Yazarlar avrupa

avrupa

30.09.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

avrupa

avrupa

Ahmet SEVER

TÜRKİYE'nin, Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik kapsamına alınıp alınmayacağına, hükümetler kanadı aralık ayında Lüksemburg'ta karar verecek.
Artık biliyoruz ki, AB'nin gidebileceği en uç nokta, Türkiye'yi, tüm adayların davet edileceği Avrupa Daimi Konferansı'na çağırmak olacak. Ancak, bu da henüz kesin değil. Hükümetler kanadında, Almanya Türkiye'nin konferansta yer almasına sıcak bakmıyor. Kıbrıs'daki gelişmelerin seyrine göre, Yunanistan da Ankara'nın önüne taş koyabilir.
Bir de karşımıza yine Avrupa Parlamentosu çıkıyor. Hükümetler kanadı, AP'nin görüşünü dikkate almak zorunda. Hollandalı Hıristiyan Demokrat Milletvekili Arie Oostlander, şu anda "genişleme" konusunda bir rapor hazırlıyor. Bu rapor aralık ayı başında oylanacak ve AP'nin "görüş"ü olarak 12 - 13 aralıkdaki AB zirvesine iletilecek.
Raportör Oostlander'in kaleme aldığı, "Geçici çalışma belgesi" Türkiye açısından hiç de olumlu değil. Bu belge, zamanla değişebilir, ama, Oostlander şu anda, Türkiye ile Slovakya'nın tam üyelik için siyasi koşulları yerine getirmedikleri gerekçesiyle, Avrupa Konferansı'na alınmamaları gerektiğini belirtiyor.
Hollandalı Oostlander, Türkiye'nin tam üyeliğe "seçilebilir" bir ülke olduğunun birkaç kez teyit edildiğini hatırlatıyor. Ama, "Türkiye'nin, siyasi, ekonomik ve tarihi durumu, Doğu Avrupa ülkelerinden farklı" diyor ve Kopenhag'da belirlenen siyasi kriterler açısından, Türkiye'nin üyelik yolunda ilerlemediğini söylüyor.
Oostlander'e göre, "Türkiye'de demokrasi istikrarsız. Azınlıkların durumu memnuniyet verici değil. Kıbrıs ve Yunanistan ile ciddi sınır sorunları var. Üyeliğe seçilebilirliği, bu ülkelerle sorunlarını çözme arzusuna bağlı."
Doğu Avrupa ülkelerinin, benzer sorunları aralarında çözmek için yoğun çaba harcadığını öne süren Oostlander, Türkiye'nin Avrupa Konferansı'nın dışında tutulmasını, ancak, özel dikkat ve muamele gösterilmesini öneriyor.
Bu belge daha taslak. Türkiye açısından değişime uğrayabilir. Çünkü, Yeşiller ve Liberaller Türkiye'ye destek veriyor. Sosyalistler bölünmüş durumda. AP'yi yabana atmamak gerekiyor.

TÜRK - İş Genel Başkanı Bayram Meral'den yazılı bir açıklama aldım. Geçen hafta bu köşede, Meral'in, Avrupa Parlamentosu'nda konuşurken, "otonomi" ile "otoban"ı karıştırdığını yazmıştım. Meral, açıklamasında, "Bu, gerçekdışı bir iddia" diyor.
Meral'e, isim vererek tanık göstermeyeceğim. Sadece, o gün, o toplantıda bulunan Türklerden birine telefon açıp, "Ben ne dedim" diye sormasını önermekle yetineceğim.
Meral, ayrıca, Strasbourg'daki sözleri hakkında yaptığım yorumları da, "Yanlış değerlendirmeler" olarak adlandırmış. Bayram Meral diyor ki: "Avrupa Parlamentosu'nda yaptığım görüşmelerde, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısının bütünlüğünü ve bağımsızlığını, parlamenter demokratik düzeni, laik ve demokratik sosyal hukuk devletini savundum."
Sayın Meral, siz bunları savundunuz da, sizinle birlikte Strasbourg'da bulunan TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, TİSK Başkanı Refik Baydur, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak, TESK Başkanı Derviş Günday vatanı mı sattılar? Onlar, sizden farklı bir üslup kullanarak, Türkiye'nin parçalanmasına göz yummuş mu oldular?
"Cepheye, düşmanla savaşmaya gider" gibi Avrupalı'nın karşısına çıkmak, ilişkilerde bize bir mesafe aldırmıyor. Sizin de yazdığınız gibi, tabii ki, Avrupa'daki bazı çevreler, Türkiye'deki demokratikleşme konusunda samimi değiller. Çifte standart uygulayanlar mutlaka var. Ama, siz de kabul ediyorsunuz ki, "Avrupa'da bizler gibi, Türkiye'nin daha fazla demokratikleşmesini gerçekten isteyen kişi ve kuruluşlar var." Türkiye'de bu alanda atacağımız somut adımlarla, bu samimi çevreleri kazanalım, yanımıza çekelim ve ikiyüzlü olanların üzerine birlikte gidelim. Haklı tepkimizi, uluorta değil, doğru yerde, doğru adrese gösterelim.
"Türkiye'de insan hakları için en önde biz mücadele ediyoruz" diyorsunuz. Ama, bunu söyleyip, Strasbourg'da, "resmi söylem" ile aynı çizgide görünmeniz, biraz çelişkili oldu. Zira, görüştüğünüz yaklaşık 30 Avrupalı parlamenterin çoğunluğu, sizi Strasbourg'a davet eden ve Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyenlerdi.

AVRUPA Kalite Derneği'nin bu yılki ödüllerini Beksa ve Netaş şirketlerimiz alınca nasıl da gururlanmıştık. Avrupalı'ya kalite dersi vermenin övüncünü yaşamıştık.
Ama, ne yazık ki, sevincimiz kursağımızda kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yüzümüzü kızartan bir karar aldı ve insan haklarında elimize, "kalitesizlik" belgesi verdi. Strasbourg Mahkemesi'nin, Türk Hükümeti'ni Şükrün Aydın isimli bir genç kıza işkence yapıldığı ve tecavüz edildiği gerekçesiyle mahkum etmesi, ekonomi alanında binbir emekle kazanılan bir ödülü gölgeledi.
Çok garip. Sanki iki Türkiye var. Biri, Avrupa standartlarını yakalamak için çırpınıyor ve başarıyor da. İşte, Beksa ve Netaş örneği. Diğeri, Türkiye'yi Avrupa standartlarından uzak tutmak için elinden geleni yapıyor. Maalesef, o da başarılı oluyor. İşte, işkence ve tecavüz mahkumiyeti.
Hep, "Avrupa'ya kendimizi iyi anlatamıyoruz. Bizi yanlış tanıyorlar" diye yakınırız. Avrupa'ya gidip birşey anlatmaya gerek yok. Türkiye'de yaptıklarımız, olumlu ya da olumsuz kendisini anlatıyor zaten.
Daha bitmedi. Avrupa Mahkemesi'nin önünde daha çok sayıda işkence davası ele alınmayı bekliyor. Biz, işkencecileri kendimiz cezalandırmadığımız ve işkenceye uğrayan insanlarımız haklarını sadece Strasbourg'ta arayabildikleri sürece bu ayıptan hiç kurtulamayacağız.
Yazara Email A.Sever@milliyet.com.tr