Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Kiralık Aşk” dizisiyle birlikte yıldızı parlayan Elçin Sangu: “Bana güzellik, yakışıklılık kavramları çok yüzeysel geliyor. Aynaya baktığında güzel bir şey görmeyi herkes ister ama geçici. Asıl tatmin eden duygu, iyi insan, işini iyi yapar demeleri”

Aslında tam bir Yeşilçam klişesi... Zengin adam, yoksul genç kız, torununun küs olduğu dede tarafından satılmak üzere olan bir köşk ve bunu engellemek için genç adamı evlendirmek zorunda olan amcayla yenge. Bu hikayeyle kuşaklar büyüdü. Şimdi Meriç Acemi’nin senaryosunu yazıp Metin Balekoğlu’nun çektiği “Kiralık Aşk” ile Star TV’de izliyoruz bir benzerini. Ciddiliği, hatta aksiliğiyle ünlü Ömer’i (Barış Arduç) kendisine âşık etmek üzere “kiralanan” Defne rolündeki Elçin Sangu ise bu yazın parlayan yıldızı.

“Güzel kadın değil, iyi oyuncu desinler”
Onu ilk olarak “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de kötü karakter olarak izlemiştik, sonrasında birkaç dizisi daha oldu, “Kurt Seyit ve Şura”da Güzide’yi oynuyordu mesela ama sanki bu cıvıl cıvıl, kızıl ışıklar saçan kızı yeni tanıyor gibiyiz.

-İzmirlisiniz, tek çocuksunuz, küçükken hayalleriniz neydi?

Ben hiçbir zaman “Büyüyünce doktor olacağım, mühendis olacağım” diye büyümedim. Tamamen
sanatsal bir şey yapacaktım,
çok iyi resim yapardım, dansa da çok istekliydim. Her şeyi aynı anda isteyip “Ne yapacağım ben, şu an hiçbir şey yapmıyorum”u yaşayan çocuklardandım. Üniversitede “Resim değil, dans değil, müzik” dedim ve konservatuvara gittim.

“Kimse benden normal meslek beklemiyordu”

-Şarkı da mı söylüyordunuz çocukken?

Daha çok enstrümana eğilimim vardı, önüme ilk kez bir org koyduklarında bir melodi çaldım. Oradan ailem, eşim dostum “Bu çocukta var bir şey” diye konuşmaya başladılar. Kimse benden normal bir meslek beklemiyordu. Bir gün anneme kapıyı Roman kılığına girip açardım, bir gün Hint olurdum, hiç normal açmadım. “Sen ünlü olunca bu fotoğraflarını basına vereceğiz” diye dalga geçiyorlardı o zamanlardan. Çünkü çok ciddi çirkin bir çocuktum.

-O nasıl olabilir ki anlamadım...

Çok çirkindim, Hüdaverdi ile “Problem Çocuk”un karışımı, üstelik kız hali. Şişe dibi gözlükler ve büyümüş de küçülmüş çocuklar olur ya hani, tam o. İnsanlara “Bunlar herhalde evde benim hakkımda konuşuyorlar” dedirtecek kadar bilmiş laflar ediyordum. Acayip bir şey, evlat olsa sevilmez.

-Anneniz, babanız ne yapıyorlar?

Annem bir şirkette satış elemanı olarak çalışıyordu, emekli oldu. Babam da astsubaydı. Annemle babam bayağıdır ayrı, ben annem ve teyzelerimle büyüdüm. Hep böyle kadın dayanışması vardı evin içinde.

“Güzel kadın değil, iyi oyuncu desinler”
“O çocuktan böyle bir kız çıkacağını tahmin edemezlerdi”

-Peki lisede tiyatro ya da müzikle ilgileniyor muydunuz?

Çocukluk dönemim böyleydi fakat okulda hiçbir faaliyetim olmadı. Sadece spor yapıyordum ama arada sınavlara girip bir deniyordum. Çok hazırlıksız, bilgisiz girdiğim için olmadı. Üniversite çağında artık kendimi bilerek hazırlanıp girdiğim için oldu. Opera sınavını kazandım, şan bölümünü.

-Neden Mersin?

Mersin o zaman yeni açılmıştı, öğrenci yoktu. Bizi hep hocalarımız Mersin’e yönlendirdi, “Orada şansınız yüksek olur” diye. İstanbul’da, Ankara’da başka bir düzen var, onu kırıp içine girmek kolay olmuyor.

-Hayaliniz neydi?

Aslında sahne üstünde olmak. Ama okulda okudukça “Ben buradan çıkınca iş bulamayacağım, ne yapacağım?” psikolojisine giriyorsun. Ondan sonra gerçekten ne yapacağını bilmiyorsun. Bütün konservatuvar mezunlarında o psikoloji var. Benim şansım, oyunculuk yapmayı düşünebilmek.

-Onu ne zaman düşünmeye başladınız?

Konservatuvarda okurken. Baktım opera diye bir şey mümkün değil. Öğrenciyken bir şey seni dürtüyor, “Keşke okumasam” diyorsun. Bazı sanatsal şeylerin okulla olmayacağına inandığım için bayağı konservatuvara karşıymışım. Usta-çırak ilişkisine inanıyorum ben, onun denk gelmesi şans. Olmadı yani, bence. Çok da başarılı bir öğrenci değildim. Okuldaki sahne derslerinde oyunculuğa olan yatkınlığımı öğretmenimden arkadaşıma herkes söylediği için, ben de daha çok keyif aldığım için gördüm ki bana şarkı söyletmesen, sırf oynasam daha mutlu olurum.

-Bu arada sizin deyişinizle çirkin ördek yavrusu ne zaman kuğu oldu?

Ya kuğu biraz iddialı kaçıyor, onu düzeltmek istiyorum, kuğu demeyelim ama o çocuktan eli yüzü düzgün, böyle bir kız çıkacağını kimse tahmin etmezdi diye düşünüyorum.

-Ne zaman oldu bu değişim?

Üniversitede. Ama aslında şu an yeni oturuyor yüzüm.

“Kötü karakterle başlayınca, bir süre normal rol gelmedi”

-Kızıllık nereden geliyor?

Ailemde şu an kimsede yok ama Çerkezim ben, genlerimde var. Rusya’da kalan akrabalar hepsi kızıl, oradan geliyor.

-Bizim ülkemizde dizi piyasasında sarışınların bile şansı düşüktür, kızıl olmak bir dezavantaj oluyor mu?

Başta dezavantajdı. Bir de kötü karakterle başlayınca, bir süre normal rol gelmedi. Hep kötü, kötü, kötü. Ama yapmadım. Bence iletişim önemli. İnsanlarla iletişime geçtikçe, benim normal hayattaki bir özelliğimi görüyor, “Bu kızdan kötü karakter değil de şöyle bir rol çok tatlı olmaz mı?” demeye başlıyor. Ama zor, resim olarak bile çok zor. Kızıl, çok beyaz bir kadının yanına partner bulunamayabilir, resme uymayabilir.

-“Kiralık Aşk”la sosyal medyada ciddi bir patlama yaptınız. Bunu bekliyor muydunuz?

“Bu iş güzel olur” diye düşünüyordum. Ama bu yaşadığım şeyi şu an bile anlamış değilim. Şu an tam algılama durumundayız. Tabii güzel bir şey. Biraz geniş bir yelpazesi var, sokağa çıktığım zaman onu hissediyorum.

-Güzellikten çok iyi oyuncu olmakla anılmak istediğinizi söylüyorsunuz röportajlarda...

Evet, iyi insan desinler, iyi oyuncu desinler. Güzellik kime göre, neye göre? Geçecek zaten, belirli bir süremiz var. Şundan beş sene sonra nereden biliyoruz ne olacağımızı...

-Gene güzel olursunuz canım, beş yıl sonra...

Yani o yaşın güzelliğinde olursun da bana güzellik, yakışıklılık kavramları çok yüzeysel geliyor. Tabii iyi bir şey, aynaya baktığında güzel bir şey görmek, herkes ister ama geçici. Asıl tatmin eden duygu, iyi insan desinler, işini iyi yapar desinler, yeter.

“Görüşmeye geldim İstanbul’a, bana ‘Dönemezsin’ dediler”

-Televizyona başlamadan önce de İzmir’de tiyatro yapıyormuşsunuz...

Üniversiteden mezun olmuşum, sosyopat olmuşum, evdeyim. Annem yalvarıyor, geliyor gidiyor bana bir broşür getiriyor, Sahne Tozu Tiyatrosu diye. Ben de ergen gibi buruşturup atıyorum, “Gelme artık üstüme” diye. Sonunda dayanamayıp gittim. Tamamen amatör bir ruhla. Kendi çabalarıyla kurmuşlar, Haldun Dormen onlara destek oluyor. O sırada insanlar depresyonda olduğumu bildikleri için “Şöyle bir görüşme var, bizi kırma git” diyorlar, ben de istemeye istemeye girdim. Yönetmenle küçük bir takışma oldu ve olmadı iş. Ama o sırada videoları seyreden Başay (Okay) “Bu kız niye olmadı?” diyor ve o benle çalışmak istiyor. Başay’la tanıştığımızın ikinci haftasında da “Öyle Bir Geçer Zaman ki” geldi.

-Siz de apar topar İstanbul’a...

İki gün içinde. Görüşmeye geldim İstanbul’a, bana “Dönemezsin” dediler. “İzmirliyim, evim, ailem var, dönmem lazım.” “Tamam” dediler, “Sana iki gün izin.” Gerçekten iki gün içinde eşyalarımı topladım, Galata’da bir otele yerleştirdiler beni. İstanbul’a ilk gelişim, kimseyi tanımıyorum. Bir daha da dönmedim zaten.

-Bu arada “Fettan bir kızı oynayarak başlamak doğru mu?” gibi endişeler yaşadınız mı?

Çok endişelendim açıkçası çünkü benim ruhum hiç öyle değil, tam tersi utangacım. Öyle bir şeyi oynamak beni gerçekten korkudan korkuya attı. Beni ilk defa tanıyanlar böyle bir şeyde görecekler, “Yapamam” diyemezsin, rolün o ama daha sindirememişsin oyunculuğu, ilk işin. Neyse ki kazasız belasız geçti.