Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Cinayet” Nurgül Yeşilçay’ın uzun zamandır gördüğümüz en iyi dizisi. Ama bu onu
ilk bölümü on birinci oldu diye yerden yere vurulmaktan kurtarmıyor. Ucu “İkinci Bahar”a kadar dayanan “neydi, ne oldu?” kıyaslamalarına maruz kalmaktan da...

Şimdi yeni dizisi “Cinayet” başladı ya, ortalık bir “İkinci Bahar”dan bugüne Nurgül Yeşilçay kıyaslamaları deryasına döndü. Toplumca meyilli olduğumuz üzere bir “neydi, ne oldu?” hikayesi yazılmaya çalışılıyor...
Bir “düşüşün” anatomisi... Bir oyuncunun kariyerinde kaç “Asmalı Konak” olabilir, zaten dizi tarihimizde kaç “İkinci Bahar” var gibi soruları pek soran yok... Habire Nurgül Yeşilçay’ın o çıtalardan atlaması bekleniyor. Ama işte onun kendisine koyduğu çıtalar değil bunlar. Çünkü onun arkasında zaten çok da hesaplamadan, hırslanmadan, “gelişine vurarak” inşa ettiği 18 yıllık bir kariyer var. Galiba bir tek yedi yaşındayken Allah’la yaptığı anlaşmaya uyarak: Kendini fazla zorlamayarak...

“Asmalı Konak” çıtası aşılır mı

GQ dergisinde Ebru Çapa’ya “Türkan Şoray başta bana gıcık olmuş” diye anlatmıştı “İkinci Bahar” günlerini: “Okuma provasındayız. Ben orada bir öğrenciyim, bir de patavatsızım ya, iyi bir şey diyeyim derken kötü bir şey söyleyip batmamak için kısa kısa cevaplar veriyorum. Ezik görünmeyeyim diye aşırı da cool davranıyorum, çok eziğim çünkü! Tamamen korkudan, böyle gayet arabesk düşünürken, kibir gibi algılanmış o. Tanıdıktan sonra çok sevdik birbirimizi ama başta ne bu kızın hali diye hiç anlamamış.”
1998 yılında “İkinci Bahar”da Türkan Şoray’ın kızı Gülsüm olarak hayatımıza giren Nurgül Yeşilçay’ı daha iyi anlatacak cümleler olamaz. Bunca yıldır hâlâ her hareketi aynı bu duygularla ve ilgiyle izlenmekte. Gerçekten bu kadar rahat mı? Şimdi bu söylediğinde ciddi mi?
Yoksa ilginç görünmek için mi söyledi? Ama Nurgül Yeşilçay’ı seveniyle, nefret edeniyle, gıcık olarak takip edeniyle özel kılan da bu hali. Bu camiada çok az kişide gördüğümüz o tuhaf sahiciliği ve içinden geldiği gibi konuşup davranması...
Annesiyle babasının öyle bir hikayesi var ki hamuru böyle yoğrulan bir insanın başka türlü olması da zor. Evli ve ikişer çocuklu iki ilkokul öğretmeni olarak Bolu’da tanışıp âşık oluyorlar birbirlerine. Ve yüreklerinin sesini dinleyip yanlarına birer çocuklarını alarak oradaki hayatlarını terk ediyorlar birlikte. Bir daha geride bıraktıklarını görmemecesine... İki çocukları oluyor ortak: 26 Mart 1976’da Afyon’da dünyaya gelen Nurgül Yeşilçay ve iki yaş küçük erkek kardeşi.

16 yaşındayken sevgilisiyle evlenmelerine aileleri karşı çıkınca birlikte kaçtılar
Dört yaşındayken ablalarından okuma yazma öğrenen, okula doğrudan ikinci sınıftan başlayan uslu bir kız çocuğu olarak İzmir’de büyüyor Nurgül. O hayatta kendisini zorlamayacağına dair boyundan büyük kararını, çoluk çocuk gailesiyle kendine hiç bakamayan annesini sokakta gördüğü bir gün alıyor. “Annemi özellikle örnek almıyorum” diye anlatmıştı bir röportajımızda: “Çünkü annem bizim için kendini paraladı. Biz yiyelim, o yemesin, biz giyelim, o giymesin, kadın 53 yaşında öldü dört çocuğa bakmaktan. Peki ben, çocuğumu doğururken annem yanımda olsun istedim. Eğer annem yaşıyor olsaydı ona ‘Yapmasaydın, saçını süpürge etmeseydin’ derdim, ‘Kendine de baksaydın biraz’...”
Genlerinde aşk uğruna gemileri yakmak var ya, 16 yaşındayken sevgilisiyle evlenmelerine aileleri karşı çıkınca kaçıyorlar birlikte. Narlıdere’de bir bungalovda yaşadıkları aşk, çocuğun soğuktan verem olmasıyla son buluyor. Sevgili hastaneye, Nurgül evine...
Bu aşk uğruna yaptığı son “çılgınlık” değil. Meslek seçiminde bile payı var aşkın. Çünkü okul yıllarında oyunculuğa değil resme meraklı. Bir ara bir ressamın atölyesine çırak giriyor. Üç yıl boyunca hocasının rakısını, boyasını, fırçasını alıyor, karşılığında da hem resim hem sanat tarihi öğreniyor. Derken bir tiyatrocuya âşık oluyor ve konuşacak konuları olsun diye tiyatro okumaya karar veriyor. Ama Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü’ne girdikten sonra görmüyor çocuğu bir daha. Ayrıca zamanında “Çok konuşan, her ortamda dikkat çekmeye çalışan, bol içki tüketen farklı bir klan” diye tanımladığı tiyatro camiasına pek bayılmadığı gibi tiyatroyu kutsallaştırmaya da çalışmıyor. Yani aslında gönlünün hep sahneden yana olduğunu iddia eden meslektaşlarının aksine, “Sinema oyunculuğu bölümü olsaydı, ona gidebilirdim. Hiçbir zaman tiyatro oyuncusu olmayı istemedim. Tiyatronun üstün sanat olduğuna falan da inanmıyorum” diyor örneğin yine Ebru Çapa’ya.
Bu yüzden de, aslında bir konservatuvar öğrencisinin ölüm fermanı sayılabilecek dizi teklifini kabul etmekte tereddüt etmiyor. Dizi de dizi ama; bir Yavuz Turgul projesi, yönetmen Uğur Yücel, başrollerde Şener Şen ve Türkan Şoray... O gözü yükseklerde, annesine
kan kusturan Gülsüm rolüyle bir anda dikkatleri çekiyor Nurgül Yeşilçay. Çok güzel bir genç kız olarak değil, farklı bir oyuncu olarak. Öyle de bir malzemesi var çünkü, dünyanın en çarpıcı kadınına dönüşebildiği gibi son derece sıradan görünmeyi de başarabiliyor, son dizisi “Cinayet”te olduğu gibi...

Hayatla kafa bulan bir magazin figürü olarak “Televole”lerin baş köşesine oturdu
Taht devretmeye meraklı medyamız anında onu Türkan Sultan’ın yerine aday gösterirken, o “İkinci Bahar”ın ardından gelen teklifleri reddedip okulu bitiriyor.
Bu tür parlak çıkışların ardından alışık olduğumuz üzere, önce hiç ses getirmeyen “Şellale” filminde, ardından kısa ömürlü “90-60-90” dizisinde oynuyor. “Acaba tek atımlık barut muydu?” derken, ömür boyu karşısına dikilecek asıl fenomen geliyor: “Asmalı Konak”. Ve annesinin vakitsiz ölümüyle ayağının altındaki zemin de sallanan Nurgül’ü psikologlara götürecek kadar dengesini bozan şöhret: “Setten parmağını çıkarıyorsun, millet çığlık çığlığa, Michael Jackson’ız sanki. Kendini bir halt sanıyorsun. Dizi bittikten üç ay sonra unutulunca geçti tabii.”
Ama bu arada Nurgül Yeşilçay’ı da bir gün onu öbür gün bunu söyleyen, sorulan sorularla, kendi cevaplarıyla, hayatla sürekli kafa bulan bir magazin figürü olarak “Televole”lerin baş köşesine oturtuyor. Bu durum, kendisinin de “ölümcül hataları” arasına dahil ettiği “Mumya Firarda”yı izleyen dünya absürdü “Melekler Adası” sırasında Cem Özer ile sevgili olmasıyla taçlanıyor. Yıl 2004, o güne dek evliliğe magazin tabiriyle “yeşil ışık yaktığı” görülmemiş Nurgül Yeşilçay’ı Cem Özer ile nikah masasında görüyoruz. 2005’in mayıs ayında da Osman Nejat’ın annesi olarak...
Ama annelikten önce, filmografisinin köşe taşlarından “Eğreti Gelin” geliyor. Atıf Yılmaz’ın ona ve Türk sinemasına son armağanı... Onu “İkinci Bahar”da görür görmez “Sinemaya oyuncu geliyor” teşhisini koyan Müjde Ar’ı haklı çıkaran film... Televizyonda “Belalı Baldız” ve “Ezo Gelin”in ardından bir duraklama dönemine girerken, sinemada art arda iyi yönetmenlerle çalışıyor. 2007’de hem Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında”sı hem Barış Pirhasan’ın “Ademin Trenleri”nde, 2008’de Erden Kıral’ın “Vicdan”ında, 2009’da da Ezel Akay’ın “Yedi Kocalı Hürmüz”ünde oynuyor... “Yaşamın Kıyısında” ile 60. Cannes Film Festivali’nde kırmızı halıda da görünüyor ama gene yaranamıyor; saçının topuzuyla, makyajının sadeliğiyle düşüyor dillere. Ve hep aynı tekerlemeyle: “Neydi, ne oldu... Nerede o ‘Asmalı Konak’ günleri...”
Bu medyadaki ısrarlı “sevilmeme” halinde onun yerine kameralara, köşe yazarlarına verdiği yanıtlarla pay sahibi olan Cem Özer ile boşanma haberleri 2010 yılının sonunda geliyor. Nurgül Yeşilçay yeniden tek tabanca devam ediyor yoluna. Oğlunun babası kontenjanından bir süre daha onun sevgilisiyle görüntüleri ya da dergiye çektirdiği fotoğraflar hakkında basın açıklaması yapmaya devam eden Cem Özer içinse “Konuşmayı seviyor” diyor, “Yapacak bir şey yok”.

Gecekondudaki kadını da en şık salon kadınını da aynı rahatlıkla oynuyor
Nurgül Yeşilçay en “üzerine rol yapışmayan” oyuncularımızdan biri. Benziyorsa bu anlamda benziyor Türkan Şoray’a. Gecekondudaki kadını da, en şık salon kadınını da aynı rahatlıkla oynuyor. Nitekim televizyonda janjanlı reklam piyasasında geçen “Aşk ve Ceza”yı çok daha sahici “Sultan” izliyor ama ilki iki sezon sürerken, “Sultan” paldır küldür kaldırılıyor yayından. Araya da yine “ölümcül hata”lardan “Sensiz Olmaz” giriyor.
2013, sinemada Osman Sınav’ın pek tutulmayan aşk üçgeni “Aşk Kırmızı” ve televizyonda “Bebek İşi” adlı komediyle geçiyor Nurgül Yeşilçay için. Şahane seçimler olduğu söylenemez, evet. Nurgül Yeşilçay çapında ve şöhretinde bir oyuncu artık kendi projelerinde söz hakkı sahibi olabilmeliydi, doğru. Ama yakın zamanda Radikal’den Sibel Oral’a en sevdiği yazarın Oğuz Atay olduğunu,
er geç “Tehlikeli Oyunlar”ı perdeye uyarlayacağını söylemişti ki bu hâlâ umut var demektir. En azından sinemada...
Televizyona gelince, “Cinayet” birçok anlamda Nurgül Yeşilçay’ı gördüğümüz en iyi dizi. Daha ilk bölümü on birinci oldu diye yerden yere vurulması haksızlık
o yüzden. Ülkemiz reyting sıralamalarına yön veren kriter hiçbir zaman bir işin iyiliği-kötülüğü olmadı ki. Ayrıca kalmadı artık o “Asmalı Konak”ın gördüğü reytingler. Hangi dizi reyting patlamasıyla başlıyor ki “Cinayet”ten bunu bekliyoruz? Sosyal medyadan görülüyor ki izleyenler memnun “Cinayet”ten. Ayrıca bir dizinin reytinginden sorumlu tek bakan başroldeki kadın oyuncu olamaz, öyle değil mi?

Haberin Devamı

“Yerim portakalı”

En kamera tanımaz yıldızlarımızdan biri Nurgül Yeşilçay. “Beni milyonlar izliyor” filan demiyor, ağzına geleni söylüyor. Geriye de unutulmaz anekdotlar kalıyor tabii. Zamanında Altın Portakal almadığında söylediği “Yerim portakalı” gibi...
Bu “ciddi” açıklamasıyla o dönem epey ses getirmiş, en sert yazılardan birini de “Türkiye’nin En Antipatik Adamı’nın Işık Hızıyla Magandalaşan Karısı rolünde çok başarılı” diyen Perihan Mağden yazmıştı. Derken 2008’de “Vicdan” ile Altın Portakal sahibi oldu,
bu sefer de heykelciği inceleyip “Yıllardır beklediğim ödül bu muymuş ya?” dedi, haydaa yine yerden yere...

Haberin Devamı

“Elinizi çekin artık üzerimizden”

Nurgül Yeşilçay, Emek Sineması protestolarında ve Gezi Parkı olaylarında Twitter’dan yaptığı açıklamalarla da dikkat çekti. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüyle ilgili “Eğer oğlum hayata bu şekilde veda etseydi elime silahı alır tek tek vururdum hepsini. Allah annelere sabır versin” yazan Yeşilçay, duygularını şöyle ifade etmişti:
“Emek Sineması için yaptığımız şeyler sonuç vermeyince çok üzülmüştüm. O zaman da söyledim: Bugün bize, yarın size! Asıl memleketi bölenler ve birbirine düşürmeye çalışanlar onlardır. Kimseyi önemsemeden savaş çıkartırcasına dediklerini yaptırmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen vazgeçmemeliyiz! Bizim nasıl ve ne şekilde yaşayacağımıza bir kişi karar veremez. Küçük sorunlarla boğuşma özgürlüğümüzü geri istiyoruz. Yeter! Her yer savaş alanı! Durun artık... Bu şehir benim şehrim, bu ülke benim ülkem! Elinizi çekin artık üzerimizden!”