İlan-ı aşkta sırada kim var?

4 Ekim 2013

Sevgiye susamış bir milletiz. Eh, haklıyız da. Evde tekme tokat büyütülen, en iyi ihtimalle terlik fırlatılan, okulda tahtaya vurulan kafa suretiyle kulak zarı patlatılan, yeri gelip disiplinde avucunda cetvel şaklatılan çocuklarız. Tam büyüdüm kurtuldum derken bu sefer patron tarafından itilip kakılan, yer yer fiziksel olmakla birlikte daha ziyade sözsel taciz edilen, hakkı yenen yetişkinleriz. Sonra bu işin sokakta şiddeti var. Yıllarca yanımızda kimliksiz sokağa çıkmadık, polisten korktuk. Tam yok artık öyle şeyler, polis de insan düşüncesine alışmaya başlarken tekrara düştük, son aylarda bir hayli dayak yedik, köşe bucak kaçar olduk. Bu da yetmedi devlet baba da açtı ağzını yumdu gözünü. Azarladı da azarladı.
Haliyle en ufak bir sevgi kırıntısını arar olduk. Hatırlarsınız Tayyip Erdoğan Beyaz TV’deki Usta’nın Hikayesi adlı belgeselde “Biz bir aşık olduk pir aşık olduk” dedi, yer yerinden oynadı. Bütün gazeteler manşet yaptı. Bizim başbakanımızın da duyguları var, aşık olabilen, aşık olmuş bir adam diye öyle sevindik ki günlerce dilimizden düşüremedik.
Sonra Bülent Arınç’tan samimi itiraflar geldi. Hadi bakalım gene sağda solda kocaman Bülent Arınç fotoğrafı ve onun

Yazının Devamı

Hipermetrop bir hükümet

1 Ekim 2013

Demek ki neymiş? Gezi Parkı’nda toplanan üç beş çapulcu değilmiş. Demek ki öyle zamanında George W. Bush gibi meydan okumalar, müstehzi gülümsemeler, daha çok eylem yaparlar demeler işe yaramıyormuş.
Bush nereden çıktı diyeceksiniz. George W. Bush Irak’a girmesinin akabinde Amerikan kuvvetlerine son derece agresif bir şekilde saldırmaya başlayan Iraklı isyancılara “Bring them on,” yani buyursunlar gelsinler gibi bir söylemle meydan okumuştu. Buyurdular geldiler, neler olduğunu tüm dünya, en çok da Amerikan halkı gördü, çok acı çekti. Gezi olayları başladığında şahsen Tayyip Erdoğan’ın tavrını Bush’unkine çok benzetmiş, kendi başına çorap ördüğünü düşünmüştüm, nitekim öyle olduğunu da gördük.

Çalışmadığı yerden çıktı
Sayın Başbakanımız olan biteni hiçbir şekilde ciddiye almayıp, ülke yanıp tutuşurken, milyonlar sokağa dökülmüşken arkasına bile bakmadan Fas, Cezayir, Tunus’a ziyarete giderken üç ay sonrasını göremedi. 2023’lerin planlarını yapan bir hükümet, çok değil 90 gün sonra uluslararası arenada imajlarının yerle yeksan olabileceğini anlayamadı.
Hal böyleyken hükümet nasıl olur da halkından geliştirdiği uzun vadeli vizyona güvenmesini bekler? Şu anki görüntüye

Yazının Devamı

Bir çılgın Türk’e veda

29 Eylül 2013

Ülkemizde “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabın girmediği ev kalmış olduğunu zannetmiyorum. O kadar ki bu başlığı yazarının adının önüne geçmiş tek tük kitaptan biridir. Dün kaybettiğimiz değerli yazar Turgut Özakman’ın bu sözlerime bir itirazı olur muydu bilmiyorum, ama çıktığı andan itibaren baskı üzerine baskı yapmış, yüzbinler satmış bu kitabın yadsınamaz şekilde bir milletin uyanışına sebep olduğunu kendisi de kabul ederdi herhalde.
Bir milletin uyanışı iddialı bir laf olmakla beraber kitabın yarattığı etki için kullanılabileceğini düşünüyorum. Zira Kurtuluş Savaşı’nı kurgusal bir dille anlatan bu kitap, hani neredeyse halk, bilhassa da bir kısım genç kesim arasında Kurtuluş Savaşı’nın bir zaman Osmanlı’da yarattığı etkiyi yaratmıştır. Pek çoğu bu kitabı okuyana kadar kendi tarihini hiç bilmediğinden yakınmış, ilk kez çekilen cefayı anlamış, hatta tıpkı Özakman gibi Anadolu yollarına düşenler, keşfe çıkanlar olmuştur.
Bir fenomene dönüşen “Şu Çılgın Türkler”i Özakman da Anadolu’yu dolaşırken yazmaya karar vermiştir zaten. 1930 doğumlu olan yazar gençlik yıllarında bastığı her toprak parçasının büyük bir özveriyle savaşılarak kazanıldığını anladığında yıllar, hatta 55 yıl

Yazının Devamı

Suç aleti: Halay başının mendili

27 Eylül 2013

Emniyet Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığı’ndan polis memurları, Meclis’te görevli güvenlik görevlilerine suikast silahları hakkında eğitim vermişler. Olayın dikkat çekici bir yanı eğitim esnasında “paranoyak derecede” diye dikkat uyarısında bulunulmuş olması. Uzaktan bakıldığında silah olduğu anlaşılamayan çakmak, kalem, baston gibi bir takım araç tanıtılmış.
Aslına bakacak olursanız bana göre birtakım polis yetkilileri gelip halkı da muhtemel saldırılarda kullanılan çeşit çeşit yönteme karşı eğitmeli. Hem de paranoyak derecede dikkatli olmamızı söyleyerek. Zira son zamanlarda gördük ki ne zaman, nerede bir polis müdahalesiyle karşı karşıya kalacağımız belli değil. Ayrıca bu durumla kendi başımıza ancak bir yere kadar başa çıkabiliyoruz. Çoğunluğun bulup buluşturduğu bezden maske, plastikten uyduruk bir kask, göze yüze sürülen mide ilacı halkın kendisini koruyabilmesi için kullandığı temel araçlar. Muhakkak edinebileceğimiz daha başka korunma araçları vardır.

Keklik gibi avlarlar
Ama daha da önemlisi aslında bu eğitimde polisin kaşına gözüne, duruşuna bakarak ne zaman ne gibi bir tepki vereceğini de hesaplama yöntemlerini öğrenebilmemiz. Yeni yaşam

Yazının Devamı

Komplonun bini bir para

24 Eylül 2013

Uzun zamandır tuvalet kağıdının eksikliği yüzünden sıkıntı yaşayan Venezuela’da ordu bir tuvalet kağıdı fabrikasına el koymuş. Yalan haber gibi ama değil. Dahası da var. Venezuela yönetimi, muhalefeti ve Beyaz Saray’ı stok sıkıntısından ötürü rejime karşı yapılan bir komplo ile suçlarken muhalefet de hükümetin sıkı ücret ve nakit uygulamalarını sorumlu tutuyormuş.
Bizden daha absürtleri de var demek. Tuvalet kağıdından komplo teorisi çıkartabilenler de olabiliyor. Türk milleti olarak bizim hayatımız komplo. Sadece siyasetle ilgili değil, günlük yaşamda da olur olmadık mevzuları birbirine bağlamayı severiz. Zaten tersten gittiniz mi her şeyi bir senaryoya oturtmak da kolay iştir doğrusu. Örneğin şimdi, şu an geriye bakın, geçtiğimiz on günün olaylarını istediğiniz gibi senaryolaştırabilirsiniz. Birtakım manevralarla dünyada olup biten her şey birbirine bağlanabilir.

Beşiktaş meydan muharebesi
İnternette haber okumanın tadı bir başka. Çarpıcı, hatta okurun dikkatini çekmek için fazla çarpıcı başlıklar atıyorlar. Adeta bir yarış. “Hakan Şükür’den bomba iddia” gibi bir başlık okuyunca aslında ne dediğini tahmin ede ede gene de tıkladım üzerine. Elbette Beşiktaş -

Yazının Devamı

Evden mi kaçacağız?

20 Eylül 2013

Ev kavramının insan üzerindeki psikolojik etkileri için şöyle denmiş: İnsanların genel olarak alışkanlıkları doğrultusunda hareket eden yaratıklar olduğu düşünülecek olursa, ev durumunun onun davranışlarını, duygularını ve bütünde zihinsel sağlığını psikolojik olarak etkilediğinin bilindiği söylenebilir. Bunun ötesinde evler insanların kendilerini yansıtma, kim oldukları ya da kim olacakları hakkında fikirleri tetikler. Peki sadece dört duvar arasında uyuduğumuz, yediğimiz, oturduğumuz yer midir ev? Hayır. Bu kavram çerçevesinde toplu tarihi kimliğin olduğu yerler de ev sayılıyor.
Taksim gibi. Gezi Parkı gibi. Yaşadığımız ülke gibi. İnsan eğer kendini evinde güvende hissetmezse psikolojik sorunlar başlar. Sürekli kavga gürültü içinde yaşayan bir evde büyüyen çocuk gibi. Önce yavaş yavaş neşesini kaybeder, kendince çareler arar, umutlarını kaybeder. Sonra da kaçışlar başlar.

Karanlık odalar
Ezgi Başaran çarşamba günkü yazısında Dink ailesinin artık bu ülkeden bir ümitlerinin kalmadığını yazmış. Yazısının sonunda çok güzel iki soru sormuş. Dink’lerin olmadığı bir oyunda biz var mıyız? Ve Dink’lerin vazgeçtiği bir ülke hangimize sıcak ve güvenli bir evdir?
Ben doğrusu

Yazının Devamı

Elini vicdanına koy da söyle

17 Eylül 2013

Vicdan hesaplaşması belki de en zor iştir. Bir direkt olarak kendimizle ilgili olaylar çerçevesinde vicdanımızı yoklarız, doğru mu yaptım, yanlış mı yaptım diye, bir de etrafımızdaki olaylarla ilgili hesaplaşmaya gireriz, olan bitenle ilgili doğru mu düşünüyorum/hissediyorum, yanlış mı diye.
Bunu en azından ben çok yaparım. Hem de hemen hemen her konuyla ilgili olarak. Olayları hep tartmak isterim, karşı taraftan bakmak isterim, bir mevzuyla ilgili emin olmadan karar vermek istemem.
Mahatma Gandhi en güzelini demiş: “Her tür mahkemeden daha yüksek bir mahkeme vardır. O da vicdandır. O diğer bütün adalet sistemlerinin üzerindedir.”

Başlatma Suriye’den
Dolayısıyla şu yaşadığımız günler aslında hepimiz için zor günler. Milletçe elimiz vicdanımızda, durmadan doğru yolu bulmaya çalışıyoruz. İşin içinde kendi meselelerimiz, kendi gencecik kayıplarımız var. Sonra hemen yanıbaşımızdaki komşularımızın meseleleri var. Derdimizi bir kenara koyalım, onlarla da empati kuralım diyoruz, ama bir bakan çıkıyor, Egemen Bağış gibi, öyle bir şey söylüyor ki neredeyse üzüldüğümüze üzülüyoruz. Türkiye’deki ölü sayısı Suriye’ninkinin yanında devede kulak kalır gibi bir laf ediyor, insanın

Yazının Devamı

Cevabı olmayan sorular

13 Eylül 2013

Çarşamba akşamı ana haber bültenlerinden biri açık, yeğenim de ben de bilgisayarlarımızda başka işlerle uğraşıyoruz, ama bir yandan da kulağımız birbirinden berbat haberlerde. Aslında gazeteye yazıyor olmasam bu kötülüğü gencecik çocuğa hiç yapmam ya. Haberleri duymasına müsaade etmem. Bilmeyiversin ülke gerçeklerini. Birimizden birinin ruh hali sağlam kalsın. Ama aynı odadayız, yapacak bir şey yok.
Konu Ahmet Atakan’ın ölümü. 13 yaşındaki yeğenimle aramızda geçen konuşma aynen şöyle:
Y (Şaşkın): Polisler mi öldürmüş?
B: Daha belli değil.
Y: E ama, polisler öldürdüyse herhalde artık bundan kaçamazlar.
B: Daha önceki beş eylemcinin ölümünden polisler sorumlu zaten.
Y: Ya? Peki kaç tane olunca duracaklar?

Yazının Devamı