Sokaktaki terör

29 Kasım 2013

Bir gün gelip de agorafobi geliştireceğimi söyleseler hayatta inanmazdım. Genel olarak açık ya da kalabalık ortamlarda bulunmaktan korkmak olarak açıklanan bu kavrama kendi güvenli ortamını bırakıp insan içine karışmaktan çekinmek de dahil.
Ki normalde kentleri, kalabalıkları, metroları, otobüsleri, insan güruhu içinde kaybolmayı severim ben. Arada bir kendimi sessiz sakin doğal ortama kapatmakla beraber şehrin gürültüsünden şikayetçi de değilimdir. Misal, İstanbul’da evimi bile bile cadde üzerinde tuttum. Gürültüden korkmadım. New York’ta yaşadığım yıllarda dairemin penceresinden şu meşhur Broadway caddesinin levhası görünüyordu, düşünebiliyor musunuz? Bazen telefonda konuşabilmek için kendimi gardırobun içine kapardım. Ambulans sesi, itfaiye sesi, müzik sesi, bağıra çağıra konuşan Dominiklilerin sesi hiç kesilmezdi. Sabaha karşı üçte evin içine uçak girdi zannederek yataktan fırlamışlığım çoktur.

Kamer Genç sadece biri
Ama gel gör ki son zamanlarda sokağa çıkmaya korkar oldum. Sebebi etrafımızın Kamer Genç gibi adamlarla sarılmış olması. Her an kavga çıkartmaya hazır, toplum içinde yaşama adabını bilmeyen, anlayamayan ve öğrenemeyen erkek kalabalığıyla kuşatılmış

Yazının Devamı

Konuştuk derken?

26 Kasım 2013

İstanbul’da sanattan yana sıkıntı kalmadı. Hatırlıyorum da eskiden gidecek pek bir sergi bulamazdık. Şimdi istersen gün içinde dört beş tane gez, üstüne akşam oyunlardan oyun seç, beğen, git. Trafiği, İstanbul’un yağmurunu çamurunu, kaldırımlarda omuz savaşlarını göze alabiliyorsan dolu dolu bir gün geçirebilirsin. Öyle ki bir anda zihnin her türlü çerçöpten temizlenebilir, akşam Başbakan şunu demiş, Bülent Arınç şöyle toparlamaya çalışmış diye konuşmak yerine İngiliz meddah Russell Brand’in esprilerinden dem vurabilir, gördüğün sergideki işlerin orijinal mi yoksa litograf mı (taş basması) olduğunu tartışıyor olabilirsin. Ne olursa olsun gündem olaylarından daha akıl açıcıdır ve bizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak olan şeyler de bunlardır.
Ve inanın ben de bunlardan konuşmak istiyorum. Zira aslına bakacak olursanız benim hayatımdaki mevzular bunlar. Kendim yazarım, eşim çizer, bizim evde sohbetler bu minvaldedir. En kötü ihtimalle Spiderman’den, Batman’den konuşuruz.

Değişik bir mektup
Amma ve lakin, şimdi gel de Ekrem Dumanlı’nın Başbakan’a yazdığı açık mektuptan konuşma. Bakmayayım, görmeyeyim diyorum, olmuyor. İnsan bu kadar tuhaf içerikli bir mektubu

Yazının Devamı

Gül gibi akbil varken...

22 Kasım 2013

Yalnız mıyım yoksa nihilist duygular benim gibi memleketimizin insanına da sirayet etti mi? Gazetelerden, televizyondan, radyodan takip ettiğim haberler artık bende bir hiçlik duygusuna sebebiyet vermeye başladı. Ya da şöyle anlatayım; hani bir kelimeyi pek çok kereler tekrarlarsınız, sonra o kelime birden anlamını yitirir. Kendi adınızın bile ne demek olduğunu unutabilirsiniz. Küçükken çok oynadığım bir oyundu benim, bilmem siz de yapar mıydınız? İşte şimdilerde öyle bir haletiruhiyedeyim.
Kızlı erkekliydi, cinsiyetlerin ayrı eğitilmesiydi, dershanelerin kapatılmasıydı vesaireydi derken birden pıssss, kafamın içinde bir sessizlik. Bütün bunların gerçekten bir ehemmiyeti var mı?

Okuyacaksın da ne olacak?
En büyük yeğenim bu yıl Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyor. Bu yaşına kadar devlet okulunda okudu, sonrasında da istikamet aynı. Aslında ilgi alanı çoktan belli ve o doğrultuda yeteneği de olmasına rağmen harıl harıl ders çalışıyor. Çünkü İzmir’in Karşıyaka semtindeki hemen hemen bütün liseler Anadolu Lisesi olmuş. Eğer onlardan birine giremezse adresine denk düşen bir İmam Hatip Lisesi var, mecburen ona gidecek. Bizimki okuldaki din öğretmeninin tartışma kabul

Yazının Devamı

Hesaplı ölünmez

19 Kasım 2013

Edebiyat tarihinin en muvaffak isimlerinden biri olan Virgina Woolf gerçek bir Londra hayranıydı. Nasıl olmasın, şehrin tam ortasında doğmuştu, 22 Hyde Park Gate gibi herkesin hayalini süsleyebilecek bir adreste. Doğduğu şehir hem ona ilham kaynağıydı hem de insanlığa, hayata karşı duyduğu nefrete varan hislerin, belki de hiç bitmeyen depresyonunun temeli. Kendini çirkin hissettiği anlarda bile şehre sığınırdı. “Yaşlıyım, çirkinim” derdi, kendini sokaklara vururdu. “Londra’da yürü, insanları gör ve onların hayatlarını hayal et” diyerek teselli bulurdu.

Dün de bugün de aynı
Londra da Londra tabii. Güzel şehir. Daha önce de söylemiştim; sanayi devrimine rağmen değerlerini koruyabilmiş, yeşiline sahip çıkabilmiş bir şehir. O kadar ki bazen insan Woolf’un bugünü anlattığını zannedebiliyor. Aradan geçen yıllara rağmen sararmış yaprakların arasından fırlayan tanıdık bir şehir. Şüphesiz bunun şehrin her türlü modernleşmeye, dahası ikinci Dünya Savaşı’nda yakılıp yıkılmasına rağmen orijinal dokusunu koruyabilmiş olması ile bağlantısı var.
Hemen her daim depresyonun eşiğinde duran ve sık sık da içine düşen Woolf’u sonunda kocası hekim tavsiyelerine de uyarak Londra’ya trenle

Yazının Devamı

Komşum kudurmayacak ama...

15 Kasım 2013

Şimdi pek hatırlamıyoruz, eski günlerde kaldı, ama bir zamanlar kentlerimizin sokaklarında köpek terörü yaşanırdı. Bazı mahalleler vardı ki onlara giremezdin, çeteler halinde dolaşan azmanlar adeta mahallenin kabadayılığına soyunurlardı.
Ne kadar köpek seversen sev kulaklarına o akbile benzer şeyler takılmadan önce hayatı bize dar ettikleri bir hakikat. Büyükler tembihlerdi, sakın korktuğunu belli etme, anlarlarsa daha da saldırgan olurlar. Söylemesi kolay, uygulaması pek zor bir davranıştı o. Hır hır hırlayacaklar da sen de sükunet içinde yanlarından geçeceksin. Mümkün mü?
Çok eski devirlerden beri de öyleymiş hal. İstanbul’a gelen tüm yazarlar aynı durumdan bahis, yer yer şikayet etmiş. Daha önce Mark Twain’in 1800 sonlarında İstanbul’a gelip de hiç beğenmediğini anlatmıştım. Sebeplerinden biri başı boş gezen köpekler. Hemingway’inden Melville’ine, Paul Bowles’undan Agatha Christie’sine şehre gelenler kendilerini nasıl korudular bilemiyoruz ama bizler uzunca yıllar bu dertten mustarip zorlandık.

Taze bitti
Bir müddettir, şimdi de İstanbul’un adalarında böyle köpek çeteleri olduğunu duyuyordum, ahval nedir yerinde inceleme fırsatım olmadığından hakikati

Yazının Devamı

Bu da benim gürültü şikâyetim

12 Kasım 2013

Hayret, demek Türkiye’de gürültüden şikayet edilebiliyor, hatta polisler gelebiliyor ve hatta bir de ceza kesilebiliyormuş. Şaşırdım, çünkü benim deneyimlerim bu yönde değil.
Yazın sonuydu, İzmir’deydim, annemin evinde, eylül ortası gelmiş ama hava sıcak, kapı pencere açık oturuyoruz. Akşam oldu, yemekten sonra hep beraber oturduk, üst kattan kuzen indi, yan taraftan akrabalar geldi vesaire, muhabbet edeceğiz, bir yandan da o gün başlayacak bir dizi var, merak ediyoruz ona bakacağız. Tam tatlı tatlı konuşmaya başladık, bir davuldu zurnaydı başladı. Öyle bir gürültü ki sanki bizim evde çalıyor. Haydaa. Birbirimizi duyamıyoruz, televizyonun sesi yükseldikçe yükseliyor, sinirimiz de bozuluyor. Evin içinde birdenbire kaos havası. Annem gayet sakin oturduğu yerden, hah başladılar gene dedi. Ben bizim sokakta -ki ailemiz bu sokakta tam 90 yıldır oturmaktadır- daha önce böyle bir olay görmediğimden şaşırdım, ne başladı, dedim.

155 itibar etmedi
Meğer sokağımızda sağlı sollu açılan kafelerde bir zamandır kına gecesi, nişan partisi gibi aktiviteler devam etmekteymiş, gece yarılarına kadar da sürüyormuş ve uyumak mümkün olmuyormuş. E, 155’i arayalım söyleyelim dedim, herkes

Yazının Devamı

Evliydik de ne oldu?

8 Kasım 2013

Yıl 2000. Eşimle yeni evlenmişiz, gencecik insanlarız. Ben öyle etine butuna dolgun biri değilim, olduğumdan da genç görünüyorum. Keza eşim de. Teşvikiye’de bir apartmanın beşinci katına taşınmışız. Üst katta biri oğlan diğeri kız iki çocuklu bir aile oturuyor. Evin beyi bilindik bir müteahhit, Rizeli, içkiyi pek seviyor, bazı akşamlar apartmana geç saatlerde gelip ortalığı birbirine katıyor. Ancak hayatları bunun haricinde rutin, sakin.
Asansör olmadığı için ailenin fertleriyle sık sık merdivenlerde rastlaşıyoruz, fakat hiçbiri dönüp selam vermiyor, verilen selamı da almıyor. Birkaç kez bir şey sormaya çalıştığımda duvara konuştuğumu hissediyorum, vazgeçiyorum.

Evlilik cüzdanını getir
Derken bir gün banyonun tavanı akmaya başlıyor. Evin içinde adeta sağanak yağmur var. Eşim ben gidip bir konuşayım diyor, yukarı yollanıyor. Ben de ailenin suratsızlığını bildiğimden konuşmaları dinlemek için kapıyı aralık tutuyorum ve kulağımı dışarı veriyorum.
Kapıyı evin erkeği açıyor, eşim durumu izah ediyor. Adam başlıyor söylenmeye, bizi ilgilendirmez diyor, “Zaten aşağıda kim yaşıyor belli değil. Giren çıkan kim belli değil, burası aile apartmanı, bana ne sizin banyonuzdan.”

Yazının Devamı

Bitsin bu masal

5 Kasım 2013

Masallar korkutucudur. Neden mi? Kuralsızdırlar da ondan. En kötü insanlar, hayvanlar oradadır, en fena deneyimler o dünyalarda yaşanır. Üstelik mutlu son da her zaman garanti değildir. Zira masalların sonunda muhakkak ahlaki bir ders olacak gibi bir kural yoktur. Masalın tanımı böyle.
Ahlaki kural zorunluluğu kaldırıldığı için iyi karakter kötü karaktere, zamanında zulüm gören zulüm yapana dönüşebilir. Öyle görünüyor ki bu manada hayat da masallardan çok farklı değil aslında. Bitmek bilmeyen bir devridaim insanları aynı kısır döngü içinde yaşamaya mahkûm ediyor. Mutlu sonlar fevkalade kısa süreli.
Bizim ülkemizde devlet büyükleri de bu hikâyelerdeki kahramanlar misali bir tek kendi dönemlerindeki mutlu sonla ilgileniyorlar. Sonrası bir başka masal. Zamanında baskılanmış her mevzunun gün gelip hortlamasından belli. Her devirde üzerinde titizlikle çalışılıp, referandumlar, oybirlikleri, genel kanaatlerle çözülmek yerine oldubittiye getirilen her yasak aradan yirmi yıl da elli yıl da geçse dönüp dolaşıp yeniden gündeme oturuyor.

Yasaklara ne oldu?
Ne oldu bir dönem yasaklanan kitaplar? Bugün okunmuyor mu, okutulmuyor mu? Ne oldu yasaklanan diller? Bugün

Yazının Devamı