Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dokuz Eylül Üniversitesi’ne yönelik yargı kararları, Cumhurbaşkanlığı makamını yeniden tartışmalı hale getirdi. Oysa bazı makamların, her türlü gerginliğin ötesinde tutulması gerekir. Ki bunların en başında da Çankaya geliyor.
Türkiye bir hukuk devleti. Bu yüzden, hiç kimse yargı kararlarını yok sayamaz. Tam aksine, hukukun üstünlüğü için elbirliğiyle mücadele gerekiyor. Bu kurumların en başında da yine Çankaya var.
Cumhurbaşkanlığı, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de birliğimizin, bütünlüğümüzün, devletimizin sembolüdür. O sadece kendini seçenlerin değil tüm ülkenin cumhurbaşkanıdır.
Bütün bunları niye bir kez daha hatırlatma gereği duyduk? Çünkü, Cumhurbaşkanlığı makamı, Dokuz Eylül kararı nedeniyle kendisini hiç de hoş olmayan bir tartışmanın odağı haline getirdi.
Konuya ilişkin olarak Milliyet İnternet’teki habere yazılan yorumlar, bunun en açık göstergesi. Öylesine sivri eleştiriler vardı ki, haklı da bulsak içimize sinmedi. Çünkü eleştirilen makam, Atatürk’ün oturduğu makam.
Ağır eleştiri yönetenlere “Ne yapıyorsunuz, yakışık aldı mı?” diye çıkışmadan önce, onları bu noktaya getiren Sayın Gül’e sormak gerekir:
Rektör atamalarında daha özenli olunamaz mıydı?
Örneğin, YÖK yasasının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği çok daha titiz incelenemez miydi? Söz konusu atama gerçekleşmeden önce, Füzün’ün tam gün yasasına geçip geçmediği araştırılamaz mıydı?
“Efendim, daha önce de böyle yapılmış” şeklindeki bir gerekçenin ve yanlışı yanlışla savunmanın hukukta yerinin olup olmadığı sorgulanamaz mıydı?
En önemlisi de danışmanlarınızın “Böyle bir yetkisi var, istediği gibi kullanır“ yaklaşımı, daha önceki söylemlerinizle çelişmiyor mu?..

Profesör olmak yeter mi?

Çankaya’nın mahkemeye gönderdiği yazıda, rektör seçilebilmek için profesör olmanın yettiği dile getiriliyor. 2547 Sayılı YÖK Yasası’na göre, gerçekten de öyle. Ama bu kadarı yeterli mi? Her profesör, rektör olabilir mi? Oturduğu koltuğun hakkını verebilir mi?
YÖK yasasının, özellikle de rektörlük seçimi ve atanma usülünün tepeden tırnağa yanlış olduğunu dile getirmeyen yok. Kurulduğu günden bugüne kadar parti liderlerinden başbakanlara, YÖK’ten cumhurbaşkanlarına kadar herkes eleştirdi. Herkes yanlış olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Ama herkes geldi geçti, YÖK hâlâ dimdik ayakta!
Gül de, kendisinden önceki cumhurbaşkanları gibi, rektör atamaktan hoşnut olmadığını vurguladı. Ama bu konuda bir şey yapmadı. Dahası, oturduğu makamı tartışmalı hale getirdi.
Tekrar başa dönersek, öküzün altında buzağı aramaya hiç gerek yok. Ortada YÖK yasasından doğan bir boşluk var. Faturası da Rektör Füzün’e çıkarılmaya çalışılıyor. YÖK ve Çankaya şunu diyebilseydi, hiç sorun yaşanmazdı:
5 Ağustos’ta göreve atandınız ama yasa tam günü zorunlu kılıyor. Bu yüzden YÖK toplanıp sizin hakkınızda tam gün kararı alıncaya kadar bekleyin ya da vekâleten yürütün...
Çankaya ve YÖK bunu yapacağına, eskiden şöyle olmuş, böyle olmuş ya da Cumhurbaşkanı’nın yaptığı atamalar, sanki kral ya da imparatormuş gibi tartışılamaz diye bir savunmanın içerisine giriyor.
Yargının içerisine sindiremediği de zaten bu. Tamam Cumhurbaşkanı istediği ismi rektör olarak atayabilir ama daha önce ya da daha sonra yaşanan süreçte hukuka aykırılık varsa, o da masaya yatırılır ve gereken yapılır diyorlar ki, haklılar.
YÖK 3 Eylül’de toplanıp geriye dönük bir karar alacağına, 6 Ağustos’ta toplanıp ivedi bir karar alabilirdi. Ama yapmadı.
Siz bütün sistemi altüst edip deneyimli üyeleri ve bürokratları saf dışı bırakırsanız olacağı buydu.
Bu kaos ortamında en masum olan iki kişi var. Biri, sandıktan birinci çıkmasına rağmen veto yiyen Sedef Gidener, ikincisi ise YÖK ve Çankaya’nın özensizliği nedeniyle rektörlüğü tartışmalı hale gelen Mehmet Füzün. Ama maalesef şu anda en büyük sıkıntıyı onlar yaşıyor. Kaosu yaratanlar ise hatalarına kılıf arıyorlar...
Özetin özeti: Kimsenin oturduğu makamı yıpratmaya hakkı yoktur. Gün gelir hukuk onlara da lazım olur!..