Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir sır değil; soranın, sorgulayanın, ‘genele’ ayak uydurmayanın işi zor buralarda. Hele hele eğitimciysen, ‘aykırı’ olmayacaksın. Müfredat var önünde, dışına çıkmak neyin nesi? Ya da öğrencilerine ders dışında okumaya, düşünmeye, soru sormaya sevk etmek? Neredeyse ‘işgüzarlık’...

Notre Dame de Sion Lisesi’nin öğrencileri tarafından tutkuyla sevilen edebiyat öğretmeni Melike Koçak’ınki gibi... “O bizim canımız” diyorlar, ötesi var mı?

Biz temmuz ayında duyduk adını; “Öğrencilerinin çıkardığı fanzin nedeniyle beş yıldır çalıştığı okuldaki görevine son verilen öğretmen” olarak...

Haberin Devamı

Hürriyet’ten İpek İzci çok güzel bir yazı yazmıştı; Melike Koçak’ı “Ölü Ozanlar Derneği”nin John Keating’ine benzeten... Kendisini “Devlete, öğretmene, babaya, erkeğe çatır çatır kafa tuttum” diye tanımlayan bir öğretmen, tabii ki öğrencilerine de hayata çatır çatır kafa tutmayı öğretecekti. Bir öğrencisi “Her dersten çıktıklarında kafalarına sorular taktığını” söylüyordu ki bundan daha değerli bir şey söylenebilir mi bir öğretmen için?

Ama işte okullarda soru sordurmaktan ziyade ‘hazır cevap’ları yutturmaya alışık olduğumuzdan, Melike Koçak’ın da başı tez zamanda derde girdi. John Keating gibi...

Tavuskuşu’nun dördüncü sayısını “Kadın Cinayetleri Politiktir” başlığıyla çıkarmıştı öğrenciler... “Bedenlerimizi kısıtlamayı, yok saymayı kendine görev edinmiş ‘eril’ topluma karşı manifestomuzdur” demişlerdi. İşte o manifesto, içinde ‘ayıp’ sözcükler geçtiği için öğretmenlerinin görevinin sonu oldu.

Okulla bağı yoktu Tavuskuşu adlı fanzinin. NDS öğrencileri de vardı çıkaranlar arasında, mezunlar da, başka okulların öğrencileri de... Ama okul idaresi iyi biliyor olmalıydı ‘özgür düşünce’nin bu genç beyinlere hangi kaynaktan sızdığını... “Kadına şiddet gibi bir konuda öğrenciyi hassaslaştırmak önemli ama,” diye açıklama yaptı idare; “Burada dozaj kaçmış”.

Aradan dört ay geçti ve hikâyede adalet duygumuza bir nebze iyi gelecek bir noktadayız şimdi: Melike Koçak, Notre Dame de Sion’a açtığı işe iade davasını ilk celsede kazandı, 10 gün içerisinde işe başvurması durumunda işe alınmasına ve 4 aylık brüt ücret kadar tazminat ödenmesine karar verildi.

Haberin Devamı

Kovulduktan sonra Facebook’taki sayfasına “Yaşasın edebiyat! Kadın! Başka türlü öğretmenlik!” yazmıştı. Bazen de dik duran kazanıyor, ne mutlu ki. Ve ‘başka türlü öğretmenlik’ mümkün.

Niye öyle şaka olmasın?

Üç gündür Serra Yılmaz’ın Antony Bourdain’in programında söylediği “Türk’üm ama bu benim hatam değil” cümlesiyle bozmuş durumdayız kafamızı. Milli gururumuz incindi, vatanperver damarımız kabardı, sosyal medyamız var neyse ki haddini bildirelim bildirebildiğimiz kadar.

Bunun bir şaka olduğunu zinhar kabul etmemiz mümkün değil. Halbuki zahmet edip 40 saniyelik videoyu izlersek, Bourdain’in “Türk olmak nasıl bir şey?” sorusuna ‘masadaki üçüncü kişi’ olarak anılan Gündüz Vassaf’ın gülerek “Sen Türk müsün Serra?” pasıyla yanıt verdiğini, hayatını ülkeler arasında mekik dokuyarak geçiren Serra Yılmaz’ın da yine gülerek o ‘meşum’ cevabı verdiğini göreceğiz.

Haberin Devamı

İddia edildiği gibi ‘derin bir sessizlik’ filan çökmüyor masaya, espri olduğunun herkes farkında çünkü. Ama biz değiliz. Sanki Serra Yılmaz BM toplantısına katılıp neden Türk olmaktan utandığını gerekçeleriyle açıklayan bir konuşma yapmış gibi davranıyoruz.

“Öyle şaka olmaz”mış. Neden olmasın? Komik bulmayabilirsin, gülme. Ama yani söyleyen kişiyi linç etmeye kalkmak neyin nesi?

Ayrıca herkes tamamen tesadüf eseri bir coğrafyada, bir milletin mensubu olarak geliyor dünyaya. Kimi bunu bir gurur vesilesi olarak görebilir, kimi görmez...

Ama şurası kesin: Kendi hissiyatını herkese dayatmak da, espriden anlamamak da gurur duyulacak özellikler değil...