Arkas Türk Voleybol tarihi içerisinde bir ilki gerçekleştirmek suretiyle büyük bir başarıya imza atmış oldu. İzmir ekibi Avrupa Challenge Kupasını kazanan ilk Türk ekibi olma unvanına da erişmiş oldu. Galatasaray’ın 2000 yılında UEFA kupasını kazandığı dönemde konunun medyaya yansımasını yakından izleyen birisi olarak, Arkas’ın elde ettiği başarının medyaya nasıl yansıyacağını görebilmek için gazeteleri tek tek inceledim. Ne yazık ki
‘Arkas Şampiyon ama Türk Medyası Küme Düştü’ başlığının pazartesi günü
Türkiye; eskilerin deyişiyle ‘seçim sathı mahalline’ girdiğinden bu yana düzenlenen her mitingde toplumsal hayatın spor boyutuna ilişkin ilginç görüntülere sahne oluyor. Hangi kentte miting düzenlenecek ise, gerek başbakan gerekse de ana muhalefet partisi lideri kentin takımının renklerini taşıyan atkıları boyunlarına dolayıveriyorlar. Sadece liderler değil, belediye başkan adayları da geniş kitlelerle bağlantı kurmayı güçlendirebilmek amacıyla aynı yola başvuruyorlar.
Toplumun ideoloji üreten kurumları arasında bir karşılıklılık söz konusudur. Bu kurumlar toplumdaki iktidar örgütlenmesinin bir parçası olarak ortak duyunun inşasına katkıda bulunurlar. Geniş kitleleri etkisi altına alabilme gücü nedeniyle spor ülkemizde futbol iktidarların ve iktidara aday olanlar için vazgeçilmez bir alandır. Futbol üzerinden daha geniş kitleleri kucaklayabilme umudunun bir göstergesi olarak takılan atkıların büyük bir sembolik önemi bulunmaktadır.
Yerel seçim malzemesi
Ülkemizde futbolun gücünün boyutlarını öngörmenin ötesinde bu alanla sürekli bir birliktelik kurmayı hiç bırakmayan Turgut Özal sonrasında tüm siyasi partiler renklerini daha net ortaya koymaya başladılar. 80 öncesinin takım
İki hafta önce Milliyet Ege spor sayfasında yayınlanan ‘Tabutta Röveşata’ başlıklı haberde İzmir Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün insan sağlığını hiçe sayan uygulamasından söz ediliyordu. Temel görevlerinden biri sporcu sağlığı ile ilgili önlemleri almak olan Gençlik Spor İl Müdürlüğünün, 13 bin lira uğruna İzmir’deki spor tesislerini baz istasyonları ile donatması böylece gündeme taşınmış oldu. Bu ülkede yaşanan pek çok olayda olduğu gibi yetkililerin ağzından yine bildik cümlelerin dökülüverdiğini gördük. Tüm il içerisindeki sporun en yetkili kişisi ; gerekli izinleri aldık, yapılan ölçümler sonrasında verilen raporlarda istasyonların takılmasında sakınca olmadığı saptandı açıklamasının hemen ardından anahtar cümleleri ortaya döküyordu: ‘Biz bir devlet kurumuyuz. Kurumumuzda usulsüz, sağlığa zararlı iş yapılması söz konusu değildir.’
Çernobil faciası sonrasında dönemin bakanlarından birinin ‘çaylarımızda radyasyon yok, gördüğünüz gibi ben çayımı gönül rahatlığı ile içiyorum’ açıklamaları yine bu anlayışın örneklerindendi. Ancak son yirmi yıl içerisinde özellikle Karadeniz bölgesinde yoğunlaşan kanser vakaları, bakanın söylediklerinin ne yazık ki gerçek olmadığını ortaya acı
Geçtiğimiz hafta İzmir futbolu ve yönetimi başlıklı yazımda, İzmir’de futbol ve yönetim alanında yaşanan yanlışlıkları sıralamıştım. Bu hafta ise doğru bir model olarak ortaya konmaya başlanan Göztepe kulübünden söz edeceğim. Göztepe kulübü başkan vekili sayın Serdar Samur’la yaptığımız görüşme, İzmir futbolunun geleceği açısından umutlanmama neden oldu.
Karşımda kulübün taraftarların kimlik edinme sürecinde ne denli önemli bir yeri olduğundan haberdar olan ve bunu önemsediğini hissettiren bir yönetici olduğu için heyecanlandım.
Göztepe kulübünün taraftar potansiyeli ile doğru orantılı bir biçimde hızla eski güzel günlerine dönmesini arzulayan yönetim anlayışı son derece doğru tespitler üzerinde ilerlemektedir.
Yapılanma çok önemli
Futbolun, küreselleşen dünya üzerinde ekonomik entegrasyon açısından en net alanlardan biri olduğunun farkında olan bir yönetim anlayışından söz ediyorum. Bu anlayış sadece günü kurtaracak önlemlerin değil, geleceği şekillendirecek bir yapılandırma içerisinde olmak zorunda olduğunun bilincinde olarak hareket etmekte.
Daha önce kulüp binasına gittiğinizde karşılaştığınız manzara ile şu anda karşılaşacağınız manzara arasındaki fark bile
Türkiye’de futbolun son on beş yıl içinde yaşadığı dönüşümden en fazla etkilenen kent hiç kuşkusuz İzmir’dir. İzmir kenti Türkiye’de futbolun ilk oynandığı yer olmakla kalmamış, uzun yıllar boyunca çevresindeki kentlerde futbolun sevilmesinde ve yaygınlaşmasında da etkili olmuştur.
İzmir Türkiye’nin futbol sahalarındaki yolculuğunun sürdürülmesine İstanbul’dan sonraki en büyük katkıyı veren kenttir. İzmir’in, bugün geldiği durumun ipuçları aslında bu kentin kültürel ve toplumsal köklerinden de kaynaklandığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.
Osmanlıdan miras olarak devralınan çok kültürlü yaşam ve bu yaşama gösterilen hoşgörü anlayışı İzmir’i daha demokratik ve yaşanası bir kent haline getirmiştir.
Yanlış adımlar attık...
Bu yapının Türkiye’nin hiçbir kentinde bulunmadığını, İzmir’in batıya açılan pencere olarak ayrı bir yerde durduğunu görüyoruz. Bu demokratik yapılanmanın İzmir kenti ve futbolu açısından yarattığı en büyük dezavantaj ise bireyselliğin ön plana çıkması, kent için(futbol için-sanayi için vb. gibi)birlik ve beraberliğin sağlanamamasıdır.
İzmir kulüpleri tıpkı sanayicilerinde olduğu gibi 1980’ler sonrası dünyada yaşanan dönüşümü doğru okuyamadılar. Durumun
11-21 Ağustos 2005 tarihleri arasında İzmir’de başarıyla gerçekleştirilen Universiade oyunları ile kentimize çok sayıda spor tesisi kazandırılmıştı. Üzerinden yaklaşık dört yıllık bir zaman dilimi geçmesine karşın bu spor tesisleri işlevsel olarak kullanılamamıştır. Bu tesislerle tüm kenti kucaklayacak spor politikalarının oluşturulamamış olduğunu üzülerek izliyorum.
İzmir kenti için spor tesisleri ve böylesi bir organizasyonu yaşamak açısından Universiade organizasyonlarının büyük bir katkısı olmuştur. Organizasyon sırasında yaşanan tüm eksikliklere rağmen oyunlar başarıyla tamamlanmış ve ne yazık ki sonrasında tüm alanlarda nokta konmuştur. Yapılan tesislerin büyük bir kısmının atıl durumda kaderlerine terk edilmiş olması, kentimiz ve ülke sporu açısından büyük bir eksikliktir.
Öğrenci kazandırılacak
Önümüzde yapılacak olan yerel seçimler için belediye başkan adaylarına önerim bu tesisleri bir an önce atıl kapasiteden kurtarmaları olacaktır. Aslında bunun yolu geçtiğimiz haftalarda yazmış olduğum spor kültürü meselesi üzerinde biraz kafa yormaktan geçecektir. Valilik koordinasyonuyla, milli eğitim ve belediyeler arasında yapılacak bir protokol sonrasında tüm okullarda
Türk futbolunun kuruluşundan beri hakim olan üç büyük takım anlayışı (aslında Fenerbahçe ve Galatasaray) özellikle medyanın devreye girmesi sonrasında daha da ağırlık kazandı.
Futbol medyasını yakından takip eden herkes, hafızalarını biraz yokladığında her yıl, bu kulüplerden en az birinin veya ikisinin ortalığı ayağa kaldırdığını hatırlayacaktır. Kendi kulübünün haklarını koruduğunu ileri süren ve eski Fenerbahçe Başkanı Ali Şen’le beraber başlayan bu süreç, hızla Beşiktaş’ı ve Galatasaray’ı da esir aldı. Medyada daha fazla ses çıkaran yöneticiler, her ne hikmetse daha fazla takdir toplar oldular.
‘Ağır ol molla desinler’ özdeyişi, yerini daha fazla bağır çağır anlayışına terk ettikçe her geçen gün biraz daha fazla değerimizi yitirir hale geldik.
Değişim hızlandı
Toplumsal yaşam içerisinde kabul gören değer yargılarımız, yeni dönem içinde yerle bir edilirken, futbol da bundan nasibini fazlasıyla aldı. Oyunun güzelliği, yerini acımasız rekabete ve mutlak surette kazanma anlayışının yerleştirilmesine bıraktıkça, futboldaki değişim süreci de hızlandı. Canı yanan her kulüp, hemen medya önünde suçluyu deşifre ediyordu.
Federasyon/hakemler ve diğer kulüplerin yöneticileri
Türkiye’de spor kültürünün oluşturulamamasında iktidarların spora yaklaşımlarının büyük etkisi olmuştur. Geçen hafta özellikle 1980 sonrası futbolun ön plana geçirilerek seyre dayalı bir insan tipolojisinin yaratıldığından söz etmiştim.
Ülkemizde özellikle okulla spor ilişkisinin sağlıklı bir mecrada yürütülmüyor olması, bu soruna yönelik her türlü girişimin daha baştan itibaren sonuçsuz kalmasına yol açacaktır.
Bu açıdan Futbol Federasyonu’nun lisanslı futbolcu sayısını arttırma girişimleri umut vericidir.
Ancak bu girişimin başarılı olabilmesinin yolu okul-futbol birlikteliğini sağlayacak adımları atmaktan geçecektir.
Çünkü var olan eğitim sistemimiz içerisinde çocuklarımızın, gençlerimizin spor yapabilmeleri; ne yazık ki mümkün değildir. Hatta aileleri de özellikle sınav döneminde çocuklarının spor yapmalarını istememektedirler.
* * *
Aileler çocuklarını ilköğretimin başından itibaren dershanelerle, özel hocalarla sınavlara hazırlamakta ve çocuklarının başarılı olabilmesi için her türlü fedakarlığı yapmaktadırlar.