Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Doksanlar” dizisinde zengin ‘Papatya’ adayı Şükran’ı oynayan Esra Dermancıoğlu, o yılları kulağından walkman’i çıkarmadığı, yorgan altında çıktığı çocukla telefonda konuştuğu, mektuplar yazdığı günler olarak hatırlıyor: “Çok mutluydum o zamanlar. Son yıllarda ise hiç güzel anım yok”

Birol Güven, “Seksenler”den sonra “Doksanlar”a da el attı ve dizi ilk bölümüyle reyting listesinin tepesine oturdu. “Fatmagül’ün Yengesi Mukaddes” rolüyle tanıdığımız Esra Dermancıoğlu, bu kez zengin müteahhitin ‘Papatya’ adayı karısı Şükran olarak karşımızda. Meçli kabarık peruğu, cart renkli makyajıyla oturuşu, kalkışı ve mıyıl mıyıl konuşmasıyla muhtemelen yakında Mukaddes’i unutturacak.
Esra Dermancıoğlu ile ikimizin de genç kızlık çağını yaşadığı 90’ları konuşmaya kalkınca, içinden kaykaylar, patenler, walkman’ler geçen, anılar içinde bir yolculuğa döndü sohbet. En büyük sürpriz ise o dönem hazırladığı karışık kasetlerle hayatımızın fon müziğini oluşturan Altuğ’un, Esra’nın babası olduğunu öğrenmek oldu. O yüzden önerim, bu söyleşiyi o yılların en meşhur toplamalarından “Anılar 9” eşliğinde okumanız...

Haberin Devamı

Senin için nasıl yıllardı 90’lar?

Bir kere çok huzurlu olduğumu hatırlıyorum. Arkadaş, sevgili, aile ilişkileri, belki Türkiye’nin durumu, insanların birbirine daha toleranslı olduğu bir dönemdi.

Nasıl bir ailen vardı?

Tek çocuğum ben, çok klasik bir aile; baba beklenir, geldiği zaman kapıya koşulur. Çok seyahat eden, neşeli, tatlı bir ailem vardı. Her tatilde arabayla Avrupa’ya giderdik. Babamın eski bir Amerikan arabası var, Malibu... Buradan çıkarız, Yugoslavya, Bulgaristan, İtalya... Benim hayatımda en mutlu olduğum anlar... Bugün hâlâ beni en mutlu edecek şey ne? Koy beni arabaya, aç müziği, götür beni 20 saat arabayla.
Babamın müzik mağazası vardı, annem de orada çalışırdı, ben de arada giderdim, Altuğ Müzik Aletleri.

Meşhur Altuğ senin baban mı?

Evet. Benim de müzikle çok özel bir ilişkim var, “Walkman Esra”ydı benim adım, şu gün de hâlâ kulağımda hep bir kulaklık. Bu bir kültür, bir yaştan sonra klasik müzik sevemezsin, bir yaştan sonra arabesk sevemezsin. Mesela evde çok caz dinlerdi babam, çok klasik dinlerdi. Onun için ben büyük bir klasik, caz dinleyicisiyim. Karışık kasetler vardı, babam da kasetler doldurur, 12 Snoopy kuponu biriktirirsen bir tane bedava. “Anılar 1”, Anılar 2”... Evet, doksanlar deyince benim en çok aklıma gelen resimler kaykay, paten, walkman.
Bir de kıyafetle daha fazla ilgiliydim, her şey yeni yeni geliyordu ya, Fiorucci pantolonlar, Converse ayakkabılar... Sokakta oynama halinin de hayatımızdan çıkmış olması çok acı. Şimdi ben kendi kızıma, Refia’ya bakıyorum, küçücük bir odanın içinde birilerinin hazırladığı bir paketi alıp oynuyor. Bizimki başka bir şeydi, yakantop, istop, dokuz taş, körebe, lastik, seksek, uzun eşek...

Haberin Devamı

“90’larda her şey değerliymiş, son yıllarda güzel anım yok”

“Hâlâ âşık olursam yazıyorum”

Flörtler var mıydı?

Vardı, Papillon’luyum ben, flörtler, aşklar lisede... Bir kere o mektup yazma hali, ben hâlâ birisine kızdığım zaman, üzüldüğüm zaman mektup yazıyorum. Geri kafalı bir halim var. Mail’leşmiyorum, Facebook, Twitter kullanmıyorum ve evet, âşık oluyorsam da üzülüyorsam da yazıyorum.

Haberin Devamı

En büyük aşkın kimdi?

Okuldan Fransız bir çocuğa aşıktım Christian diye. Ona da mektup yazardım, o da bana yazardı. Bir de saat verirdi mesela, saat 7’de arayacak. Annem saat 7’ye 10 kala başlıyor mu telefonla konuşmaya, artık ben deliririm. Telefonu uzun kordonuyla odana çekersin, o yorgan altında ne konuşmak... Her şeyin bir değeri varmış. Son yıllarla ilgili benim hiç güzel anım falan yok.

Doksanlar diye bir diziyle karşılaşınca heyecanlandın mı?

Heyecanlandım. Şimdi işin içine girdikçe daha da heyecanlanıyorum. Bir kere sanat yönetimi şahane. Şükran’ın evi mesela... O kadar iyi biliyorum ki o evleri. O masanın üzerinde duran şekerlikten tut, o garip desenli koltuklara kadar, her şey...

Mukaddes’ten sonra bambaşka bir şey oynayıp onu unutturmak gibi bir derdin oldu mu?

Hastalık derecesinde. Oyunculukla ilgili çok dert edindiğim için, kendimle de çok uğraştığım için başka bir şey olsun istedim. “Doksanlar”ı sevdim, Birol Güven’i sevdim, ekibi sevdim. Şükran, Mukaddes’ten bambaşka sınıftan bir kadın. Mukaddes’i ben çok severek oynamıştım, o başka, bayağı ağzımın suları aka aka. Şükran karakteri de çok tatlı, şimdi hikaye geliştikçe bence çok güzel olacak.

Vücut dili çok farklı Mukaddes’ten...

Evet, daha ritmi düşük, ağır ağır konuşan. Annemin bir arkadaşını hatırlıyorum ben, böyle evin içinde zannedersin çok önemli bir iş yapıyor,
bir hal, bir tavır, içim katılırdı o kadını gördüğümde.

Peruğunu nasıl buluyorsun?

Peruk şahane, Papatya saçları onlar, o korkunç meçler. Benim çok hoşuma gidiyor, ben kostüm konusunda da çok teslim oluyorum yönetmene, hiç öyle bir çekişmem yok.

Komediye yatkın biri misin, tanıdığım kadarıyla komik bir tarafın var...

Komik bir tarafım var ama ne bileyim ben Louis de Funes’e gülüyorum, bazısı “Bu ne abi?” diyebilir. Beni en rahat ettiren, dramın içinde komedi yapmak çünkü hayat da bana öyle geliyor zaten.

Annen istedi diye sanat tarihi okumuşsun öyle mi?

Annem de sanat tarihi mezunu, o istedi evet. Keşke demek istemiyorum ama oyunculuk okuyabilirdim, dışarıda okuma olanağım da olduğu için keşke onu o anlamda değerlendirseymişim. Ama bizim evde annemler karar verirdi. Bugün kendi kızıma baktığım zaman, söz konusu bile olamaz ona bir şey empoze etmem. Ama
o zaman düşünmedim bile ben, annem “Bunu oku” dedi. Ama sanat tarihini de çok severek okudum. Bir sene Boston’da kaldım, oradan İsviçre’ye geçtim, dört sene de orada. Sonra evliliklerim oldu...

“İlk kocam Sicilyalıydı”

İki kere mi evlendin?

Evet. İlki İsviçre’de. Aşık olunca benim hakikaten hayatım duruyor. İtalyan’dı, Sicilyalı, Luchio. Okulda tanıştık, annemler kıyameti koparıyorlar, adamı beğenmediler çünkü biraz mafyozo gibi, babası Casino di Campioni diye bir yer vardı, kumarhane, orayla ilişkiliydi. Ama ben ne âşık, perişan... İki sene sürdü. Çok tatlıydı, hâlâ da görüşürüm.

Niye ayrıldınız?

Aşk konusunda bu kadar yükseldikten sonra düşüşüm de çabuk oluyor benim. Sıkıldım, döndüm. Sonra burada kızımın babasıyla evlendim. O da 10 sene sürdü.

“Fatmagül’ün Suçu Ne?” ile çok ani bir şöhret geldi, hayatını çok değiştirdi mi?

Tabii sokağa çıktığın zaman seni tanıyorlar, evet ama kendimle ilgili hikayede, bunu çok büyük yaşamadım ben. Bir dizide rol aldım, bunun devamlılığı önemli, bundan 10 sene sonra ne olacak? Benim için çok iyi bir başlangıç, onu söyleyebilirim.

10 yaşındaki kızın Refia kötü bir karakter oynamana bozulmadı mı?

Yok. Ona arkadaşları gelip “Annen seni terlikle dövüyor mu, kafana bir şey atıyor mu?” diye sorduklarında gülüyor tabii. Onun benle derdi daha başka. Bir şekilde kafasında standart bir anne var, bir de ben varım. O standart anneye beni çevirmeye çalışıyor. Mesela ne bileyim, bazen bana “Okula neden daha renkli giyinip gelmiyorsun?” diyor.

“Tatlı bir anneyim, çok dinlerim kızımı”

Sen nasıl bir annesin?

Tatlı bir anneyim. Çok dinleyen bir anneyim ve hakikaten nasıl mutlu olacaksa öyle yaşasın istiyorum. Ben zor yaşadım annemle bunu, ne bileyim, haftada bir piyano dersi, tenis dersi... Bana yapılan, sevmediğim, hiçbir şeyi yapmıyorum. Sonuçta iyi anne ve babanın ne olduğunu da bilmiyoruz. Bol bol seviyorum işte. Benim Alzheimer’lı bir annem var ve oradaki bütün o acıyı yaşarken oradaki komediyi de görüyorum. İşte Woody Allen’ın da yaptığı, gerçek hayatlardan kesitler.

“Paparazzilerin yaptığı rontçuluk gibi geliyor”

Daha bugün bir magazin haberi çıktı seninle ilgili... Ünlü arkadaşlar edinmişsin, onlar küratörlük yaptığın sergiye gelmedi diye perişan olmuşsun...

Baştan beri paparazzi ve magazin denen şeyin oyunculukla hiç alakası olmadığını düşünüyorum. Sabah programlarında beş-altı kişinin oturup hiç tanımadıkları birini bu kadar rahat masaya yatırabilmesi nasıl bir haktır, aklım almıyor bir türlü.

Ünlü arkadaşların sergiye gelmemesi meselesi ne?

Ben onların hiçbirini tanımıyorum bile. Bunun üzerinden hikayeler yazmak, “Ünlüler gelmedi diye perişan, kapılarda, uzaklara baktı”... Evet, komik geliyor uzaktan ama ben böyle bir hakları olduğunu düşünmüyorum. Rontçuluk gibi geliyor bana, bir yere pusuya yatıyorsun ve o insanın vücudunun birtakım bölümlerini çekiyorsun ve o insanın haberi yok bundan.

En çok yazılan ‘ünlü arkadaşın’ Beren Saat...

Evet, Beren benim arkadaşım ama ünsüz olsaydı da ben onu severdim çünkü Beren’le benim kafam uyuyor, sohbeti hoşuma gidiyor, akıllı,
zeki bir insan. Bu ünle, ünsüzlükle alakalı bir şey değil ki.

“Âşık olursam her şeyi yapabilirim”

90’ların aşklarını konuştuk, bugün aşka nasıl bakıyorsun? Eskisi gibi hayatı durduracak aşklar olmuyor mu?

Olmuyor uzun zamandır.
Aşk dediğin şey gözünün içine bakabilmeyi gerektiriyor. Bugün iki insan karşılıklı oturduğu zaman göz teması yok, herkes önüne bakıyor, telefonuna. Her şey bu teknolojiyle yok oldu bence. Ama hayatımı sevgi üzerine kurduğum için ümidim yok demeyeceğim. Aynı kafada birini bulmak önemli artık bundan sonra. En azından hayata bir tarafından aynı bakmalıyım.

Böyle birini bulursan gene hayatını değiştirebilir misin?

Her şeyi değiştirebilirim.
Bir kabile üyesine âşık olursam Avustralya’ya gidebilirim. Şimdi bir kızım var ama yine o şartları bir şekilde zorlarım. Her şeyi yapabilirim âşık olursam.

“Aynada gördüğüm şeyi beğeniyorum”

“Oyuncusun, kilo vermen lazım, kaşını alman lazım” gibi dayatmalarla karşılaştın mı?

Eskiden mahalle baskısı gibi bir durum vardı, bocaladığım dönemler oldu ama bugün çok memnunum kendimden. Yüzümden de halimden de vücudumdan da... Aynaya baktığım zaman beğeniyorum gördüğüm şeyi. Üç-beş kilo vermek isterim ama kamerada öyle gözüksün, böyle gözüksün, hiç öyle bir derdim yok.

Bir başka röportajda söylemiştin, televizyonda birinin “Kaşını alması lazım” diye ahkam kestiğini...

Evet çok komik, bayağı elinde
uzun bir cımbız, “Efendim, bu bir erkek mi kadın mı belli değil. Bir
kadın bakımlı olmalı” diyor. Bu kadar güzellik üzerine ahkam kesecek bir ülke de değiliz bence.

Bu senin kendine bakmadığın anlamına gelmiyor değil mi?

Hayır ben çok bakımlı bir kadınım ya, olur mu? Bir gün bile krem sürmeden evden çıkmam, gece yatmam. Cildime meraklıyım ama bu bir genetik meselesi. Mesela hayatında görebileceğin en kötü beslenen insanım. Organik sebze meyveyle
hiç ilgilenmem, pizzalar yerim, hamburgerler yerim. Ama selülitim, ayıptır söylemesi, yok mesela; genetik, annemin de yoktu.