Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Bugünkü eğitim siste- minden memnun musunuz?” diye bir anket yapılsa, “Memnunum” diyeni bulmak çok zor olabilir.
Herkesin, öyle ya da böyle, kendisine göre bir gerekçesi mutlaka vardır.
Ama memnun değiliz diyenlerin başında eğitime yön verenler gelirse, işte o şaşırtıcı olur!
Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim sistemimizde ciddi reformlar yapıldı. Peki, bu reformlar işe yaradı mı?
Evet ya da hayır demeden, isterseniz gelin önce şu söylenenlere bir göz atalım.
İlki, mesleğine âşık bir öğretmenin 15. yılında geldiği son nokta, ikincisi ise çok daha önemli mevkide bulunan bir isme ait!
“Mesleğinizden memnun musunuz diye sormuşsunuz.
Cevap veriyorum: Hayır, hayır, hayır!
Hiç memnun değilim. Dünyanın en zor işini yapıyorum.
Sırtımda taş taşısam, bu kadar yoğrulmam.
40 dakikalık ders, sırası geliyor hiç bitmiyor.
30 öğrenciyi, küçücük bir odaya dolduruyoruz ve 40 dakika, sizi dinlemeleri için uğraşıyoruz.
Onların derdi, bir an önce, 10 dakikalık teneffüse çıkmak.
Teneffüste de, bahçede, koridorda, her yerde başlarında bekliyoruz.
Çocukları gözlerinin önünde düşünce hiç sorun olmayan veliler, okulda düşünce kıyameti koparıyor.
Süpermen öğretmenler, okul bahçesinde oynayan 300-400 çocuğa gözü gibi bakmak zorunda.
Ödev verirsin, evde yaptırmak zor gelir, ne çok ödev veriyor bu öğretmen derler.
Vermezsiniz, bu kez de, bu ne biçim öğretmen, ödev bile vermiyor diye eleştirirler.
Hasta olursun, rapor almazsın, yoksa çocuklar öğretmensiz perişan olur.
Bu yüzden ayakta iyileşmeye çalışırsın.
Doktor bana, bir hafta konuşmayacaksın, boğazını dinlendireceksin dedi!
Peki, bu nasıl olacak?
Öğretmenin, konuşmadan, sınıfta ders yapması mümkün mü?
Çok sevdiğim mesleğimden, zorla nefret ettiriyorlar...”
Her şey yanlıştı!
Ve ikinci görüş:
Öğrenciler, devlet, toplum ya da aile dayatmalarına göre değil, bireysel yeteneklerine göre yönlendirilecek.
8’inci sınıfı bitiren öğrenciye, puanına göre, hangi liseye, hangi üniversiteye gideceği, dayatılmayacak!
Zekiyse fen lisesine, puanı düşükse meslek lisesine gönderiyoruz. Ne okuyacaklarını, nasıl öğreneceklerini, hangi meslek sahibi olacaklarını, çok önceden belirliyoruz.
Bireysel yetenekleri doğrultusunda, içlerinden gelen farklılıklarıyla, yetişmelerini mi sağlayacağız buna karar vermemiz lazım.
Bunu yapması gereken kurum, tabii ki yine Milli Eğitim Bakanlığı. Yeni bir kurgu yapıp bu kez de o kurguya göre çocuk yetiştirelim derseniz bu da başka bir dayatma olacaktır.
MEB bu anlamda, sektör üzerindeki belirleyiciliği azaltan, eğitim sisteminin bu anlamdaki dayatmacılığından uzak bir yapıyla, yeni dönemde, eğitim ortamları, eğitim kuramları, eğitim felsefesini yeniden inşa etmelidir.
İmparatorlukları yıkan ve bugünkü ulus devlet yapısını oluşturan eğitim sistemi tüm dünyada kullanılıyor.
Herkes, bu hükümet döneminde eğitim sistemi çok değişti eleştirisi yapabilir ama ben Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de eğitim sisteminin hiç değişmediğini söylüyorum.
İlkokulu 5’ten 4’e indirmek, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmak, liseye geçiş sınavını ve üniversite soru modelini değiştirmek, eğitim sistemini değiştirmek değildir.
Eğitim sistemi çok değişti diyenler, asıl değişimin gelmesini istemeyen, statükoyu destekleyenlerdir...
Bu sözler kime ait?
Yukarıdaki sözler çok çarpıcı.
Ama bu sözleri söyleyen isim, çok daha çarpıcı!
Yusuf Tekin!
MEB Müsteşarı.
Son üç bakanın sadece sağ kolu değil, beyni, eli, ayağı, her şeyi.
Bakanlar gidiyor, o kalıyor.
MEB’i o yönetiyor diyenler çoğunlukta.
Milletvekili hatta bakan olabilirdi ama kendisine bu görev biçildi ve yer yeniden oynasa da o görevinin başında.
Peki, elinde her şeyi değiştirebilecek güç ve yetki varken, o bile hâlâ niye şikâyetçi?
Belki de öncelikle, asıl sorgulanması gereken konu bu!..
Özetin özeti: Eğitimde çok sıkıntılar var ama en acı olanı, bu sıkıntıların nedenleri konusunda bile anlaşamıyoruz!