Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Zuhal Olcay altı yıl aradan sonra “Başucu Şarkıları 3” albümünü çıkardı.
Bu, müzikseverler adına sevindirici bir haber ama onun gibi bir oyuncunun sinema ve tiyatrodan bu kadar yıl uzak kalması büyük kayıp bir yandan da...

İçinden yetenekler çıkan matruşka gibi

Çıkalı tam 25 sene olmuş ama “Küçük Bir Öykü Bu”, hâlâ popüler müziğimizin en özel albümlerinden biri ve hâlâ gerçek anlamda “başucumuzda” duruyor. Bir aşk ilişkisinin tüm evrelerini anlatan bir albümdür o... Heyecanlı başlangıçların, giderek sıradanlaşmaların ve nihayet kopuşların Mehmet Teoman’ın sözleri, Vedat Sakman’ın besteleri ve Zuhal Olcay’ın büyülü sesiyle dile geldiği bir albüm... “Allah Allah, şahane bir oyuncu ama şarkı da mı söylüyormuş?” da dedirten tabii... Evet, söylüyordu... Hem de kendisini bildi bileli...

Haberin Devamı

Bu yüzden de Mehmet Teoman elinde bir dosyayla gelip onu “Evita” müzikalinin setinde bulduğunda bir an bile tereddüt etmemişti. Henüz bestelenmemiş sözler vardı dosyada. İstiyordu ki bu şarkıları bir oyuncu söylesin. Çünkü bir hikaye anlatabilmek, bir duygu geçirebilmek gerekiyordu. Zuhal Olcay için biçilmiş kaftandı yani. Üstelik hayatta hiçbir şeye hayıflanmak istemeyen gözü kara bir kadındı, hemen sıvadılar kolları. Ve ülkenin en iyi oyuncularından birinin içinden en iyi yorumcularından biri çıktı... Matruşka bebekler gibi...

Sesi hep güzeldi, kulağı da iyi

Berber Cevat İşanç ile ev kadını Süheyla hanımın tek çocuğu olarak 10 Ağustos 1957’de İstanbul’da dünyaya geldi. Sesi hep güzeldi, kulağı da iyi. Zaten ailede çok sayıda müzisyen, oyuncu, operacı vardı ve daha Ankara’ya gidip konservatuvarı ilk gördüğünde orada okumaya karar verdi. Opera bölümüne mi girsin, tiyatroya mı, bir tereddüt yaşadı ve 14 yaşındayken Üsküdar Kız Lisesi’nden çıkıp Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne girdi.

Aşk ve evlilik küçük yaşta çaldı kapısını.
19 yaşındayken okul arkadaşı Selçuk Yöntem’le evlenip Londra’ya gitti. Dil öğrenip tiyatro okumak, orada oyunculuk yapmak gibi hayaller garsonluk, tuvalet temizliği gibi gerçeklere toslayınca altı ayda geri döndüler. Ankara Devlet Tiyatrosu’ydu ilk görev yeri. “Othello”daki Desdemona da akıllarda yer eden ilk karakteri...

Haberin Devamı

İlk evliliği üç yıl sürdü. İstanbul’a dönmesiyle eczacı Zafer Olcay ile evlenip İzmir’e taşınması bir oldu. 28 Şubat 1981’de kızı Ceren geldi dünyaya. Bir düzen oturtmuştu aslında ama bir şey eksikti. Yeni zar atmak için beklediği itici güç, İzmir Devlet Tiyatrosu’nda bir prova sırasında geldi. Müdüriyette telefonu vardı. Kim arıyordu? Yönetmen Okan Uysaler. Hani Ankara’da TRT’de bir çocuk programı vardı; “Ali, Veli, 49, 50” diye... Okan Uysaler 50’yi oynayan kızı arıyordu, “Sönmüş Ocak”ta Aytaç Arman ile oynaması için. “En hayati kararını” vermesi birkaç saniye sürdü. Bu, çekimler için İstanbul’a gitmek ve yeni bir hayat demekti. 1987’de bir kez daha boşandı Olcay.

“Sönmüş Ocak”ın ardından Halit Refiğ’in “İhtiras Fırtınası” geldi, sonra da “Parmak Damgası” dizisi... Seniha öğretmen birçok kişinin gönlündeki en kıymetli Zuhal Olcay karakteri oldu.

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda “Martı”nın Nina’sını oynadı, hayranı olduğu Alev Sezer ile karşılıklı “Söz Veriyorum” geldi sonra... Sinemada da şöhreti almış yürümüştü. “Amansız Yol”, “Kurşun Ata Ata Biter”, “Bir Avuç Gökyüzü”... Güzelliği yeteneğinden sonra sayılan, önce “iyi” ve “eğitimli” oyuncu, sonra “güzel kadın” olarak kabul gören nadir isimlerdendi. Üstelik “Türk seyircisine şu tip sıcak gelir, bu fizikte kadın oyuncular başrol oynar” gibi klişeleri de altüst etmiş, inadına “soğuk” ve “ciddi” görüntüsüyle beğenilmişti. Zuhal Olcay’dan “evimizin kızı” olmazdı ve biz onu
bu mesafeden seviyorduk.

Haberin Devamı

Müzikte yükseliş dönemi

İçinden yetenekler çıkan matruşka gibi

Televizyon tarihimizin nadide incilerinden “Gecenin Öteki Yüzü”, hayatında da yeni bir sayfanın habercisiydi... Konservatuvardan arkadaşı Haluk Bilginer ile bu dizide başlayan aşkları uzun bir yaşam ortaklığına dönüştü. 1992’de evlendiler, 2004’te ayrılana dek hem sahnede hem televizyonda birçok ortak iş yaptılar. “Kara Sevdalı Bulut”, “İki Kadın”, “80. Adım”, “İstanbul Kanatlarımın Altında” filmlerinde de birlikte oynadılar.

En önemli filmlerinden biri, Ömer Kavur’un 1990 tarihli “Gizli Yüz”ü oldu.
Tam da bir fotoğrafta görülüp peşine düşülecek yüzdü, onunki. Yıllar geçtikçe anlam kazanan bir yüz... Zaten internete baksanız, en çok “şarap gibi kadın” tanımını görürsünüz onun için... Fakat yıllar geçtikçe filmlerin arası açıldı; “Bir Sonbahar Hikayesi”, “Salkım Hanımın Taneleri”, 2001’de “Hiçbir Yerde”, 2007’de “İyi Seneler Londra”... İnanılması güç ama bu kadar...

Buna karşılık müzikte yükseliyordu. “Evita”nın kulisinde başlayan “Küçük Bir Öykü Bu” macerası, sekiz albümlük uzun bir yolculuğa dönüştü. Hemen hemen tamamı Leyla Tuna-Onno Tunç şarkılarından oluşan ikinci albüm “Oyuncu”, 1993’te çıktı. Ardından Vedat Sakman besteleri söylediği “İki Çift Laf”... Şarkılarından en çok “Yalnızlığım” sevildi belki ama aslında “Ama olsun, pişman değilim / zaten ben bunları anı olsun diye yaşadım” sözleri yakışıyordu sinema-tiyatro-müzik arasında tüy gibi uçuşan Olcay’a... “Ankara’da Aşık Olmak”, “Issız Kaldım” gibi şarkıların olduğu “İhanet”, müzikteki yerinin sağlamlaştığı albümdü.

Uzun aralar vermemeli

Televizyonda Mahinur Ergun’un çektiği “Çatısız Kadınlar” ve Türkan Derya imzalı “Yeditepe İstanbul” o dönemki işlerinden iz bırakanlar... Haluk Bilginer ile oynadığı sitkom “Medeni Haller”i de unutmamak lazım; sürekli “Hep hüzünlü bir haliniz var” - “Aslında çok komik biriyim” diyaloğunu yaşayan Olcay’ın bunu kanıtladığı dizilerden biri olarak.

Sinema gibi TV’de de geri çekildi sonra. 2010’da “Umut Yolcuları”nda hızlı bir polis amiri olarak izledik onu. Ardından belki daha az zamanını aldığı için tercih ettiği ikincil rollerle “İffet” ve “Bir Aşk Hikayesi”nde. Bu kadar...

Kendisine müzik, tiyatro ve diziyi aynı sene yapmamak gibi bir kural belirlesede matruşkalar gibi açıldıkça içinden yeni yetenekler çıkan bir oyuncunun her dalda bu kadar uzun aralar vermesine gönlüm razı değil. Üstelik bu, sinema ve tiyatromuz
adına da büyük kayıp...

Başucumuzda Olcay’ın sesi

Bülent Ortaçgil ile yaptığı çalışmaların Zuhal Olcay’ın müzik macerasında ayrı bir yeri var. 2001’de “Başucu Şarkıları”, 2005’te de “Başucu Şarkıları 2”de Türk popunun eski şarkılarını yeniden yorumladılar. Tabii ki Ortaçgil dokunuşu ve Olcay büyüsüyle bambaşka bir hale getirerek. Birlikte konserler verdiler, doldu taştı tamamı. Araya 2009 tarihli kıymeti maalesef hiç bilinemeyen “Aşk’ın Halleri” albümü girdi. Şimdi de altı yıllık sessizlikten sonra “Başucu Şarkıları 3” raflarda. Bu kez müzik yönetmeni olarak Cem Tuncer ile çalışmış, yine sevilen dokuz şarkı ve yine Zuhal Olcay’ın o çok özel yorumu. Milliyet Sanat’ta Yavuz Hakan Tok’a verdiği röportajda bunun son albümü olduğunu söylüyor. Belki single ama yeni bir albümle uğraşmaya niyeti yok. Artık ağırlık özel sahne perfomanslarında olacak.

“Bir daha tiyatro kurmak mı? Asla!”

Zuhal Olcay için tiyatro macerası hep hayatının “başrolünde” oldu. Devlet Tiyatroları’ndan sonra Haluk Bilginer ve hocaları Ahmet Levendoğlu ile kendi tiyatrolarını kurmaya karar verdiler. 1990’da Harold Pinter’ın “Aldatma”sıyla serüvenine başlayan Tiyatro Stüdyosu, “Kan Kardeşleri”, “Histeri” ve “Balkon” ile yoluna devam etti.

“Balkon”dan sonra Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer tiyatrodan ayrılıp Oyun Atölyesi’ni kurdular, bir süre sonra da Moda’daki sahnelerini açtılar. Zuhal Olcay ilk oyun “Dolu Düşün Boş Konuş” ile hem Afife hem Avni Dilligil ödüllerini aldı. Bilginer ve Olcay 2004’te 12 yıllık evliliklerine nokta koydular. Olcay da Oyun Atölyesi’nden ayrıldı. 2006’da Tilbe Saran’la “Nathalie”de, 2009’da yıllar sonra Tiyatro Stüdyosu’nda sahneye çıktığı “Şölen”de oynadı. Şimdi “Yeniden tiyatro kurmayı düşünür müsünüz?” sorusunu duyar duymaz oradan kaçarak uzaklaşmak istediğini söylüyor.