İster kişisel marka olsun, ister bir ürün ya da hizmetin markası, tek başımıza yapıyoruz gibi görünsek de arka planda ilişkiler yumağının yaptığımız işe oldukça fazla etkisi var.
İnsan sosyal bir varlık ve sürekli ilişki yönetiyor. Aile ilişkileri, iş arkadaşları, eş, sevgili vb. bir sürü ilişkiyi yönetiyor. Benim hem çok kolay hem çok zorlandığım bir konudur. Güzel yürüttüğüm ilişkiler iş ilişkilerim. Sanırım bağ kurmadığım için. Diğer ilişkilerimde ne kadar çok bağ kurmuş dolayısıyla ne kadar fazla duygu geliştirmişsem o derece zorlanırım. Mantığım daha geride kalır. Sevgim karar alırken ön planda olur, hayır demem zorlaşır, kırmamak için hassas davranmaya başlarım.
Her insanın yaydığı bir enerji var. Çevremde bulunan kişinin enerjisi beni destekleyen, iyi bir enerji olursa kendimi atomu parçalayacak güçte hissederim. Devamlı negatif üreterek beni kötü hissettiren birinin enerjisi ise paçamdan çeken köstebek gibi toprağın altına gömülüp yok olma isteği uyandırır.
İnsan, en çok zaman geçirdiği 5 kişinin ortalaması oluyorsa eğer, kimlerle ilişki içinde olduğuna iyi bakmalı, analiz etmeli çevresindeki insanları. Kendini yukarı çıkaracaklarla çevrili olmalı. Onu köstebeğe çevirenlerden hızlıca uzaklaşmalı. Kendini köstebek gibi hissettiren en yakın dostu, ya da ailesi olsa bile…
Şu anda bu yazıyı okurken birlikte vakit geçirdiğiniz kişileri bir düşünün. İşte, okulda, evde ya da telefonda konuştuğunuz… Her birine memnuniyet düzeyinizi gösteren 1’den 10’a kadar bir numara verin. Ben eğer 5’in altında bir numara veriyorsam o kişiden ya uzaklaşır ya da bir süre mesafe koyarım. Özellikle yeni bir projeye başlayacak ya da yeni bir karara imza atacaksam yanıma mutlaka beni iyi hissettirecek kişileri alırım. Diğerlerine konuyu açmam bile.
Köstebek gibi hissettirmeyen, kuş gibi sizi yükselten ilişki yumaklarınız olması dileğiyle.
Bugünkü ben de, bugünkü sen de seçimlerimizin sonucuyuz.
Bazen iyi ki seçmişim deriz, bazen ah keşke seçmeseydim.
İş hayatında, özel hayatında insanın hep keşkeleri var. İşler yolunda giderken konu ne
olursa olsun gölde çok ördek var der, ya hepsine sahip olmak ister ya da en iyi ördeği
bulmak için savruluruz.
Hiç daha iyi bir iş teklifi için diğer teklifleri değerlendirirken mevcut teklifi kaçırmadın
mı? O kişi mi bu kişi mi derken yaşın geçip, yakınındaki kişiyi de kaybetmedin mi? Bir
araba gördün, tam istediğin gibi. Dur bakayım daha ucuzu daha da iyisi var mı derken
Hayatlarımızın bazı dönemlerinde veya anlarında mutlaka saçmalarız. Bazen bu ergenlik döneminde olur, bazen acı bir olay ya da bir hayal kırıklığı sonrası… Tüm bu saçmalamalar aslında bugünkü bizi oluşturur.
En çok güldüklerimiz zamanında yaptığımız saçmalıklar değil mi? En çok üzüldüğümüz veya pişmanlık duyduklarımız da öyle. “Şimdiki aklım olsa”ları en çok yaptığımız saçmalıkları anlatırken kullanırız.
Saçma davranışların sadece gençlik, çocukluk dönemine ait bir durum olduğunu düşünmüyorum. İnsan her yaşta saçmalayabiliyor. Sadece çocuklukta ve gençlikte yaptıklarının telafisi daha kolay oluyor.
En zoru, belli bir yaşa geldikten sonraki saçma davranmalar. Belki de insan zamanın kısaldığını düşünerek her şeyi yapabilme hakkını kendinde görüyor. Ya da altta yatan başka bir duygu onu tetikliyor.
Herkes hayatını istediği gibi yaşayabilir, ancak kendine, çevresine, topluma zarar vermemesi kaydıyla.
Sosyal medyadan saçmalama örnekleri
Size sosyal medyadan küçük örnekler vereyim, siz daha yaratıcı olanlar varsa bana gönderin dilerseniz.
Nezaket ile iletişim kişisel markanızın en iyi temsilcisidir. Bazen yeni tanıştığım insanlara şaşırıyorum. Acaba bir tek bana mı oluyor?
Biri ile tanışıyorum. Unvanına, bitirdiği okula baktığınız zaman iyi bir alt yapısı var gibi görünüyor. Sonra birlikte yemek yiyor ya da birer kahve içiyorsunuz ya da toplantı sonunda bir bakıyorsunuz ki meğer hiç öyle biri değilmiş.
Bu duruma iş hayatının yanı sıra sosyal medyada da rastlıyorum, bu kadarı da pes dedirten paylaşımlara.
Kendini övenler, dil bilgisi olmayan, ne yazdığı anlaşılmayanlar… Üst düzey bir yönetici ama tehditkar bir dil kullanıyor. Sayfasından üslupsuzluk akıyor.
Bir diğeri güya girişimci ama paylaşımları, ergenlerin bile yapmayacağı “esprili laf sokma” sözleri.
Günlük yaşamdan birkaç örnek vereyim. Zarif giyimli bir kadının içinden sırf otopark yeri için bir canavar çıkıyor. Bir başkası mağaza görevlisine ürün sorarken bir had bildirme çabası, komşusu ile bir minik kedi meselesi için tartışma, arkadaşlar arasında bile bir üstünlük kaygısı, hep bir gerginlik, hep bir parmak sallama.
Elbette tüm bunların yanında, sayısı az olsa da nezaket ile iletişim kuran, uzlaşmacı insanları görmek umut veriyor.
Ne ara toplumumuzun dili bu kadar nezaketsiz oldu? Acaba bu bir moda mı yoksa başka bir sebebi mi var? Oysaki en kötü sözü nezaketle ifade edebilir, en büyük tartışmayı seviyesizleşmeden yapabiliriz.
Kişisel markamıza en çok ne zaman zarar veririz, biliyor musunuz?
Duygularımızı kontrol edemediğimiz zaman.
Herkesin belli kırmızı çizgileri vardır. Benim kırmızı çizgim haksızlıkla ilgili.
Ama kendime değil bir yakınıma yapılan haksızlıktan bahsediyorum. Böyle bir durumda kendimi hiç tutamazdım.
Artık tutuyorum.
Haksızlığa göz yummak değil, tam tersine o anda duygularımın kontrolden çıkmasına müsaade etmeden, zihnimde tartıp öyle davranmak.
Harika bir kariyeriniz var, belki ünlü birisiniz.
Ayrılık, terk edilme, ihanet, hayalkırıklığı… Duygusal bir olay yaşadınız ve bu durum sizi çok etkiledi. Bunca zamandır sizi siz yapan her şeyi unutabilir ve incinmişliğin verdiği güdüyle bir sürü saçma şey yapabilirsiniz. Şimdilerde bu saçmalıkların çoğunu sosyal medyada görüyoruz. Karşı tarafa laf sokma amaçlı “özlü söz” paylaşmak.
Hayattaki en önemli inancım; insan isterse her şeyi yapar.
Ancak yaptığınız işin doğru olup olmadığı, arkanızda iyi izler bırakıp bırakmadığı daha önemli bir konu.
Bunu anlamak için şöyle bir önerim var: Yaptığınız iş ne olursa olsun, ara sıra durup biraz uzaktan bakmayı deneyin. Ben ne yapıyorum? Arkamda nasıl izler bırakıyorum?
İnsan kendine dışardan bakınca inanın ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Bunu yapmak kolay değil. Bu bakış öyle olmalı ki birini gözetliyormuş hatta bir filme kaydediyormuş gibi mümkün olabildiğince objektif olmalı.
Bütün detaylara bakın.
Çok… En başarılı kişisel markaların, hayalinin peşinden gidenler arasından çıktığını
görmek zor değil.
Oysa hayal kurmak bizim kültürümüze ters. Çocukken bile ağız tadıyla hayal kuramadı
birçoğumuz.
“Hayalperest” damgası yedik.
Ayağımız yere sağlam bassın diye koşullandırıldık.
Ayaklarımız öyle sağlam bastı ki ileri gitmemiz gerekirken koşamadık, takıldık kaldık.
Erteledik.
Aslında ‘Merhaba dünya’ diyerek başlamam lazım.
Taşınma, seyahatler, yoğun başlayan yeni işler… Bu koşturmacadan dolayı uzun zamandır yazmaya fırsat bulamadım.
Bu sabah ‘biraz sosyal medyada dolaşayım’ dedim. Gözüme bir ileti takıldı. Kimin yazdığı belirtilmemiş. “Hiçbir zaman marka olmak için çalışma. İnsan olmak için çaba göster. Çünkü parası verildikten sonra satın alınamayacak hiçbir marka yoktur.” Bu sözlerin altında beğeniler, çok doğru diye destekleyici, büyük laflar…
Bazı kelimelerin anlamını tam bilmeyiz ve algıladığımız şekliyle kullanırız. Bu iletiyi görünce marka olma konusunun ne kadar yanlış anlaşıldığını bir kere daha anladım.
Bu yoruma katılmıyorum. Eğer bahsedilen şey ‘kişisel marka’ olmaksa, marka olmamak diye bir şey yoktur, zaten iyi ya da kötü herkesin bir kişisel markası vardır. Bunun kanıtı sizin insanlar üzerinde bıraktığınız izlerdir.
Marka olmak sanıldığı kadar çabuk olunmaz. Çalışma ve zaman Bir gecede olunan şey marka değil, şöhrettir.
Herkesin bir markası ve bir marka değeri vardır. İyi markaların kendi değerleri vardır. Çizgileri nettir; parayı veren herkes hizmet alamaz. Zaten onu iyi marka yapan şey, hizmet verirken kendi için belirlediği kırmızı çizgileridir.
Gelelim “