tebeşir-tahta devri bitti” filan diyor da, bu yaş hesabını yapabilmek için de bilgisayara-barkovizyona ihtiyaç olduğunu zannetmiyorum ben!

Kuyt-Huntelaar
Hocanın Selçuk’u oynatmama konusunda yaptığı savunmada da bilgisayar kullandığını sanmıyorum. Çünkü “Türkiye Ligi’nin en değerli yabancısı (Kuyt) da Hollanda Milli Takımı’nda oynamıyor, Huntelaar da yedek oturuyor” gibi gerekçeleri ortaya koymadan önce bilgisayar kullansaydı bu soruların cevabını binlerce internet sitesinde bulabilirdi: Huntelaar sahada yok çünkü Hollanda’nın elinde İngiltere Ligi gol kralı Van Persie var! Ayrıca Türkiye Ligi’nin en değerli yabancısı pekâlâ Hollanda Milli Takımı’nda oynayamayabilir. Çünkü Hollanda futbolu, Türk futbolunun önündedir! Alex de, Brezilya Milli Takımı’nda oynamıyor, bunu da hiç garipsemiyoruz doğal olarak... Katar Ligi’nin 15 gol/15 asistle oynayan en değerli yabancısı Tabata da Brezilya Milli Takımı’nda oynayamıyor mesela!

Selçuk-Gökhan
Hocanın aynı basın toplantısında Selçuk’tan “O bizim en değerli oyuncumuz, zamanı geldiğinde oynayacak” diye söz etmesi de dikkat çekici. Bizim şu anda 90’ların sonunda olduğu gibi çok sayıda uluslararası yıldızımız olsa (elimizde aynı anda Hakan, Rüştü, Arif, Tugay, Emre, Alpay, Fatih, Okan, Tolunay, Hasan vs. olsa) ligimizin en iyi oyuncusunun zamanının gelmesini beklemeyi anlayacağız. Ama şu anda elimizde Avrupa’nın birinci halka kulüplerine gidebilecek kalibrede kaç adam var ki: Arda, Selçuk, Volkan, Gökhan, Burak... Beş adamın yanına bir tane daha koymakta zorlanıyoruz sanırım.
Üstelik Selçuk’u geldiği ilk günden beri kadroda düşünmediğini, 8 resmi maçta 111 dakika kullandığını da not etmek gerek.

Brezilya bileti
Bu eleştirileri ilk iki maçta 3 puanda kaldık diye yapmıyorum, Amsterdam’da Hollanda’ya yenilmek çok olağanüstü bir şey değil. Bu yazıyı pekâlâ 17 Ekim’e de saklayabilirdim, işler kötü giderse bunları yazmak zaten çok kolay, işler iyi giderse de kahramanlık destanları kaleme almaya alışmışız zaten... Üstelik hocanın onlarca da doğrusu var; Semih-Ömer ikilisi bizi 10 yıl sürüklemeye aday. Sercan Sararer muazzam kazanç. Milli takıma bir iskelet kazandırması, Burak-Umut’u bir arada kullanacak bir formül üretmesi harika. Ama madalyonun öbür yüzünü görmek için Macaristan-Romanya maçlarını beklemenin hocaya iyilik değil kötülük olduğunu düşünüyorum.
Trabzon’2010’da filizlenmiş, Türk futbolunu 3-4 turnuva sürüklemeye aday Selçuk-Burak-Umut telepatisinden faydalanmamak, Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak gibi. Topu topu 5-6 tane olan uluslararası yıldızımızın 2-3’ünü kenarda oturtmak buradan bakınca pek kolay anlaşılmıyor. Hocanın teknik kadrosu kurulurken de “hocanın arkadaşları” kriteri gözetildiği, milli takım teknik ekibi “Avcı ve arkadaşları kıraathanesi” gibi kurulduğu için belli ki hoca kararlarını pek kimseyle tartışmıyor.
Ligin yıllardır en sorunlu filesine sahip, bir tane iyi eldiven çıkaramamış İBB’nin kaleci antrenörü Haluk Hoca’nın hangi kıstasla milli takıma geldiğini zaten anlayamadım. Buruk ve Korkut’sa Türk futbolunun geleceği, pırıl pırıl genç hocalar. Milli takım geniş kadrosu içinde yüzde yüz olmalılar. Ama kariyerinde hiç yarışmacı olmamış, ligde en iyi derecesi altıncılık olan Avcı’nın yanında sadece antrenörlük kariyeri sıfır olan gençler değil, bir de tecrübeli hoca olabilirdi. Tolunay Hoca olabilirdi mesela. Tartışırlardı belki. En doğruyu bulurlardı bir arada.
Olmadı. Bu kez de milli takım kadrosu, yangından mal kaçırır gibi, Hiddink’in gidişinin üstünden 12 saat geçmeden kuruldu. Dün de yazdığım gibi belli ki federasyon yönetimiyle milli takım teknik ekibi arasında güzel bir telepati vardı, bundan faydalandılar...
Şimdi milli takımın aynı süratle Selçuk-Arda-Burak-Umut arasındaki telepatiden faydalanmasını bekliyoruz biz. Çünkü esas istediğimiz şey Terim döneminde olduğu gibi her basın toplantısında yeni bir aforizma öğrenmek değil, sadece Haziran 2014 için bir Brezilya bileti...

Haberin Devamı