Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Merhamet” dizisi, Irmak diye bir karakter soktu hayatımıza. Kendisine çok da yüz vermeyen sevgilisi Fırat’a, onunla kurmak istediği mutlu yuva hayaline dört elle sarılan, telefonlarını açmayan adama yapışan, ona giden yolda önüne çıkanı devirmeye hazır bir kız. Sinir oluyoruz bir yandan ama galiba çok da yabancı gelmiyor ki bir o kadar da üzülüyoruz onun için.
Bunda tabii Irmak’ı oynayan oyuncunun da payı var. Çünkü Yasemin Allen su gibi güzel bir kız
ve Irmak’ın o ani sinir patlamaları, sonra çocuk gibi mutlu olmalarını o kadar iyi oynuyor ki, “Ne kötü kız bu” deyip geçemiyorsun.
Artık Türklerden daha Türk olmuş İngiliz bir annenin, Suna Yıldızoğlu’nun kızı olduğunu biliyordum Yasemin Allen’ın, babası Dudley Allen’ın da İngiliz olduğunu... Ama çok güzel Türkçe konuşuyordu, çünkü çocukluğu burada geçmişti... Arada sekiz sene Avustralya’ya gitmiş, sonra yine Türkiye’ye dönmüştü. Daha fazlasını öğrenmek için aradım Yasemin Allen’ı. 23 yaşında ürkütücü bir olgunluğa ulaşmış, çok aklı başında, nazik, hoş bir genç kadın çıktı karşıma. Ailesi ve 10 kedisiyle yaşıyor... Genetik olarak
yüzde 100 İngiliz ama ruhen epeyce Türk... Aslında belki hiçbir yerli, ilginç bir bileşim...

Haberin Devamı

“Ben de sahiplenmeyi severim ama Irmak nevrotik”

“Merhamet” dizisinde Allen’ın oynadığı Irmak’ın evlenmeyi dört gözle beklediği Fırat’ı İbrahim Çelikkol canlandırıyor.

İkinci Türkiye maceranın başından başlayalım istersen. Ne zamandır buradasın?

2008’de tatil için, annemi, kardeşimi göreyim diye geldim ve kalmaya karar verdim. Çünkü özlediğimi fark ettim. Burayı kadın olarak yaşamak istiyordum.

Sen Londra’da doğdun, ne zaman Türkiye’ye geldin ilk?

Üç aylıkken. Annem beni orada doğurdu, sonra hemen buraya getirdi. O zamanlar babam da bizimleydi, sonra biz Avustralya’ya gittiğimizde o da Güney Afrika’ya taşındı. Şimdi o da buraya geri döndü, hep beraber kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bir dakika, biraz karışık. Annenle baban nerede tanışmış?

Aslında çok gençken tanışmışlar, İngiltere’de bir motorda. Annem 16 yaşındaymış, babam 19. Ama bir birliktelik olmamış. Annem babamın numarasını yazmış bir kağıt parçasına. Seneler sonra bulmuş o kağıdı, aramış, tekrar buluşmuşlar, âşık olmuşlar. Babam da aslında evlilik ya da bir kadınla hayatını paylaşmaya yönelik düşünceler yaşayan bir adam değilmiş ama böyle gelişmiş. Hiçbir zaman pişman olmadığını söyler, “Annen benim hayatıma girmeseydi ben asla evlenmezdim, çocuk da yapmazdım çünkü o kadar sevdiğim bir kadın olmadı benim. Hayatıma anlam kattınız” der.

Haberin Devamı

Annenin Türkiye macerası nasıl başlamış?

Annem 18 yaşında gelmiş buraya tatile. İngiltere’nin o ağır, soğuk, melankolik havası, insanları falan ona göre değil. Annem Akdeniz insanı gibidir, hep der “Ben yüzde yüz İngiliz olamam” diye. Türkiye’deki insanlarla birden kaynaşmış, çok da güzel Roman havası oynar. Sonra işte Türkiye’ye yerleşmiş, Kayhan Yıldızoğlu’yla tanışmış, evlilikleri falan,
o bölüm onun anlatacağı bir hikaye.

Sen Kayhan Yıldızoğlu’nu tanıyor musun?

Tanışmışlığım var. Severim kendisini, çok kibar, çok düzgün bir insandır.

Haberin Devamı

“Küçükken kendimi daha İngiliz hissediyordum”

Nasıl bir çocukluğun vardı?

Çok huzurlu. Yedi yaşındayken kardeşim geldi dünyaya, Kaan. Onun adını ben seçtim. Yasemin annemin çok yakın bir arkadaşının adıdır. Kaan’ın ilk ismi Dyon, benimki Kay. Türk devlet okuluna gittim, hep Türkçe konuştum, okuma yazmayı Türkçe öğrendim.

Kendine “Ne acayip, ben İngilizim, niye buradayım?” diye soruyor muydun?

Sanırım küçüklüğümde daha İngiliz hissediyordum. İngiltere’de yaşama fırsatım olmadı, o yüzden çok tutunmak istedim ona, “İngilizim ben, İngilizim” diye. Büyüdükçe “Aslında ben neyim?” sorusunu sormaya başladım. Ama o zaman da Avustralya’ya gittim ve bir süre sonra kendimi bir yere koymaktan vazgeçtim. Evet, genetik olarak İngilizdim ama bir yandan da o kadar İngiliz olmayan şeyler yapıyordum ki...

Avustralya’da sinema-televizyon mu okudun?

Lisede evet. Drama eğitimi de alıyordum, resim dersi de, Japonca da. Kısa filmler çektim, üniversiteye başvuru için gönderdim. Kamera arkasına yöneleceğimi düşündüm ama buraya geldiğimde bir röportaj verdik annemle. Sonra birden kendimi 18 yaşında başrolde buldum, “Elif” dizisinde.

Peki nasılmış Türkiyede bir kadın olarak yaşamak?

Zormuş. Kadın-erkek algısı burada biraz farklı. Erkekler sokakta bir kadına bakma hakkı görüyorlar kendilerinde. Gerçi kızlar da yakışıklı çocuk gördükleri zaman hiç tutmuyorlar kendilerini, yanlarında kız arkadaşı olsun olmasın.

“Saçını başını yolarım, vurasım geliyor diyorlar”

Erkek arkadaşın Onur Tuna’yla böyle bir sorun yaşıyor musun?

Adonis gibi adam, ben ceketimi örtüyorum üstüne, saklıyorum. Ama bunu sorun haline getirmek bir çiftin seçimidir. Tabii sevgilimin oyuncu olması da zor çünkü kız hayranlarda bir sahiplenme oluyor. Bir oyuncu arkadaşımla konuşuyordum geçenlerde, o da oyuncu olan kocasıyla ilk çıkmaya başladıklarında bayağı ölüm tehditleri falan alıyormuş.

Peki bir Türk erkeğiyle kültürel olarak anlaşabilmen kolay oldu mu?

Ne kadar özgür ya da açık zihniyetli olursa olsun Türk erkeklerinde ataerkil toplumun verdiği bir maçoluk, bir sahiplenme var. Bundan gerçekten hazzetmiyorsanız bir Türk erkeğiyle olmayın diye düşünüyorum. Ama bu bence çok da kötü bir şey değil kontrol altında tutulduğu sürece. Ben biraz da erkekle kadının yan yana durduğu zaman birbirlerini tamamlaması gerektiğini düşünüyorum. Amerikalılarda, Avustralyalılarda bir “Ben sana ait değilim” hali vardır. İlla ki tapulu mal meselesi değil bu ama sahiplenme çok güzel bir şey. Ben de biraz Türk erkeği gibiyim galiba.

Irmak kadar sahipleniyor musun?

Yok, Irmak biraz nevrotik. Ve onu hiçbir şekilde sahiplenmeyen bir insanı sahiplenmeye çalışıyor. O yüzden üzülüyorum onun için çünkü gerçekten âşık. Anlıyorum onu ama ben o durumda olsam bırakıp gitmiştim Fırat’ı çoktan.

Ne tür tepkiler alıyorsun seyirciden?

İşte “Saçını başını yolarım, ağzına vurasım geliyor”, bütün beklediğim tepkiler geliyor aslında. Ama seviliyor şu anda Irmak. Çünkü çok kompleksli bir kız ama biraz masum şu durumda. İleride bu masumiyetini kıracak şeyler yapacak anladığım kadarıyla. Ama şimdilik kazık yiyen Irmak.

“Sarışınların kötü kadın olması klişesi yıkılmalı”

“Ben de sahiplenmeyi severim ama Irmak nevrotik”

İlk Türkiye’ye geldiğinde siyah saçlıydın, niye?

Avustralya’da bir saç tasarım yarışmasına model olarak katılmıştım. Kısacık kestiler, rengini açtılar ve yarışma bitti, paket boya aldım, saçımı mora boyadım. Türkiye’ye geldiğimde de siyaha. Şimdi kendi renginde yine.

Bizde sarışınların pek başrolde tutulmadığına dair tuhaf bir inanış vardır, ne diyorsun buna?

Ben onu şuna bağlıyorum, sarışınlar azınlıkta olduğu için biraz ırkını koruma içgüdüsü giriyor devreye. Sarışın kadının hep kötü kadın olması çok büyük bir klişe aslında, yıkılamadı bir türlü ama yıkacağız inşallah. Annemi bile, ki annem dünyanın en masum yüzlü insanlarından biri, gençliğine bakarsanız şaşkın şaşkın bakan mavi gözler falan, onu bile bu kalıba soktular sonunda.

“Her zaman güzel değildim ben”

Güzellikle aran nasıldır?

“Çok güzelsin” diye büyütülmüş çocukların bu konuyla ilgili hassasiyetlerinin olması çok normal. Tabii ki asla “Keşke farklı bir görüntüm olsaydı” gibi bir küstahlık yapmam ama insanların senden bir beklentisi oluyor, güzel kızsan hep güzel kızı oynaman gerekiyor. Tabii güzel olmak bir şans ama güzelliğiyle fazla böbürlenen insanlardan da onların adına utanıyorum çünkü bu senin bir başarın değil.

“Liseden sonra ağır bir depresyon geçirdim”

Tipin çok da değişmiş son yıllarda...

Evet, hep güzel de değildim ben, öyle bir durum da var. Liseden sonra ağır bir depresyon geçirdim, kilo aldım, hormonlarım da düzgün çalışmıyordu, kaşlarımı çok ince alıyordum ve sürekli dış görüntümle oynamak istiyordum çünkü iç dünyamda huzurlu değildim. Bir insanın iç karizması kadar onu çekici kılan bir şey yok bence.

Ne yaptın sonra?

Düşündüm, “Derdin ne?” dedim, kötü alışkanlıklarımdan arınmaya çalıştım. Küçükken hep güçlü kadınlar çizerdim, olmak istediğim kadını biliyordum. Tekrar ona tutundum, çizdim tekrar olmak istediğim kadını ve “Bu” dedim,
“Ben bu kalıbın içinde kendimi görmediğim sürece bir şeyleri yanlış yapıyorum demektir”.

Beslenme alışkanlıklarını falan da mı değiştirdin?

Her şeyi. Türkiye’ye geldim, çok sıkılıyordum ve çok yedim. Spor yapmıyordum, geç saatlerde yatıyordum, fazla alkol alıyordum. Böyle süreçlerde çevrende arkadaşlarının olması çok önemli. Benim sonradan girdi hayatıma tekrar öyle insanlar.

Şimdi spor yapıyorsun...

Spor salonuna gidiyorum, pilates yapıyorum, koşuyorum, kardiyo yapıyorum. Manyak gibi diyet yapmıyorum. Tatlı severim, şimdilik metabolizmam yavaşlamadan biraz keyfini çıkarıyorum.

Modayla ilgili misin?

Yaratıcılık konusunda ilgimi çeker moda. Türkiye’den Arzu Kaprol çok severim, Zeynep Tosun. Yurt dışından Jean Pierre Braganza, Gareth Pugh, hafif gotik ya da grafik tasarım havası olan şeyleri seviyorum. Kendi giyim tarzımda da grafik tasarım kafası var. Çoğu zaman oturduğumda beni çok rahatsız etmeyecek şeyler tercih ediyorum. Sade bir şey giyip onu takılarla süslemeyi tercih ediyorum.

Gece çıkmayı sever misin?

Severim aslında ama daha dün gece çıktık Onur’la, fotoğraflarımızı çektiler. Eskisi kadar rahat değilim. Tanınıyorsan örnek olmalısın mantığına yönelik, davranışlarını törpülemen lazım. En ufak bir davranışın “Bakın nasıl dağıttı genç oyuncu” diye algılanabiliyor. Yoksa severim içmeyi, zaten içki kültürüyle büyümüş bir insanım.