Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üniversite ve öğrenci sayımız hızla artıyor. Peki, ya akademisyen kadromuz?
İşte bu noktada, biraz durmak gerekiyor. Çünkü ne yeterli sayıda bilim insanımız var ne de artık bu kutsal mesleğe özenen gençlerimiz.
Fazla değil, 20 yıl öncesine kadar, fakültelerin en iyi öğrencileri, asistan olarak kalmak için birbiriyle yarışırlardı.
Niye?
Hem itibarları vardı hem de iyi bir maaşları ve parlak bir gelecekleri.
Peki, şimdi öyle mi?..
Hemen her açıdan yerlerde sürünüyorlar.
Bunun en önemli sorumlusu da hiç uzağa gitmeye gerek yok. YÖK’ün ta kendisi!..
Üniversite sayısı hızla artarken, her yıl için verilen kadro sayısı yarı yarıya azaldı!
Maaşlar uzun süredir yükselmiyor.
Başbakan Erdoğan ve bakanlar YÖK’e karşı oldukça mesafeli.
En önemlisi de YÖK neden paramparça ve neredeyse her karar, neden muhalefet şerhiyle alınıyor?..

YÖK de ağlıyor!
Herkesin kendine göre haklı gerekçeleri var derler. Doğru da. Hemen herkes YÖK’e yükleniyor da peki onların sorunları yok mu?
Var, hem de fazlasıyla.
Önceki gün Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde 222’ncisi düzenlenen Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) toplantısına katılan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, hem mevcut tablonun bir analizini yaptı hem de bu sorunlardan bazılarını dile getirdi.
Gelin önce bu tespitlere bir göz atalım, sonra da çuvaldızını niye önce kendilerine batırmaları gerektiğini hatırlatalım:

Özlük hakları
- Yükseköğretimde okullaşma oranı 1980’de yüzde 6 iken 2013 yılı itibariyle resmi istatistiklere göre bu oran yüzde 75’e ulaştı. Türkiye son yılda yükseköğretimdeki büyümeyle Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin okullaşma oranını yakaladı. Türkiye’nin yükseköğretim çağ nüfusu 2050’lere kadar 1 milyon 250 bin olacaktır.
- 12 yıllık zorunlu eğitimle, 2016’dan sonra, her yıl liseden mezun olan öğrenci sayısı bugünkü 850 binden 1 milyon 200 bin düzeyine yaklaşacak. Böylece yükseköğretime olan talep artacak, büyüme gereksinimi devam edecek.
- 133 bin öğretim elemanımız var. Bunların yüzde 45’i akademisyen.
- 2013’te açıköğretim hariç öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 48, öğretim elemanına düşen öğrenci sayısı ise 21’dir. Türkiye’nin diğer OECD ülkeleriyle karşılaştırmalı durumu incelendiğinde, önemli bir öğretim elemanı açığı olduğu görülmektedir
- 45 bin öğretim elamanına ihtiyacımız var. Her yıl yaklaşık 18 bin 500 öğretim elemanı sisteme dahil edilmelidir. Öğretim üyesi açığını telafi etmenin yolu nitelikli doktora mezunu yetiştirmekten geçiyor. Türkiye’de her yıl 4 bin 500 civarında doktora mezunu veriliyor. Bu sayı Amerika’da 61 bin, Rusya’da 27 bin, Almanya’da ise 25 bindir.
- İster nitelikli doktora sayısını artırmaya çalışalım, ister daha çok araştırma görevlisi istihdam etmeye çalışalım, sistemin önündeki en büyük handikaplardan biri, Türkiye’de şu anda öğretim elemanlarının özlük haklarının son derece dezavantajlı bir durumda olmasıdır.
- Akademisyenlik mesleğinin cazibesinin artırılması ve onların yüksek motivasyonla çalışabilmesi için eğitim öğretim yükünün makul düzeye çekilmesi, araştırmaya ayrılan zamanın artırılması ve maaşların tatmin edici düzeye yükselmesi gerekmektedir.
Sorumlusu kim?
YÖK Başkanı Çetinsaya’nın ortaya koyduğu sorunlara katılmamak mümkün değil. Ama sorunların bu noktaya gelmesinde YÖK’ün ve kendisinin hiç mi kabahati yok?
Mezun bile vermeyen bir üniversiteye doktora yapma izni dünyanın neresinde verilir, ilgili üniversitelere hiç sorulmadan kontenjanlar nasıl artırılır, hocası olmayan fakülteler nasıl açılır?..
Özetin özeti: Pek çok konuda olduğu gibi üniversiteler konusunda da birileri bizi kandırıyor ama kim?..