Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Genç kuşağın parlak ismi Öykü Karayel, Zeki Demirkubuz’un “Bulantı”sı ile ilk kez beyazperdede. Karayel, “Zeki Demirkubuz’un o karanlık dünyasını izlemeyi severim ben. Bu film de öyle bir film; çok kişisel bir senaryo. O yüzden hoşuma gitti o dünyanın içinde olmak” diyor


“O karanlık dünyanın içinde olmak hoşuma gitti”
Birine “suskun” demeden önce Öykü Karayel’le tanışmak lazım. Yaptığı az sayıda birkaç röportajı okuduğumda ana temanın bu olduğunu görmüştüm zaten, hazırlıklıydım yani. Yine de şaşırdım, tahminimden de az konuşuyordu. Ama tuhaf, bu beni hiç rahatsız etmedi. Çünkü kibirli olduğu için yapmıyor bunu, aksine en çok benim için üzülüyor, “Sizin işinizi yapamazdım” diyor samimiyetle. Bana da gayet tatlı ve “cool” geliyor. İnsanın iyi bir oyuncu olması aynı zamanda şahane bir hikayeci olmasını, kendisini anlatmaya bayılmasını, manşetlik cümleler kurmasını, gazeteci bakışıyla “iyi bir röportaj malzemesi” olmasını gerektirmiyor çünkü.

Haberin Devamı

Zeki Demirkubuz’un bu hafta gösterime giren son filmi “Bulantı”da sevme, bağlanma, sadakat özürlü, duyguları varsa bile dondurulmuş bir adamla sevgili olarak kalmakta ısrar eden Aslı’yı oynuyor. Bu onun ilk sinema filmi ve filmin o karanlık dünyasında inci tanesi gibi parlıyor.

Öykü Karayel çok yetenekli bir genç oyuncu. Bir grup şanslı izleyici gibi ben de onu Krek’in “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” oyununda izlemiştim ilk. O sırada tiyatro izleyicileri arasında efsane olmuştu, bu henüz konservatuvar öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz genç kız. Tabii o gene kendini anlatmadığından daha fazlasını da bilmiyorduk.

Sonra ne mutlu, Kerem Çatay ile Ece Yörenç de onu izlediğinden Ay Yapım’ın “Kuzey Güney”inde Cemre olarak ekrana çıkıverdi Öykü Karayel. Ardından “Kara Para Aşk”ın İpek’inde izledik onu. Şimdi de “Bulantı”da işte.

Bu vesileyle onu biraz daha yakından tanıyoruz. İkiz kardeşi Ezgi’yle Galata’da yaşayan, evde arkadaşlarına yemek pişirip Playstation oynayan, sessiz, sade, zarif bir genç kadın, çok yetenekli bir oyuncu...

“O karanlık dünyanın içinde olmak hoşuma gitti”


-“Bulantı” ile ilgili sana teklif geldiğinde nasıl yaklaştın? Zeki Demirkubuz denince akan sular durdu mu, yoksa hikaye mi cazip geldi?

Haberin Devamı

Öncelikle Zeki Demirkubuz olması cazip geldi. Zaten saysak 10’u geçmez Türk sinemasının iyi yönetmenleri, Demirkubuz onlardan biri. Reddetmek hiç aklıma gelmedi. Senaryo ikinci plandaydı. Ama Zeki Demirkubuz’un o karanlık dünyasını izlemeyi severim ben.
Bu da öyle bir film; çok kişisel bir senaryo. O yüzden hoşuma gitti o dünyanın içinde olmak.

-Adamı tokatlama isteği duymadın mı oynarken?

Birçok kimsenin tokatlama isteği duyacağını hissettim açıkçası senaryoyu okurken. İnsanı sessizliğiyle çıldırtan bir tarafı var. Asla ne istediğini ya da ne hissettiğini anlayamıyorsunuz.

“O kadar kibirli bir adamdan etkilenmem”

-Aslı onu sevdi mi sence, böyle bir adam sevilebilir mi?

Bazı kadınların egoistçe bir yaklaşımları vardır ya bu tür
erkeklere karşı; onun dünyasına girebilecek tek kadın olduğuna
ya da onu iyileştirebileceğine dair
bir inançla... Büyük ihtimalle Aslı da öyle âşık oldu Ahmet’e.

Haberin Devamı

-Filmdeki diğer kadın karakter “Kibir bazı erkeklere yakışır, ben senden bu yüzden etkilendim” diyor... Sen etkilenir misin?

Ben bu kadar kibirli bir adamdan etkileneceğimi zannetmiyorum, yok.

-Aslı için nasıl bir çalışman oldu? Filmde gördüğümüzün dışında senin için bir hikayesi var mı mesela?

Hepimizin yaşadığı ilişkilerde tıkanmalar olmuştur ve çok da uzak bir şey değil aslında Aslı’nın yaşadığı şey. Ben de yolun başında olduğum için hep kendimden yola çıkarak bir şeyler buluyorum. Bu da öyle oldu.

-Zeki Demirkubuz’la çalışmak gerçekten zor mu?

Hayır, hiç zor değil.

-Kendisi de Hürriyet’teki röportajında söylemiş, “Bırakıp giden oyuncular oldu” demiş...

Çok konuştuk biz, “Böyle böyle şeyler diyorlar sizin hakkınızda” dedim ben ona, “Evet olur öyle şeyler” diyor ama biz öyle bir şey yaşamadık. Öcü değil kendisi.

-“Çok fazla tekrar alıyorum ve bu bazı oyuncuların egosuna iyi gelmeyebiliyor” demiş...

Çok tekrar aldık, evet. Salondan yürüyüp mutfağa girme, ocaktan sigaramı yakıp geri dönme sahnem var, sadece ona gece 12’de başladık, sabah 5’e kadar çektik. Ama “Hayır çok kötü, beceremiyorsunuz” gibi bir şekilde değil “Çok güzel, bir daha” diyerek çekiyor. O kadar uzun tekrar alarak oyuncunun fiziksel olarak da rahatlamasını sağlıyor.

-Yine aynı röportajda 50 yaş aktörlerinin filmi sevişme sahnesi yüzünden kabul etmediğini söylüyordu. Senin için o sahne sorun oldu mu?

Bu işin gereği, bir parçasıysa, oyuncu o işin içinde olmak istiyorsa, sevişme sahnesi sadece bir teferruat. Tercih etmeyen tabii ki olabilir.

“Ne bileyim, kendimi ünlü biri gibi hissetmiyorum”

-Konservatuvarda okur ve Krek’te oynarken “Kuzey Güney”le birden geniş kitleler seninle ilgili fikir beyan etmeye başladı. Nasıl bir etkisi oldu bunun?

Düşünüyorum şimdi, bunların bir etki yaratması lazım insanda ama bende hiçbir etki yaratmadı. Ne bileyim, ünlü gibi hissetmiyorum ben kendimi. Nasıl yaşıyorsam öyle yaşamaya devam ediyorum, onun yanında fotoğrafım çekiliyor sokakta.

-Kıvanç Tatlıtuğ’un karşısında oynamak nasıl bir şeydi? Türkiye’nin bütün kızları hayran kendisine.

Aslında daha çok kendi derdimdeydim. İlk tecrübemdi neticede, neredeyim, ne yapıyorum gibi sorularım vardı, Kıvanç’ı görünce heyecanlanmaktan çok şaşırdım. Baskın duygum oydu evet, şaşırıyordum.

-İlk dizinde başrol oynadın. Bu bundan sonrası ile ilgili ne düşündürüyor?

Dizilerde başroller asla hata yapmaz, onurludur, iyi kızdır hep, iyi oğlandır, daha sınırlı karakterler oluyor bence. “Kuzey Güney”de o anlamda şanslıydım, kusursuz bir karakter oynamadım. Ama birçok dizide öyle oluyor ve yan roller
o çizginin dışına çıkabiliyor. Hatta bazı yan roller daha verimli ve eğlenceli.

“Vicdanı rahatsız eden şey ihanettir”

-Âşık olduğun zaman çok kapılıp coşabilen biri misin, yoksa mesafeli mi duruyorsun gene biraz?

Normalde birçok şeye heyecanlanan biri değilimdir. Olmasını çok istediğim bir iş olunca da mesela ben çok seviniyorum tabii de, çok dışarı yansıtamıyorum belki de. Ama âşık olunca heyecanım oluyor, bir tek onda oluyor.

-Filmde ana temalardan biri ihanet. Zeki Demirkubuz da “Yaşamın esası ihanettir” diyor. Sen ne düşünüyorsun?

Ben açıkçası çok öyle düşünmüyorum. Ama Zeki Demirkubuz hayata başka bir yerden bakıyor. Belki de
o yüzden yönetmen, yazar. Ben çok öyle bakmıyorum, bana kusur gibi geliyor ihanet.

-Neyi ihanet kabul etmeliyiz sence?

Nasıl bir vicdana sahip olduğuyla ilgili insanın. Vicdanını huzursuz edecek her türlü şey ihanettir.

-Senin başına geldi mi hiç?

Aldatılmak mı?

-Ya da aldatmak...

Gelmiş olabilir. Her
ikisi de... Ama dediğim gibi bir kusur bence bu. İnsanın zaaflarıyla ilgili bir şey.

“Afganistan’da bir sıkıntı yaşamadık”

-Afganistan’da çekilen bir filmde oynadın bu arada. Ondan biraz söz edelim mi?

Gözde Kural’ın ilk uzun metraj filmi, “Toz”. 23 gün Afganistan’da kaldık.

-Nasıldı oralarda çekim yapmak?

Afganistan zor şartları olan bir yer, zaman durmuş gibi oralarda… Sert bir coğrafya ama bir taraftan çok etkileyici bir mistisizmi de var. Savaş devam ettiği için ister istemez
bir tehdit altında hissediyorsun kendini, sürekli yakınlarda bir yerden bomba sesleri geliyor. Bizim güvenliğimiz çok iyi sağlanmıştı, o yüzden bir sıkıntı yaşamadık.

“Ailece Galatasaraylıyız, hepimizin kombinesi var”

-İkizinizle neler yapardınız küçükken?

Çok oynardık, hatta ergenlik dönemimize kadar evcilik oynadık. O oyunlardan çok beslendiğim olmuştur. Yaratıcı şeyler bulurduk, ne bileyim veteriner olurduk, öğretmen olurduk, bütün meslekleri tek tek evde denemişizdir.

-Şimdi Playstation oynadığını okudum. Ne oynuyorsun?

FIFA, Call of Duty... Tipime bakınca abuk duruyor olabilir ama bayıla bayıla oynuyorum.

-Futbola merakın var...

Evet, bütün aile Galatasaraylıyız. Hepimizin kombinesi vardır, gidebildiğimiz her maça gidiyoruz.

-Spor yapıyor musun?

Eskiden tenis oynadım, yüzdüm. Ama şu anda sporla aram hiç iyi değil. Bir ay yapıyorum, sonra bırakıyorum.

-Nasıl bu kadar ince kalıyorsun, yemeyerek mi?

Yok, çok da yiyorum. Bir erkek arkadaşımla burada masada otursak ben daha fazla yerim. Ama beş senem kaldı böyle yaşamaya. Hem bu kadar yiyip hem de spor yapmadan 30’umdan sonra yavaş yavaş alacağım galiba kiloları.

-Yemek yapmayı da seviyormuşsun...

24 Kitchen diye bir kanal var ya, oturup gerçekten 24 saat onu seyrettiğim oluyor. Kendi evimde televizyon yok, anneme gidiyorum mesela, hemen onu açıp yemek programı seyrediyorum. Gördüğüm, aklımda kalan, beğendiğim şeyleri de mutlaka yapıyorum.