Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Birkaç günlüğüne hızlı bir Orta Avrupa turu yaptım.
Eski adıyla Çek Cumhuriyeti, yeni adıyla Çekya, Macaristan, Slovenya ve Avusturya.
Yorucu ama keyifli ve bir o kadar da öğretici bir geziydi.
Söz Hintli turistlerden açılmış ve manşetlere taşınmışken, yazıya oradan başlamak anlamlı geldi...
Ülke başkentleri turist kaynıyor.
Yerli halktan çok turist vardı.
İlk sırada da çekik gözlüler yani Asyalılar, yani Çinli, Koreli, Japon ve Malezyalılar ve sanki en çok da Hintliler vardı.
Viyana’da, Prag’da, Budapeşte’de, hemen her yerde onları gördüm.
Dikkatimi çekti, sordum, son yıllarda artan bir şekilde Avrupa’ya merak sarmışlar.
Bizde birkaç düğün yaptılar, o kadar.
Sanki düğüne değil de tarihe dayalı bir açılım içerisine girsek, çok daha başarılı oluruz. Çünkü kendilerine en çok da tarihi mekânlarda rastladım.
Her dört ülkenin en büyük gelir kaynaklarından biri hatta en önemlisi turizm.
Çok daha önemlisi bunun bilincindeler ve ciddi bir devlet politikası haline getirmişler.
Bunu her adımda hissedebiliyor, görebiliyor ve paylaşabiliyorsunuz...
Peki, biz bunu niye başaramıyoruz?
Çünkü öncelikli bir devlet politikamız yok!
Turist kaçışını, tek başına teröre bağlamak, yanlışların en büyüğü olur...
Turistler ne arıyor?
Eğitim ile turizm arasında öylesine çarpıcı paralellikler var ki şaşıp kalıyorsunuz.
Yurt dışı öğrenci trafiği ile turistlerin ülkeleri ziyaretleri arasındaki korelasyona baktığınızda hemen hemen aynı.
Hangi ülkede olursa olsun, aileler biraz paralandı mı, önce çocuklarını okumak için yurt dışına gönderiyor, sonra da kendileri o ülke senin, bu ülke benim diye gezmeye başlıyorlar.
Hemen her ülkenin zenginleri var ve ne kadar çok ülke gezerlerse, o onlar için bir statü kaynağı oluyor.
Özellikle de yeni zenginler ve beyaz yakalılar için...
Gezdiğimiz dört ülke de nüfusunun çok üzerinde turist ağırlıyor.
Elbette bizim gibi büyük ülkeler değiller ama sahip oldukları değerler de bizim kadar çok değil.
Sadece biz kıymetini bilmiyoruz o kadar.
Prag’a yaklaşık 1.5 saatlik mesafede bulunan Karlovy Vary, Çeklerin en küçük kentlerinden biri ama yılda 5 milyondan fazla turist ağırlıyor.
Dünyanın en önemli kaplıca, daha doğrusu ılıca kentlerinden.
Dünya tarihine damgasını vurmuş pek çok lider, sanatçı ömründe bir kez “Kralın Banyosu” anlamına gelen bu kenti ziyaret etmiş…
Kennedy - Kruşçev görüşmesi burada gerçekleşmiş. Son James Bond filminin önemli anları da yine burada çekilmiş.
Uzun süreli ziyaretçileri, ünlü Alman filozof Karl Marx, ünlü Psikiyatrist Sigmund Freud, Beethoven, Tolstoy ve bizim için hepsinden önemlisi Mustafa Kemal Atatürk var. Kaldığı otelin duvarına, gururla orada kaldığına ilişkin plaket asılmış.
Çok daha önemlisi, 1918’de daha her şeyin başındayken, bu kenti hafızasına kazımış ve Cumhurbaşkanlığı döneminde, Yalova Termal Tesisleri’nin de Karlovy Vary gibi olmasını istemiş v e günün koşullarında bunu da başarmış.
İki hafta arayla, her iki kenti de yakından gezdim, kaldım ve yaşadım.
Termal yerinde saymış, hatta gerilemiş, Karlovy Vary ise almış başını gitmiş! Çünkü sadece hastaları değil, refakatçileri düşünmüş.
Kaplıcaların tam karşısında Viyana Operası’nın biraz daha ufağı vardı!..
Turizmden vazgeçemeyiz
Turist yok diye elbirliğiyle ağlıyoruz.
Peki, getirmek için ya da geleni memnun etmek kim ne çaba harcanıyor?
Macarlar biraz bize benziyor. Hâlâ tam disipline olabilmiş değiller. Tutturabildiklerine fiyat veriyor, fırsatını bulduklarında kazıklamaya çalışıyorlar.
Ama diğer üç ülke için turist adeta baş tacı. Tüm sistemi memnuniyet üzerine kurmuşlar.
Bu noktada, bizim, asıl kendimizi sorgulamamız gerekiyor.
Gelen ne kadar memnun, gelmeyen niye gelmiyor?
Çok daha önemlisi bu konuda ne yapıyoruz?..
Turizm, ülkeler için altın yumurtlayan bir tavuk ve biz hâlâ bunun farkında değiliz.
Ağlayarak, sızlayarak, teşvik isteyerek, bir yere varamayız.
Bizdeki bu tarih, bu doğal güzellikler, bu misafirperverlik, bu iklim, başkalarında olsa neler yapardı diyenlerden değil, biz bunu niye başaramıyoruz arayışında olanlardanım.
Ülkemizi dünyaya tanıtmanın ve kendimizi en iyi anlatmanın yolu, onları konuğumuz olarak ağırlamaktan geçiyor. Üstelik para kazanarak.
Ve şunu çok iyi bilelim ki tarım ve turizmde başaramadığımızı, hiçbir alanda başaramayız...
Özetin özeti: İstersek yaparız. Yeter ki odaklanalım.