Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türk romanının en popüler karakterlerinden “Çalıkuşu” Feride, bir kez daha televizyon ekranlarında ete kemiğe bürünüyor. Birkaç kuşağın Aydan Şener olarak bildiği Feride’yi bu kez Fahriye Evcen oynuyor. “Benim Feride yorumum biraz daha uçarı, daha çok gülen, zıplayan bir Feride” diyor Evcen

Kendisi neşeli ve çocuksu yanları olduğunu söylese de biz o “Öyle bir tarafım da var” dediği kontrollü yanına denk geldik. Fahriye Evcen her sözcüğü dikkatle seçen, ağırbaşlı ve nazik görünümlü bir genç kadın. Almanya Solingen’de üç ablayla geçen çocukluğunun ardından 19’unda Türkiye’ye gelip ekranlarda boy göstermiş. Şimdi dizilerde oynarken
bir yandan da Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih okuyan, çalışkan bir öğrenci.
Yönetmenliğini Çağan Irmak’ın üstlendiği “Çalıkuşu”nun romanını 12 yaşındayken okuyup çok etkilenmiş. Şansa bakın ki “Yaprak Dökümü”nden sonra ikinci kez bir Reşat Nuri Güntekin uyarlamasıyla karşımızda. 24 Eylül’de Kanal D’de “Biraz daha uçarı, hareketli” bir Feride olarak izleyeceğimiz Fahriye Evcen ile Kanlıca’daki Ajia Otel’de buluştuk, kontrol mekanizmasının izin verdiği ölçüde onu daha yakından tanımaya çalıştık...

“Benimki biraz daha uçarı bir Feride”


Eski “Çalıkuşu”nu izlemiş miydin?

İzledim, sanıyorum 12 yaşındaydım; o sırada romanını ablam okuyordu, ben de çok fazla anlayacak yaşta değildim belki ama merak edip okudum. İlk okuduğum Türk romanıdır, o dönem Almanya’da olduğum için. Tekrar karşıma “Çalıkuşu” çıktığında aklıma
o geldi, nasıl bir şeydir hayat, çok ufak yaşta, ideolojik de bir boyutu var, dilini de anlamamama rağmen ilgimi çekip okuduğum yegane romandır.

Haberin Devamı

Teklif geldiğinde ne düşündün?

Çok sevindim tabii. Senaryoyu okuduğumda o da bir o kadar heyecanlandırdı. Çünkü bu farklı
boyutta bir “Çalıkuşu”, farklı bir yorum. Dolayısıyla bir şeyin tekrarı değil de başka bir şeyi canlandıracağım hissini verdi bana.

Nasıl bir fark var?

Biraz daha dinamik, daha enerjik, daha tempolu. Çünkü “Çalıkuşu”nun aslında ruhu biraz ağırdır, romandaki Feride de biraz daha dingin, daha olgun. Benim Feride yorumum biraz daha uçarı, daha hareketli, daha çok gülen, daha çok zıplayan bir Feride.

Haberin Devamı

Çağan Irmak da birçok oyuncunun çalışmayı hayal ettiği bir yönetmen. Senin için de öyle miydi?

Tabii, Çağan Irmak benim her işini izlediğim, başından beri takip ettiğim ve her zaman çalışmayı gönülden istediğim yönetmenlerden biriydi. Burada da farkını gösterdi bence. İşin enerji kısmını o kadar güzel yorumluyor ki,
hiç durmuyoruz, hep bir hareket halindeyiz ve monitör arkasından Çağan’ı bağırırken duyuyoruz: “Daha tempolu, hadi hızlı.”

“Yaprak Dökümü”nden sonra yine bir efsane roman...

Ve yine Reşat Nuri Güntekin... İlginç oldu tabii. Ben eski yapıtları okumayı daha çok seviyorum.

“Ben hayatımda Feride kadar fedakar olur muydum, bilmiyorum”

Feride’nin Kamuran’ı arada bir başka kadın olduğunu duyduğu için terk etmesini nasıl buluyorsun?

Aslında Feride çok bu duygularla gitmiyor, içinde çok daha derin yaralar var. Çok küçük yaşta annesini babasını kaybediyor ve her zaman bunun eksikliğiyle yaşamış. Bu eksik tarafında en çok ihtiyacı olan şey merhamet ve şefkat duygusu. Belki bunları bir erkek figüründe arıyor ve bulamadığı noktada bir patlama yaşıyor. Ama öncesinde yaşadığı zorluklar buna zemin hazırlıyor gibi düşünüyorum ben.

Sen aşkından vazgeçip böyle bir seçim yapar mıydın?

Yani, Feride o anlamda çok fedakar. Kamuran’la bir hayat belki seçmek isterdi ama seçmiyor. Ben hayatımda o kadar fedakar olur muydum, bilmiyorum.

Haberin Devamı

Bizim için Çalıkuşu Aydan Şener’dir, sen de beğenir miydin onu?

Evet, ben de Aydan Şener’i çok çok severek izledim. Hatta başta Aydan Şener’in Feride’si böyle, bakalım benimki nasıl olacak heyecanını çok yaşadım.
En az o kadar keyifli bir Feride oynamaya çalışıyorum.

Bir yandan okul devam ediyor, Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih okuyorsun... Peki neden tarih okumak istedin?

Ben üniversiteye dört sene önce başladım. Türkiye’ye 2005’te geldim,
o dört sene içinde işe çok odaklıydım, sonrasında Almanya’ya dönüp orada sosyolojiyi bitirmeyi tasarladım.
Onu yapamayınca, “Ben okulsuz da yapamayacağım, burada bir üniversitede tamamlamak istiyorum” fikriyle girdim. Girebileceğim sınavla dört bölüm seçebiliyordum ve tarih bana en yakın olandı. Oyunculuk neden okumadım, konservatuvara girmek tiyatro yapmak istiyorsan mantıklı geliyor bana. Ama onun dışında, eğer ben televizyona iş yapacaksam atölye çalışmalarına katılmayı, daha kısa süreli ve kamera oyunculuğunu daha çok gösteren dersler almayı kendim için daha uygun buldum.

“Ders dinlemek bana meditasyon gibi geliyor”

Üniversitede arkadaşların nasıl davranıyor, ünlü biri gibi mi?

Yok ya, o konuda çok rahatlar bence. Zaten üniversite öğrencisi olmak öyle bir şeydir, hayatı televizyona çok bağlı yaşamazsın. Dolayısıyla televizyonla ve orada olanlarla çok ilgili değiller. Okula
girdiğimde benimle de çok ilgilenmediler. Bu, benim de kendimi daha rahat hissetmemi sağladı çünkü okul benim nefes aldığım mekanlardan biri. Ders dinlemek bana meditasyon gibi
geliyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin eğlenceli bir kampüsü var, orada
vakit geçirmeyi çok seviyorum.

Bir röportajda “Eğlenilecek kız değil evlenilecek kız olarak görüyorlar sizi, doğru mu?” diye bir soru gelmiş, “Demek ki karşımdakilere öyle bir enerji veriyorum” demişsin...

Hatırlıyorum, iki sene öncesine falan dair bir şey. Şu an o soruyla alakalı olarak cevapladığımı düşünmüyorum ama...

Ekşi Sözlük’te “Keşke kadınlar böyle kategorize edilemez deseydi” demişler...

O şekilde sorulmadı o soru, daha dolaylı yollardan soruldu. Sonrasında sorular mutasyona uğrayabiliyor. Ama öyle bir soru yöneltilse, tabii ki o şekilde kategorize edilmemesi gerekir derim. Şu an ülkemizde kavramlar gerçekten öyle mi, eğlenilecek ve evlenilecek kız mı?

Bir başka cümleniz de “Doğru erkeği bulmadığım için evlenmedim”. Doğru erkek diye bir şey var mı kafanda?

Hayır, onlar sonrasında yazılırken riskli hale gelen söylemler olduğu için, onu da şu an o şekilde cevapladığımı hatırlamıyorum. Hayatta doğru zamanda doğru şeylerle karşılaşıldığında o şeyler gerçekleşir. Benim hayatımda da öyle olacak.

“Tabii ki garsonu tırmalamadım, muhabiri aradım, özür diledi”

Geçen gün bir haber okuduk, kafede suyu geç getiren garsonu tırmaladı diye...

Ben de okudum, evet. O haberin versiyonları var, sette kavga çıkardı versiyonu var mesela. Tabii ki ben bu işi yapan insanlara saygı duyuyorum ama magazin denen şeyin de biraz daha kontrollü yapılması gerektiğini düşünüyorum. Neticede insanların karakterleriyle, hayatlarıyla ilgili bir profil çiziyorsunuz ve bu insanın her şeyine mal olabilir, bu bu kadar basit olmamalı. Onun dışında insanların tabii bunlara inanıp “Acaba gerçekten böyle mi?” demelerine üzülürüm benimle ilgili. Çünkü bunların bir doğruluğu yok.
Bunun artık son olmasını ümit ederek sette yönetmenimin de teşvikiyle bir fotoğraf çektik ve arkadaşlarımla aramda bir sorun olmadığını göstermek istedik. Çünkü daha set başlamadan “Makyözle kavga etmişsin” dendi, hangi makyöz, hangi set? “Aaa çok pardon”, “Peki” dedim, “Bunu nereden çıkardınız?”
“Biz öyle duyum aldık.” “Yanlış duyum almışsınız” dedim. Bu son olan, geçen gün çıkan haberde de aradım muhabir arkadaşı, özür diledi.

Gördüğü ne peki?

Kafede benimle karşılaştığı kısmı
ve beni kötü gördüğü doğru, çünkü tansiyonum 15’e fırlamıştı ve ensemde buzla oturuyordum. Ben kimseye işini öğretemem, bunla ilgili serzenişte de bulunmuyorum ama bunu o şekide yorumlamak onların tercihi.

Garsonu tırmalamadın yani...

Tabii ki hayır. “Nedir gözleminiz?” dedim, “Çok kötü görünüyordunuz, gözleriniz dolu doluydu” dedi. Peki ben orada ensemde buzla otururken aklına gelmedi mi, “Bir dakika iyi misiniz, yardım edilecek bir şey var mı?” demek? Orada garsonun elinden bir şey almış olsam, tırmalamış olsam bile onu gözlemleyene kadar ensemdeki buzu görmüyor musun? “Çok sinirliydi” bir yorum, ben kötü olduğum için buz istemeye girdim o kafeye. İnsanı zor durumda bırakıp bunu da söyletiyorlar.

“Saçımı kendi rengine boyatamıyorum, kabul görmüyor”

Ekşi Sözlük yorumlarında dikkatimi çekti, saç rengin sürekli mesele olmuş, bu renk yakıştı, bu yakışmadı diye...

Evet, bir ara bu konuda epey bir tartışma ortamı oluştu. Beni genelde koyu saç rengimle seviyorlar, o kabul görüyor. Bir ara kendi rengime döneyim dedim, alışamadılar.

Kendi rengi ne?

Çok açık kumral. Eskiden siyahtı, şimdi biraz biraz kırıyorum, gözleri alışır belki diye ama hep koyu renkli halimle görmek istiyorlar. Görsel bir iş olduğu için ister istemez onları dikkate almak zorunda kalıyoruz. Mesela “Kesin estetik yaptırdı, çok değişti” diyorlar ama şunu da hesaba katmak lazım: İlk “Yaprak Dökümü”nde gördüklerinde ben
20 yaşındayım şu an 27. Tabii yüz oturuyor, yoksa hiçbir estetiğim yok, bu vesileyle söylemiş olayım.

“Bir ilişkim olsa bilinmesini isterim”

Seni Özcan Deniz’le olan ilişkinle bildik hep. Hayatında bir ilişkin olsa gene bilinmesini ister misin?

Tabii ki bilinmesini tercih ederim. Benim hayatımın bir parçasıysa, her şeyde olduğu gibi, işim zaten göz önünde yaptığım bir şey, okula gidiyorum, o da herkesin bildiği bir şey, ilişkimi neden saklayayım? Veya saklama gereği duyacağım, “Aman insanlar beni tek bilsinler” gibi bir yaşam tarzını neden seçeyim? Hayatımda biri olduğunda onu herkesle seve seve paylaşırım.

Şu anda yok o zaman herhalde...

Yok, hayır.

“Benimki biraz daha uçarı bir Feride”

Fahriye Evcen, “Yaprak Dökümü”nden sonra yine bir Reşat Nuri Güntekin uyarlaması olan “Çalıkuşu”yla ekranlarda...

“Ben de hareketli ve neşeliyim”

Sen de çok hareketli, neşeli biri misin Feride gibi? “Evim Sensin”deki kız da öyleydi...

Öyleyimdir aslında. Çok kontrollü bir tarafım da vardır,
ama bir o kadar kontrolsüz ve çocuk tarafımı dışarı vurduğum yerler de vardır. O biraz enerji atmak gibi. O tarafım olmasa
hayat daha zor olabilir.

“Evim Sensin”deki Leyla biraz fazla çocuksu değil miydi?

Gözden kaçan şöyle bir şey var, bu yorumu birkaç kişiden aldım,
bu belki de bizim hatamız oldu, bunu birkaç noktada daha söylememiz gerekiyordu, yaşadığı hastalık onu zeka yaşında zamanla geriye götüren bir hastalık. Dolayısıyla Leyla normalde 24-25 yaşında bir kızken zeka yaşı onu 13’lere, 12’lere sürüklüyor. Bu hastalığın semptomlarından biri. Senaryoda bir yerde değindik aslında ama belki birkaç noktada da değinmek gerekiyordu.

Fahriye Evcen’in diğer fotoğrafları milliyet.com.tr’de