Tatil "Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi"

"Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi"

04.10.2017 - 16:33 | Son Güncellenme:

Türkiye’de düzenlenen ilk “Ultra Maraton” olma özelliğine sahip “Likya Yolu Ultra Maratonu” 1 Ekim tarihinde sonra erdi. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da zorlu mücadelelere sahne olan Likya Yolu Ultra Maratonu yerli ve yabancı toplam 297 sporcunun katıldığı Fethiye Ölüdeniz’den başlayan maraton Antalya Çıralı’da bitti. Ultra Maratonculuğun zorluklarını ve etkilerini türkiye'yi uluslararası ultra maraton yarışlarında temsil eden ilk kadın sporcu Bakiye Duran ile konuştuk.

Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi

Etkileyici tarihi dokusu ve büyüleyici doğal güzelliği ile “Tarihi Likya Yolu” dünyanın en iyi rotalarından biri olarak diğer ultra maraton rotaları arasında öne çıkıyor. Toplam 509 km uzunluğundaki Tarihi Likya Yolu'nun yaklaşık 230 km'lik bölümünü kapsayan ve her gün bir etabı koşularak 6 günde tamamlanan olan Likya Yolu Ultra Maratonu (LYUM), parkurunun içinde barındırdığı ayırt edici özellikler ile dünyadaki benzersiz ultra maraton destinasyonlarından biri olarak tanımlanıyor. Bu spora gönül vermiş koşucular için hepsi ayrı birer cazibe unsuru olan yüksek zorluk derecesi, büyüleyici tarihsel dokusu ve eşsiz doğal güzellikleri ile LYUM, katılımcılara unutamayacakları bir deneyimi vaat ediyor.

Haberin Devamı

Maratonun proje danışmanlığını ve yarış direktörlüğünü dünyada birçok ultra maratonu tamamlamış olan Prof. Dr Taner Damcı üstleniyor. Katılımcıların ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilen konsept içerisinde yaratılan 6 farklı kategori ile herkese bu maratonun bir parçası olma ve heyecanlı atmosferi yaşama imkanı sunuluyor.

Zorlu maratonda dereceye giren sporcular ise şunlar oldu:

Ultra Maraton Kategorisi Kadınlar

1. Aylin Savacı Armador

2. Seda Nur Çelik

3. Rene Vollgraaff

Ultra Maraton Kategorisi Erkekler

1.Mustafa Kızıltaş

2.Hakan Kerimoğlu

3.Gürkan Açıkgöz

Discovery 6G Kategorisi Kadınlar

1. Sibel Adıgüzel

2. Özlem Soydaş

3. Anna Panina

Likya Trail Series 16,5K Kategorisi Kadınlar

1. Elçin Çoban

2. Elif Gül Bayındır

Haberin Devamı

3. Şenay Yılmaz

Likya Trail Series 16,5K Kategorisi Erkekler

1. Onur Ali İmren

2. Can Artan

3. Anıl Efe

Likya Trail Series 37,5K Kategorisi Kadınlar

1. Yonca Tokbaş

2. Şule Eren

3. Sanem Orfanlı

Likya Trail Series 37,5K Kategorisi Erkekler

1. Onur Yayak

2. Mustafa Onur Koç

3. Ali Mert Yavuzoğlu

Likya Trail Series 70K Kategorisi Kadınlar

1. Burçe Çelik

Likya Trail Series 70K Kategorisi Erkekler

1. Can Ayaz

2. Cevdet Coskun

3. Ozcan Köse

Türkiye'yi uluslararası ultra maraton yarışlarında temsil eden ilk kadın sporcu olan Bakiye Duran ile Türkiye'de ultra maratonculuğun gelişimini, zorluklarını kendi kişisel hikayesi üzerinden konuştuk;

Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi

Uğur Ugan: Kaç yıldır Ultra Maraton koşularına başladınız?

Bakiye Duran: Ben Ultra Maratonlara 2000 yılında başladım. Ultra Maraton’un ne olduğunu, nasıl bir yarış olduğunu, çeşitleri nelerdir hiçbir bilgim yoktu. Bir Alman turist grubu koşarken söylediler. Ultra Maraton yarışı düzenliyoruz davet etsek gelir misin diye. Ben de Ultra Maraton deyince böyle Avrasya maratonu gibi bir şey zannettim. Tabii ki gelirim falan dedim. Haberleştik ama ben o zamanlar hem öğretmenim olduğum için izin alamadım hem de para bulamadım zaten . Sonra ısrarlar üzerine gittim ve arkadaşım Osman Atakan Tekin’in sayesinde Hollanda’da bir yarış bulduk. Ben hemen gidip koştum. İlk defa o kadar uzun koştum. Türkiye’de ne öyle bir antrenmanınız var ne öyle bir yarış bilginiz var.

Haberin Devamı

Nedir, nasıl beslenilir, zorunlu malzemeler nedir hiçbir bilgim yok. Organizasyon bana bütün eksiklikleri tamamladı. İşte sırt çantası, çakı, ayna, dikiş iğnesinden makası cımbızı her şeyiyle öyle bir çanta oldu. Tabii çantaya da alışkın değilsin. Ben Avrasya maratonuna kısa bir şort ve atletle gitmiştim. Gün boyunca yağmur yağdı, güneş açtı, ormandan geçtik, tarlalardan geçtik, dağlardan geçtik, vadilerden geçtik, koş koş bitmiyor. 82. Km’ye kadar birinciydim. 82’den sonra yoruldum, ıslandım, şort sürttü, bacaklarım yara oldu, koltuk altlarım yara oldu, çanta sırtımda sallandı son kilometlerde iki bayan geçti beni, üçüncü olarak bitirdim. Bana çok büyük ilgi gösterdiler. Ben dedim ki bizim Türkiye’de böyle bir yarış yapılıyor ama böyle şaşalı olmuyor. Onlar dediler ki bu Avrupa Şampiyonu, sen Avrupa üçüncüsü oldun. Ben tesadüfen bilmeden bir 100 km’ye girmiş oldum.

"Davar gütmekten koşmayı öğrendim!"

U.U: Peki onun öncesinde neler yapıyordunuz? Yani koşuyor muydunuz?

Haberin Devamı

B.D: Ben çocukluğumdan beri köyde yaşadım.

U.U: Hangi köyde?

B.D: Samsun’un Havza ilçesi İlmiye köyünde. Tabii çiftçi ailesi çocuğuyum. Gerçi babam devlet memuruydu ama yine köyde yaşıyorduk. İşte koyun güttüm, inek güttüm, tırpan biçtim, orak biçtim, sap yedim, harman dövdüm. İşte bahçe suluyorsun, ağaç kesiyorsun, odun taşıyorsun. Vücut alışkın. Hem 100 km koşmak biz zaten sabah 6’da kalkıyorduk gece 12’lere kadar çalışıyorduk. Bana çok bir şey gelmedi yani. 'Oha' dedim bu da spormuş.

U.U: İlk yapmaya böyle karar verdiniz yani? Anlattığın hikaye gibi.

B.D: Evet, gördüm ki yapabiliyorum.

U.U: Sizi buna teşvik eden biri oldu mu hiç? "Hadi yap seni destekleyelim" diye?

B.D: Hayır. Türkiye’de hiç kimse bilmiyordu. Ben Türkiye’ye döndüğümde 100 km falan koştuğumu söyledim, herkes beni yadırgadı 'yalan söylüyorsun öyle bir yarış yok ne 100 km’si' diye. O zaman şöyle bir şey vardı. Şimdiki sporcu bir yılda en fazla iki maraton koşabilir. Üçüncü bir maraton koşamaz, dayanamaz diye. Ben 100 km koştuğumu söyleyince bayağı bir ciddi kavga ettiler, yalan söylüyorsun falan diye. İnternet ya da telefon da yok, mektuplarla haberleşiyorduk. İspat etmem de zor oldu zaten ama dış basın yazdı. Sonra beni Arka Oda’ya davet ettiler. Ben sürekli yol parası bulamadığımı ve izin alamadığımdan söz ettim.

Haberin Devamı

Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi

U.U: Çalışıyor muydunuz o esnada?

B.D: Öğretmendim.

Ben böyle kaçak raporla izin kullanıp işte yurtdışlarına yarışlara gittim. İsviçre’de bir ayda işte 100 kez gece yarışı koştum. İlk İsviçre’de koştuğumda beşinci oldum. Sonra İsviçre 110 km dağ yarışı koştum ve rekor kırdım. 11 saatte bitirdim. Onlar şok oldular yani senin antrenmanın mı var nasıl oluyorsun diye. Yani kedi gibi böyle yıldızlara bakar gibi. Çünkü ben çok davar güttüm.

Gece korkum yoktur, yaban hayvan korkum yoktur. Çok iyi iz takip ederim, kokusundan bile alırım yani. Bir de mantık kullanıyorum koşarken bu rotayı bulmak için o da köy yaşantımdan geliyor.

Onun arkasından İtalya’da Verona’da pist dünya şampiyonasına davet edildim. 100 km’yi 8 saatte koşarak dünya üçüncüsü oldum.

"Ultra Maratonun temelinde eski yaşam biçimleri var"

U.U: Ultra Maraton’un mantığını biraz anlatır mısınız? Yani tam olarak ne olduğunu?

B.D: Ultra Maraton aslında bir yaşam biçimi. Ultra Maraton’un kökeni de çok eskiye dayanıyor. Ya her ülkede farklı kökeni var. Benim kökenim Kazan Tatarı. Asya ülkelerinde ulak diye bir haberleşmeyi sağlayan meslek varmış hatta bu Türklerde çok ileriymiş yani.

Devletin kıymetli evrak, ziynet eşyası, para, haberleşme, ordunun haberleşmesini işte koşarak götürüyorlarmış. Aylarca mesela koşuyor. At bile dayanmıyor o kadar. Çünkü atı da götürmek, beslemek, bir de at görünür bir hayvan. Bir çoğu kaçak yollarda gizli gidiyor haberleşmelere. O kadar iyi gelişmiş ki ulaklık mesleği sonra vasıta geliştikten sonra boşta kalmış. Sonra bunu insanların psikolojisini düzeltmek için aynı rotayı yeniden düzenlemişler. Önce ulak seçmek için sınav yapıyorlarmış. Herkes çalışıyormuş, ulak olabilmek için yarış yapılıyormuş. Yani sırtındaki çantasıyla yüküyle beraber en hızlı en dayanıklı olanlar seçiliyormuş. Orada öyle gelişmiş. Mesela Afrika’da da İngilizler, Almanlar, Fransızlar Afrikayı işgal edince büyük savaşlar olmuş. Komanda askerleri savaş bitince boşta kalmışlar. Bu sefer de bir tane general çıkmış, savaş alanına gidip bir tane yerli rota yapmış, orada bunların psikolojisini düzeltmek için savaş vermiş gibi koşturmaya başlamış. İşte Güney Afrika’da Ultra Maratonlar gelişmiş ama Ultra Maraton demiyorlarmış.

Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi

Başka isimlerde. Amerika’da da buna benzer işte Kızıldereliler şunlar bunlar falan zaten dağda yaşıyorlar. Onlar da şehir hayatına geçince eski adetlerini bırakmamışlar yine avcılık rotalarını bu sefer avcılık yapıyormuş gibi spor yaparak geçirmişler. Şimdi buzullarda Grönland’da var, İsveç'de buz yarışı var. O işte o soğukta kalmak, buzdan yapılan evlerde kalmak. Oralarda da bu şekilde gelişiyor ama her farklı ülkede farklı Ultra Maratonlar gelişmiş, hepsinin temelinde de eski yaşam biçimi oluşmuş.

"Türkiye'de ilk defa ben koştum"

Türkiye’de ilk defa ben koştum. İlk kadın diye söylüyorlar ama hani erkekler de koşmamış.

Kimse Ultra Maraton diye bir şey bilmiyormuş. Ben de bilmiyordum zaten. Ben geldim böyle anlattım ama federasyon bile karşı çıkıyor. Öyle bir şey yok diye. Sonra ben Çekmeköy’de Ultra Maraton yarışları düzenlemeye başladım. Ama böyle yani çok ümitli değil de işte 50 km. İlk defa 50 kişiyle 50 km’lik yarış yaptım. İşte zorunlu malzemeler, sırt çantası falan. Tabii millet çanta bulamıyor, tepe lambası bulamıyor, el feneriyle gelenler var, çoban çantasıyla gelen var, bel çantasıyla gelen var. Zamanla öğrenecekler tabii. Nitekim 1, 2, 3 derken Çekmeköy’de biz 26 tane Ultra Maraton yapmaya başladık.

Sonra insanlar bunu öğrenmeye başlayınca farklı farklı şehirlerde Ultra Maraton düzenlemeye başladılar. Likya Yolu başladı 6 günlük.

"Türkiye’ye geldiğimde yumuşak bir şey görmek istemedim"

U.U: Peki koştuğunuz en zorlu etaplar hangileriydi? Şu ana kadar aklına gelen?

B.D: Valla en zor yaşadığımız ekip olarak macera yarışına gittik. İçinde Ultra Maraton’da var. 6 gün Patagonya’da yarıştık. Patagonya’da bataklıklarda hiç durmadan 300 km gittik.

300 km hiç durmadan. Gece gündüz uyumadan. Sonra biz set etabına başladık. Set etabı da çok zordu. O And Dağları’nı bir setten aşmak. Sonra tekrar trekking yaptık. Buzdağı üzerinden geçtik.

Macellan Boğazı’nı kürek çekerek geçtik. Yani ulaşamadığımız yeri denizi kürek çekerek geçtik, koşamayacağımız yeri bisikletle geçtik dağları. Sonra bataklıkları bisiklet de olmuyor tabi bataklıkta koşarak geçtik. O inanılmaz zordu. Çok bataklık geçtik ve günlerce böyle sert bir kaya aradık ki üzerine oturalım diye. Çamurda suyun içine çadır koyup devam ediyoruz. Ve inan ki Türkiye’ye geldiğimde yumuşak bir şey görmek istemedim. Muz yemedim cıvık diye.

Sabahları kalktığımda kendimi bataklıklarda görüyordum, fırlayıp uyanıyordum. Sonra dedik ki ekip olarak biz başka bir yarışa gidelim, unutamıyoruz. O hep bataklık korkusu o şeyler var, kunduzların tuzakları o çukurlar. Biz ölüm vadisi gibi bir yerden geçtik. Kaybolursak aramayız dediler. Ona göre gidin. Biz o yarışı dünya üçüncüsü olarak bitirdik.

U.U: En aklınızda kalan zorlu yarış olarak bunu mu hatırlıyorsunuz?

B.D: Öbürleri de zordu yani dağ yarışı olup da kolay olmaz. Ama 6 günlük etaplı yarışlardan koşma en zoru Likya Yolu. Zemin çok zor.

"Koşarken sürekli yeni yerler görmek..."

Ultra Maraton bir yarış değil, yaşama biçimi

U.U: Peki koşmanın sizde bıraktığı his ne? Yani koşarken sizi ne motive ediyor? Ne hissediyorsunuz? O an ne düşünüyorsunuz? Aklınızdan neler geçiyor?

B.D: Ben çocukluğumdan beri hep gitmediğim yerlere meraklıyımdır. Öyle koyun güderken, inek güderken bu dağın arkasında ne var, bu vadi nereye gidiyor, bu ırmak nereye akıyor. Çok meraklıydım çocukluğumdan beri. Hatta böyle koyun, inek güderken inekleri bir yere koyunları bir yere iyi bir vadiye sürerken esas olarak çok dolaşırdım böyle. Akşama eve geldiğimde perişan gelirdim. Annem diyordu ki kızım bu inekleri ağabeylerinde güdüyor ama hiçbiri senin gibi perişan gelmiyor diyordu. Çok keşife meraklıyım.

Koşarken de sürekli yeni yerler görmek, yeni bitki örtüsü, işte geçim kaynakları yeni yerleşim yerleri onların geçim kaynağı, toprak yapısı, kaya yapısı, kimyacı olduğumdan dolayı da çok meraklıyım.

İşte çölleri çok merak ediyorum. Buz çöllerini çok merak ediyorum. Coğrafi şekilleri, oluşumları, hep sürekli hani daha yeni yerler görmek dünyayı keşfetmek, böyle bir keşif ruhu.

Ve hiçbir zaman da kaç km koştuğum hayatta aklıma gelmez. Yani hep ileri.*

U.U: Peki daha önce başka sporlar yapmayı denediniz mi hiç? Diğerleriyle kıyaslarsan koşmayı başka bir yere koyuyor musunuz hepsinin arasında?

B.D: Voleybol, basket, futbol, masa tenisi oynadım. Hepsi takım sporu ve partner gerekiyor. Teniste oynadım partner gerekiyor ve bir yaştan sonra da takım bulmak takıma girmek zor.

Sürekli iyi gençler geliyor ve de ekonomik olarak bir getirisi yok. Daha çok zaman alıyor. Maraton koşu sporları özellikle arazi sporları hem benim kişisel yapıma uygun. Çünkü araziye çok meraklıyım, hem şehir hayatı çok sevmem.

"Biz zaten doğanın bir parçasıyız"

U.U: Nerede yaşıyorsunuz İstanbul’da?

B.D.: İstanbul Çekmeköy’de yaşıyorum. Ben sırf orman olsun diye Çekmeköy’e taşındım. Ormana yakın olayım diye. Zaten köyde hayatımız ormanda kırsal alanlarda geçiyor.Ee böyle mağaza, alışveriş marketi öyle bir şey çocukluğumuzda görmediğimiz için daha çok arazi seviyorum. Kuşlar, böcekler, kaplumbağalar, yılanlar...

U.U: Sizden sonra gelen gençlere ne söylemek istersin? Bu spora gönül vermek isteyen insanlar olacak, insanlar etkilenecekler.

B.D: Ultra Maraton bir koşu yarışı değil, bir hayat yaşam biçimi. Uzun yaşayan 100-120 yaşına gelmiş bir insana 120 yıl hiç mi usanmadan nasıl yaşadın diye sormak çok abes olur. Önümüze hangi zorluk gelirse ekonomik zorluk olur, hastalık olur, işte aç kalırsın, susuz kalırsın, her şeyi yaşarsın ama yaşanmış geçer gider. Ultra Maraton’da bir yaşam biçimi. Önümüze ne geliyorsa yaşıyoruz. Zorluk olur, sıcak olur, yağmur olur, böcek ısırığı olur, sinek olur. Yani her türlü zorlu engele hazır olmaktır Ultra Maraton’cu olmak. Aslında bir yaşam biçimidir ve yurtdışındayken ben çok soruşturdum. Niye siz çöllerde bu kadar sıcakta koşuyorsunuz diye. Şöyle diyorlar:

Biz zaten işte lüks otellerde lüks restaurantta mecburen yaşıyoruz. İşimiz bu. Ve biz doğal bir tilki gibi kertenkele gibi doğanın bir parçası olmak istiyoruz ve bu türlü arazi yarışları insanların zekasını, bedensel gücünü, mental gücünü, mantık gücünü daha çok kuvvetlendiriyor. Bir Ultra Maraton yani uzun süre koştuktan sonra araziye o kadar çok alışıyorsun ki tabii aç kalmaktan yağmurlardan kış gelecekmiş yaz gelecekmiş korkmuyorsun. Sonra fakirlik olmadan da yaşıyoruz.

Ne kadar lüks bir villa olursa olsun o beni açmıyor ama sağlıklı olayım, yine o dağlarda koşayım. O yılanlar, böcekler, kartallar gibi gezeyim, doğanın bir parçası olayım. Biz zaten dağın bir parçasıyız. Çok üstün bir yaratık değiliz aslında.