Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Kayıp Şehir”in Duygu’su Ayta Sözeri, ilk kez başrol oynayacağı “Diva” oyunuyla tiyatro sahnelerinde. O artık hayatını iki bavula koyup diyar diyar dolaştığı yılların meyvelerini topluyor

“Herkesin bavulunda kıyafetleri olur, benim salata tabağım”
Otobüsle çok yolculuk edenler bilir... Bir şehrin, bir kasabanın içinden geçersiniz... Evlerin pencerelerinde ışıklar yanar, siz uzağından geçersiniz... Daha çok yol varsa “eve” varmanıza, bir garip yalnızlık duygusu çöker üstünüze... Bir de yolun sonunda varacak evinizin olmadığını düşünün, hayatınızı iki bavula koyup bir şehirden bir şehire gittiğinizi...

Haberin Devamı

“Hiç kimse bilmez, ‘Evlerin ışıkları bir bir yanarken gel sen ne çektiğimi bir de bana sor’ şarkısı bana başka şey ifade eder. O insanların evlerinin olması, o gün o evde uyuyor olmalarının duygusu beni çok yaralardı.” Tatlı tatlı anlatıyor, en acı şeyleri bile Ayta Sözeri: “Herkesin bavulunda kıyafetler olur. Hayır, benim salata tabağım, çay fincanım vardı, bir gün evim olursa
o tabakta salata yapmak istiyorum, o kupada çay içmek istiyorum diye onları da gittiğim her yere götürürdüm.”

O bavulda hayaller, ümitler, çoğaltılmış sevinçler, hasır altı edilmiş hüzünler var... Açıyoruz beraberce...

Hayalindeki meslek genetik mühendisliğiydi

Yıl 1976; Almanya, Nürnberg. Takvimler 31 Mart’ı gösterirken açtı gözlerini dünyaya Ayta. Ayta aslında soyadıydı, ileride kendisine isim yapacaktı. Baba bir anne ayrı iki ablası, bir de kız kardeşi vardı. Sözeri yedi yaşındayken birlikte memlekete döndüler. İzmir’de bir bakkal dükkanı açtılar. Dünyanın en matrak çocuklarından biriydi. Öğretmeni büyüyünce ne olacağını sorduğunda cevabı “emekli”, annesi “Yaşlanınca bize bakacak mısın?” dediğinde “Evet, anahtar deliğinden” oluyordu. Şarkılar söylüyor, şahane fıkra anlatıyor, yaz akşamları bütün mahallelinin balkonda izlediği oyunlar yazıp sahneliyordu. Ama hayalindeki meslek genetik mühendisliğiydi.

Ortaokulda herkes Ayşe’ye, Fatma’ya bakarken o futbol takımıyla ilgilenince başladı kendini sorgulamaya... Televizyonlardaki örneklere gitti aklı ilk önce: Bir Bülent Ersoy, bir Zeki Müren... Sonra kendisi gibi olanları bulmaya çalıştı... Gözleri görmeyen ama “dünyanın en çok gören insanıdır” dediği ablasına açıldı ilk... Ardından annesine... Doktor doktor dolaştırdılar Ayta’yı, sonunda birinden “Çocuğunuz son derece akıllı, hazır olun, zamanı gelince trans birey olacak” cevabını aldılar. Ayta “Çok şükür mutant değilmişim” dedi, rahat bir nefes aldı. Kısa bir süre: “Sonra babam öğrendi durumu, ‘Benim evlenecek kızım var, seni çok iyi yetiştirdim, hayatta ziyan olmayacağını düşünüyorum’ dedi
ve beni evden kovdu.”

Haberin Devamı

Hamburgerciden bara

Yaşı 18 bile değildi, liseyi yeni bitirmişti, hamburgercide çalışıyordu ve sokaktaydı. Kendisine tek oda bir yer tuttu ve yaşamını kurgulamaya başladı. Sesi güzeldi, şarkı söyleyerek sürdürebilirdi yaşamını... Beklediği fırsat Kordon’daki Kerpeten Bar’da bir arkadaşının doğum gününde çıktı. Sesini beğenen bar sahipleri yılbaşı için iş teklifinde bulundular. Artık gündüz hamburgercide, akşam barda çalışıyor, arada da okula gidiyordu... Ege Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanmıştı ama arkadaşları daha çok konservatuvardandı... Kazanıp da harç parası yüksek olduğu için gidemediği konservatuvardan...

Haberin Devamı

Üniversiteden sonra meşhur yol dönemi başladı. 11 gün bir şehirde, 11 gün bir diğerinde... Arada bir boşluk olursa bir arkadaş omzunda... Ama hayatını şekillendiren dönemi, Ankara’da, Ayda annesinin evinde yaşadı: “Bizde annelik denen bir sistem vardır. Çok küçük yaşlarda ailenin yanından ayrıldığın için sana hayatı, tehlikeleri öğreten annelerin var. Onun yetiştirdiği her kız birbiriyle kardeş oluyor.” Ayda annenin salonunda Sezen Aksu’nun bir fotoğrafı vardı. Kahvaltılarını, yemeklerini hep onunla yerlerdi... Yıllar sonra dost olacağı, birlikte şarkı söyleyeceği Aksu’yla...

Baktı ki şarkı söyleyecekse İstanbul’a gitmesi lazım, başladı tanıdığı kapıları zorlamaya... Bodrum’da Boncuk restoranın sahibinden teklif almış ama böyle teklifleri çok gördüğü için kartı çantasına atıp unutmuştu. Şansını denemek için numarayı çevirdi, “Neredesin, çabuk gel başla” oldu aldığı cevap. Yıl 2000’di.

İstanbul’da bir hayat kurmaya başladı. Bir akşam “Hayat Bağları” dizisinin ekibi Boncuk’ta yemek yerken, yönetmen Mustafa Şevki Doğan’dan teklif geldi: “Seni çok sevdik, sana bir rol yazalım da oyna.” “Ne var ki?” diye sordu, “Melek ablan (Baykal) bu bölüm hapse giriyor” deyince “Gardiyan olayım” dedi: “Çünkü biz devlet memuru olamıyoruz ya, ben memur oynamak istiyorum. ‘O zaman sen hapishane müdiresini oyna’ dediler.”

Ve o küçük rolle o gün bugündür birlikte çalıştığı Tümay Özokur’un dikkatini çekti. Oyunculuk dizilerle, filmlerle, Levent Kırca Tiyatrosu’ndaki oyunlarla devam etti. Yıllarca kimse fark etmedi onu, çünkü çoğunlukla “biyolojik kadınları” oynuyordu.
Çok hassastı rol konusunda. Sırf
“Ne sanıyorsun, ben erkeğim” repliği yüzünden “Yabancı Damat”taki bir rolü reddetmişti örneğin. Trans bireylerin sadece karikatürize edilmiş trans bireyleri oynayacağı yolundaki inanışı kırdı... 2012’de “Kayıp Şehir”in Duygu’suyla pek çok başka önyargıyı...

Hayat dersi veriyor

1.5 yıldır kendi evi, kendi salata tabağı var... Yıllarca bavulunda gezdirdiği kupayla çayını içiyor. Sokakta insanların kucaklayıp öpmeden geçemeyeceği kadar seviliyor. Bu sezon “Ulan İstanbul” ile ekranlarda, cuma ve cumartesi geceleri Maçka Gamsız Meyhane’de mikrofonun başında, pek yakında “Tehlikeyle Flört” ile perdede ve 16 Aralık’tan itibaren her salı bildiğintiyatro’nun ilk oyunu “Diva” ile Tatavla Sahne’de... Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun yazıp yönettiği “Diva”; filmleriyle, şarkılarıyla, sansasyonlarıyla gündemin en önemli magazin malzemesi olan bir kadının, isimsiz bir sanatçıya destek olmak için evine gitmesini anlatıyor ve Ayta Sözeri’nin deyişiyle kafamızdaki diva algısını değiştirirken birkaç kelime de hayat dersi vermeye talip.

Yılların zorlu mücadelesini masal gibi anlatıp iki kahkaha arasına sıkıştırıveren böyle bir kadından hayat dersi almak takdir edersiniz ki az şey değil...

“Zorlu yıllarımın ödülü Sezen Aksu”

Birsabah otel odasına gelen telefonla Sezen Aksu girdi hayatına... Diziyi izliyor, onu çok seviyordu. “Ya uyuyorum ya da öldüm” diye düşündü: “Çünkü hayatımın her anında vardı Sezen. İlk âşık olduğumda, evden ayrıldığımda, annemi görmeye çalıştığım ve göremediğim zamanlarda, parasız kaldığımda, aç kaldığımda... Kendisi yoksa bile eli vardı, hata yaptığım zaman ‘Küçüğüm’ diyordu, çok üzgündüm, ‘Gülümse hadi’ diyordu.”

İşte şimdi de hem elini hem kalbini uzatıyordu Ayta’ya. Harbiye Açıkhava sahnesinde birlikte şarkı söylüyorlardı... Onun yaşadığı zorlu yılların ödülüydü Sezen’le tanışmak.

“Benim hayatım değişse ne olur?”

Ayta Sözeri, “Kayıp Şehir’i kendisi için değil, Türkiye’nin zihin haritası için bir şeylerin değiştiği an olarak görüyor: “Duygu’nun duyguları vardı. İlk defa bir trans birey yaşıyormuş, nefes alıyormuşçasına anlatıldı. Herkes ağladığımızı gördü, acıktığımızı gördü, dertlerimiz olduğunu... ‘Uzaydan gelmemişler demek ki’ dediler. Böyle olunca
her şey değişti tabii.”

“Senin için?” diye soruyorum:
“17 yıllık insan hakları savunucusuyum, sadece küçük gruplara anlatabildiğim şeyleri milyonlara anlatma fırsatı verdi, benim hayatım değişse ne olur, değişmese ne olur?”