Vitrin Mahalle kültürü

Mahalle kültürü

24.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Mahalle kültürü

Mahalle kültürü
24 Ekim 1998
Nazire KALKANCI

Ben çocukken mahalle kültürü almadığım için mahalle arasında vakit geçirmeyi ve bu kültürün ayrılmaz bir parçası olan köşebaşı dükkanlardan alışveriş yapmayı pek bilmem. Diğer çocuklar gibi bakkala ekmek almaya ise hiç gönderilmedim. Taksim - Talimhane'de yani kentin tam göbeğinde oturuyorduk ve orası gerçek bir mahalle sayılamayacağı için etrafta fazla bakkal - çakkal yoktu. Olan birkaç esnaf da İstanbul'un levantenleriydi. Örneğin çok zarif İtalyan bir kasabımız olduğunu hatırlıyorum. Düşünebiliyor musunuz? Bir de aynı sokakta iki yaşlı Musevi kardeşin işlettiği İki Kapılı Eczane vardı. Sanırım hala var. Bir de uzun zaman önce kapanan küçük bir tuhafiyeci.
Tek Türk esnaf arada sırada el arabasıyla İtalyan kasabın önünde tezgah açan nur yüzlü Musa Efendiydi. Musa Efendi, yana yatırdığı lacivert beresi ve küçük, yuvarlak Çinli gözlükleriyle şimdiki kara kaşlı kara gözlü manavlara hiç benzemezdi.
Bunların dışında ne bakkal ne de kırtasiyeci bulunurdu. Apartman kapıcıları sabahları ekmek almak için Tarlabaşı'ndaki fırınlara giderlerdi. Kalemtıraş almak için bile İstiklal Caddesi'ne çıkardık. Köşebaşı pastaneleri ve fırın gibi şeylere yabancıydık. O zamanlar gerçek bir park olan Taksim Parkı'nda oynuyorduk ve pastane deyince de aklımıza Divan geliyordu.
Gerçek bir mahallede yaşamadığımız için Balıkpazarı bizim için adeta bir semt pazarı gibiydi. Diğer İstanbulluların arada sırada uğradıkları ya da özel alışverişleri için geldikleri Balıkpazarı bizim gibi Talimhane'de yaşayanların en sık uğrak yerlerinden biriydi. Hem şarküteri, taze meyve ve sebze gibi yiyecek ihtiyaçlarımızı karşılardık hem de pazarın içindeki dükkanlardan çocuklara kitap, defter vs. alınırdı. Yıllar sonra eşsiz olduğunu düşündüğüm Balıkpazarı'nın çok benzeri Kudüs'te karşıma çıktı. Tek farkı Kudüs'teki pazarda bizim alışık olmadığımız tarzda açıkta kurabiye türü pastane ürünlerinin satılmasıydı. Şimdi Kadıköy yakasında büyük, modern bir sitede oturuyorum. Sitenin bulunduğu sokakta caddenin girişindekini de sayarsak 4 tane eczane var. Birbirine yakın mesafede 2 tane de pastane. Bakkal irisi marketler neredeyse gece yarısına kadar açık. Sanırım süpermarketlerle rekabet etmenin yolunu böyle bulmuşlar. Mahalle sakinlerinin acil ihtiyaçlarını çalışma sürelerini uzatarak karşılıyorlar. Hem evlere servis gibi bir kolaylık da sunuyorlar. Bunların biri bizim siteye ait bloklardan birinin altında. Birkaç ay önce tam karşımızda bir tane daha açıldı. Her cumartesi günü pazar kurulmasına karşın yine de etrafta bir sürü manav göze çarpıyor.
Kuruyemişçi de var, lostra salonu da, tekel bayii de, fırın da. Hatta iki hanımın işlettiği yalnızca sökük dikmek, pantolon paçası kısaltmak gibi ufak - tefek dikişleri yapan bir terzi dükkanı bile mevcut. Birkaç ünlü markanın ürünlerini getiren butiği de ekleyebiliriz. Motta'sından Pizza Hut'ına kadar ne ararsan burada. Evlere servis yapan kebapçı, pizzacı, mantıcı gibi yerlerin ise haddi hesabı yok. Çekmeceler bunların kartlarıyla dolu. Özellikle geçtiğimiz yıl ev yemekleri yapan birkaç yer birden açıldı.
Anladığınız gibi çocukken yaşadığım çevrenin neredeyse tam tersi bir yerde yaşıyorum. Eskiden kalem almak için İstiklal'e çıkarken şimdi mahalleden dışarı adımımı bile atmadan neredeyse bütün temel ihtiyaçlarımı karşılayabilirim. İlk zamanlar sitenin altında bakkal olmasını yadırgamıştım. Hala da hoşlandığım söylenemez. Çevredeki sıradan esnaf bolluğu ise küçük bir kültür şoku etkisi yarattı. Semt pazarı hiçbir şekilde ilgimi çekmiyordu. Trafiği tıkadığı, apartmanın otoparkından çıkışı engellediği için kızıyordum bile. "Domates - patates için bu rezillik çekilir mi?" diyordum.
Zamanla bütün bunlara alıştım. Artık ben de telefonla şunu - bunu sipariş edip, duruyorum. Hatta pazardan taze incir ve ceviz almak gibi birtakım sonbahar zevkleri bile edindim. Arkadaşım bana gelirken mutlaka köşedeki pastaneye de uğruyor. Balıkpazarı'nın büyüsünü bulamasak da Carrefour'un balık reyonu da hiç fena sayılmaz.
Zaten artık İstanbul'un neresine gidersem gideyim İtalyan bir kasaptan alışveriş edemeyeceğimi de gayet iyi biliyorum.