Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hasibe Eren, Sıdıka ve Makbule’den sonra şimdi de “Yalan Dünya”nın Gülistan’ı. Eren, Gülistan için “Kocasına aşık değil ama sahipleniyor. Bence yeri gelse çapkınlık yapar” diyor. Kendisinin ise çapkın olmadığını söyleyen Eren: “Ama olmak isterdim”

“Gülistan yeri gelse çapkınlık yapar bence”

Hasibe Eren’i tanırdım, çok yetenekli bir oyuncu ve zarif bir insan olarak... Ama karşısındakini düşünmekten kendini unutan biri olduğunu yeni öğrendim. O içinden bayılarak izlediğimiz Sıdıka’ları, Makbule’leri, şimdilerde Gülistan’ı çıkaran genç kadının çok geniş bir gönlü var. Daha nice karaktere can verecek, daha önemlisi yolunun kesiştiği insanlara umut olacak kadar. Zaten dünyaya biraz bunun için geldiğine inanıyor.
Cihangir’deki randevumuza hastaneden geldi. Annesi rahatsız çünkü. Ama bana bir söz vermişti, tutmamayı aklından bile geçirmedi. Bir de “Annemin de hoşuna gider beni gazetede görmek” dedi. “Oyunum var, vakit dar” diye sıkboğaz etmedi, özel hayatla ilgili konuşmak istemediğini söylerken özürler diledi, “Bu kadar konuştuk, nasıl çözeceksin?” diye üzüldü, neredeyse yardım etmeyi bile önerdi.
Ailesinin Özlem’i, hepimizin Hasibe’sini biraz daha yakından tanımaya-tanıtmaya çalışırken, “Çok örnek alınası bir kadındır, gözünden hayat fışkırır. Annemin müptelaları vardır ‘Gidelim derdimizi anlatalım da o bize umut versin’ diye” sözleriyle anlattığı, belli ki kendisine de örnek aldığı annesi Aysel Hanım’a da acil şifalar diliyorum.

Haberin Devamı

“Yalan Dünya”da ilk kez evde kalmış bir kızı oynamıyorsun...

Evet, evli barklı ama yine aymaz, yine alaturka, yine kompleksli... Aslında eldeki veriler çok benzerdi Makbule’yle başta. Ayırt edebilmek için çok emek verdik. Alaturkaya dair ne varsa elimde, bütün gözlemlerimi Makbule’ye harcamışım. Gülistan’da çok zorlandım. Hatta “Bu işten vaz mı geçsem” diye düşündüğüm anlar oldu. Bir tek görsel olarak ayırt edebilmeyi çözdük, sonrasında da hafif hafif kendini buldu. Sesimi daha pes kullandım, yaşı daha büyüktü Gülistan’ın, çocuğu vardı, göreceli daha eğitimliydi. Çok göreceli tabii, eminim o da ortaokul terktir en fazla.

Haberin Devamı

“Çok benzer bir tip, yapmayayım” diye düşündün mü başta?

Gülse’ye (Birsel) çok güvendim. Dedi ki “İki rol var seni düşündüğüm, biri Olgun’un metresi Tülay, pavyon şarkıcısı, diğeri de anne. Galiba küçük bir kazığım olacak sana, pavyon şarkıcısına daha genç birini düşünebilirim, evde de çevik, iyi bir komedyene ihtiyacım var”. Kendimi öyle bulduğumdan değil de Gülse’nin cümleleri bunlar. Ondan sonra benim için kriz başladı zaten. Hadi gittik Hatay’a, Antakyalı bu aile. Orada insanlarla tanıştık, yemeklerini yedik, havasını soluduk, bambaşka hayatlar gözledik.

Sen o arada Gülistan’ı arıyorsun...

Ben sersem tavuk gibi geziyorum. Birinci bölümde büyük kriz yaşadım, “Olmuyor, olmuyor” diye. Öner (Erkan) çok güzel bir laf söyledi, “Kervanı yolda düzeceksin, sakin ol” dedi. Sakin olmak çözüyor işi, bazen biz çok panikliyoruz.

Sen zaten hayatta da biraz endişeli bir insansın gördüğüm kadarıyla...

Başkaları için endişelenmeyi gereksizce kendine ödev edinen biriyim.

Haberin Devamı

“Babam yasakladı, sinsi sinsi oyunlarda oynadım”

Çocukluktan mı geliyor bu? Tek kızsın, iki erkek kardeş var, onların sorumluluğunu mu üstleniyordun?

Öyle bir durum vardı. Her ne kadar Almanya’da yaşayan, daha modern bir aile olsak da, “Kız çocuksun, kardeşini toparla, abinin gereksinimlerine yardımcı ol”, öyle yetiştirildim. Karakterim de herhalde müsaitmiş.

Niye Almanya’daydınız?

Babam işçi olarak gitmiş, annemle abimi de aldırmış yanına. Ben ve kardeşim orada doğduk. Dokuz yaşına kadar oradaydım, 80’lerde döndük.

Büyürken ailen senin oyuncu olmaya niyetli olduğunu biliyor muydu?

Yok. Bakınız, yıl geldi 1992’ye, konservatuvarın k’sini edemiyorum. Oyunculuk neymiş? Annem destekliyordu da, babamın yasaklar koyduğunu hatırlıyorum. Reklamcılık okurken üniversite tiyatrosuna girdim bir sene tahammül etti, ikinci sene “Yeter” dedi, “Bitti tiyatro”.

Ama senin için bitmedi tabii...

Yok, bitmedi. Annem kaçak gönderdi beni provalara. Sinsi sinsi oyunlarda oynadım, sonra da Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği bölümüne girdim.

Niye oyunculuk bölümü değil?

Bir kere denedim, ikinci sınavda Yıldız Kenter’le bir gerginliğimiz oldu, doğal olarak almadı beni. Ama 32 yaşında yüksek lisans sınıfında karşılaştık ve dedim ki “Doğru olan buymuş”.

Sonuçta ikinci bir üniversite daha okudun öyle mi?

Öyle oldu. Babama dedim ki “Dramaturji ve eleştirmenliği kazandım”. Tiyatroyu attım oradan, aklımca ılımlılaştırıyorum. “Ne olacaksın mezun olunca?” dedi, dedim “Öğretmen olabilirsin, dramaturg olabilirsin, gazeteci olabilirsin”. “İyi, sen bilirsin” dedi. Sonra bir gün babamın bir arkadaşına söylerken “Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği” ağzımdan kaçıverdi. Babam döndü “Ne yaptın ne ettin, yine tiyatro değil mi?” dedi. Şimdi gurur duyuyor ve “Sen yanlış hatırlıyorsun, ben çok destekledim” diyor.

Komik bir çocuk muydun?

Ortamını bulduğumda, rahatlarsam. Ama normalde gergin ve endişeli biriydim. Tiyatroyla beraber rahatladım. Çok utangaçtım, hemen yanaklarım kıpkırmızı olan. Bir de dev yanaklı bir kızdım, “Sıdıka”nın ilk dönemlerini hatırlarsın belki, al yanak, dolu dolu.

Kilo sorunun mu vardı?

Hep tombuldum. Şimdilerde daha spor yapmayı öğrendim, daha sağlıklı besleniyorum ama hâlâ 5 kilo alıp hemen tombik statüsüne geçebiliyorum.

“Gülistan atak yapabilir, Gülse bunu planlıyor”

Aynı anda hem dışa dönük, hem çekingen, hem aşırı entelektüel, hem popüler kültürün dibine vuran bir kadın olduğunu söylemişsin...

İkizler burcu olduğum için her şeye gücüm yetiyor. Mesela bugün sabahın köründe hastaneye gidip bir sürü iş hallettim, annemlerin evine döndüm, onlara çok güzel bir yemek hazırladım, hep birlikte yedik, hop sofrayı kaldırdım, duşa girdim, saç maşası falan, kuaförsüz fotoğraf çekimine hazır hale geldim. Şimdi senle böyle entel entel sohbet ediyoruz, birazdan gidip oyunumu oynayacağım, sonra da eve dönüp toz alabilirim. Domestik tarafım da var, çok güzel orkidelerim var mesela. Bir köye gidip üç ay köylü kadınlarla birlikte yaşayabilirim, atıyorum sürekli dil kurslarında, atölye çalışmalarında hayatını geçiren biri de olabilirim. Yorulmam, “At gibisin” der bir arkadaşım.

Gülistan’la ilgili ne düşünüyorsun? Bir değişim yaşar mı sence?

Evet evet, Gülse’nin ta yolun en başında, günün birinde Gülistan aniden bir atak yapabilir, güzelleşebilir, bakalım o zaman Selahattin ne yapacak diye planladığını biliyorum. Ama sonuçta bir aymazlığı var ya Gülistan’ın, o çerçevede olabilecek bir değişim. Bilinç anlamında bir değişime uğrayacağını düşünmüyorum çünkü komedi de buradan çıkıyor ya. Ama en azından ileride saçının tek renk olmasını planladığını biliyorum.

Sen üzülüyor musun bana niye çirkin kadın rolleri oynatıyorlar diye?

Hiç. Sokakta benim kadar iltifat alan kadın azdır benim fiziğimde olup da. Çok güzel bir kadın değilim ama televizyonda o kadar çirkin görünmeyi rahat göze alan biri olduğum için, sokakta görünce çok şaşırıyorlar, “Aaa ne kadar gençmişsiniz, uzunmuşsunuz, şişman değilmişsiniz” diye çok iltifat alıyorum. O yüzden hiç derdim yok. Aksine hep güzel görünmekle ilgili kaygıları olanları garip bir gözle izliyorum.

Kendini güzel buluyor musun?

Çok acı ama 30’umdan sonra bulmaya başladım.

Ne değişti?

İstersem güzel görünebileceğimi öğrendim. “Ay bu bana yakışmaz” yerine “Bir dene, belki yakışacak” adlı cesaretim gelişti. İlk başta ailemin ekonomik durumu iyi olmadığı için örtünebilecek kadar şeyler giyebiliyordum. O vizyonum gelişmediği için ne yakışıyor, ne yakışmıyor bilemiyordum. Mesela arkadaşlarımın baskısıyla etek giymeye başladığımı hatırlıyorum, “Bacakların çok güzel” diye. Politik görüşlerimiz itibariyle de şık olmak, makyaj yapmak küçümsenen bir şeydi. Ne kadar erkek gibi giyinirsen, o kadar iyiydi. Boğazıma kadar kapalı giyiniyordum, sonra “hayır”, dekolte güzel bir şey, yakışıyor kadına, bunları keşfettim.

“Uzun süredir bir ilişkim var, mutluyum”

Sence Selahattin’e aşık mı Gülistan?

Aşk diyemeyiz de, garip bir sahiplenme. Türk kadınına ait bir şey bu galiba, ben ona aitim, o bana ait hissi. Bir metaya sahip olur gibi. Yeri gelse bence Gülistan çapkınlık yapar.

Sen çapkın mısındır?

Yok. Ama olmayı ister miydin diye sor, çok isterdim.

Sen uzun süreli ilişkiler yaşayan birisin...

Geçmişte bir kere özel hayatımla ilgili bir şey anlattım, sonra çok pişmanlık duydum. Bir daha hiç anlatmayacağım diye söz verdim. Bu sözü sevgili Asu için bile kıramam.

Halbuki kameralar koşuyor peşinizden arada...

Onlardan da çok utanıyorum.
Şu kadarını söyleyeyim: Uzun süredir bir ilişkim var, mutluyum, hayat güzel.

Evde Özlem, sokakta Hasibe

Senin bir adın daha var; Özlem. Onu kullanan var mı?

Ailem. Anneannem ben doğmadan bir yıl önce vefat etmiş, adı Hasibe’ymiş. Doğar doğmaz adımı Hasibe koymuşlar. Sonra da çok üzülecekleri için söyleyemeyeceklerini anlamışlar, abimin adı Ata Özgür, “Özgür’e Özlem uyar, biz Özlem desek” demişler. Fakat nüfus kağıdıma eklettirmemişler. 37 yaşındayım, bütün ailem, akrabalarım bana Özlem diyor, sadece kendi tanıştığım insanlar Hasibe diyor. Ev kızı, ailesinin biriciğinin adı Özlem, dışarıda oyunculuk yapan da Hasibe.

Halbuki Özlem sanki daha sahne adı gibi...

Ben de Hasibe’yi seviyorum, daha karakteristik. Başka oyuncu Hasibe yok.

Anlamı ne?

Arapçaymış, ‘iyiliği kendinden olan, yani özü iyi’.

“Gülistan yeri gelse çapkınlık yapar bence”

“Yakından görenler bile peruk olduğunu anlamıyor”

Sen bu hassasiyetle bu hayatta çok kırılmıyor musun?

Gülse de aynı şeyi söylüyor. Çok kırılıyorum, kimseyi kıramıyorum. Ama insanlara hayır demeyi öğrenmem gerektiğini hayat bana tepeme vura vura öğretiyor. Mesela annemin rahatsızlığı nedeniyle hastanedeyim, bir hemşire hanım yaklaştı, “Saçınız peruk mu dizide?” dedi, “Evet, peruk”. Derken bir soru daha ve benim canım o kadar sıkkın ki. Ve dönüp “Bir sonraki sorunuz kaç para kazanıyorsunuz olacak diye korkuyorum” dedim. Kadıncağız bozuldu gitti. Sonra bir haftam kötü geçti, niye öyle yaptım diye. Şu anda hastanede gözüm o hemşireyi arıyor, “Kusura bakmayın” demek için. Hayır demeyi öğrenmeliyim ama böyle bardak taşırırcasına kabalık yapmadan.

Fakat ne başarılı bir peruk o sahiden...

Değil mi? Kuaförümüz Yüksel Bey’e de teşekkürlerimi iletiyorum. Bir başyapıt. Sette yakından görenler bile “Nasıl cesaret ettin de boyattın?” diyebiliyorlar.