Çağdaş sanatsal bir sezon değerlendirmesi

28 Aralık 2013

* Heykelle olan imtihanımız her zamanki gibi aktif ve dinamikti. En büyük sınavı Boğa heykeliyle verdik. Heykelin orijinalinin Kadıköy’den taşınacağını duymamız ne var ki bizi sarstı. Boğayı savunduk. Sanırım kazandık. Sıra çok geçmeden Gazi Üniversitesi’nin bahçesindeki bronz heykellere geldi. Kaldırıldıkları depodan eski yerlerine gelmeleri için bir kampanya başlatıldı. Sonuçlarını yeni yılda görmek ümidiyle... Öte yandan Elgiz müzesi teras sergilerinde genç heykelcilere fırsat tanımış oldu. Onu takip eden Seyhun Topuz sergisi ise sanatçının üretimini toplu bir şekilde görmek adına ihtiyacımız olanı biraz geç de olsa verdi. Ayrıca SSM’deki Anish Kapoor sergisiyle heykele duyduğumuz nefret kadar özlemi de doyurma şansına eriştik.
* Ankara Resim ve Heykel müzesindeki kayıp resimler, müzayedeevlerinde çıktı. Hala hangi resim hangi müzayedeevinden çıktı, bilmiyoruz. Benim bu köşede başlattığım kampanya, başka kayıp resimlerden haberdar ediyordu sizleri... İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden Anadolu’ya gönderilen ve geri gelmeyen resimlerden. İsim isim açıkladım. Anlaşılan onlara sıra gelemedi.
* Önce Zaha Hadid’in Cengiz Çetindoğan’ın müzesini tasarladığı haberi kesinleşti.

Yazının Devamı

Kucaklaşmak aslında çarpışmak mıdır?

25 Aralık 2013

Bir İsrailli erkek bir Türkiyeli kadınla kucaklaşırsa...
Üstelik bu kucaklaşma iki kere gerçekleşirse...
Biri İsrail’de...
Diğeri İstanbul’da.
Birinci kucaklaşmada bir yaralı varsa.
O yaralı hem kadın hem de Türkiyeli olansa...
Bir masanın üzerinde özel dikim beyaz kıyafetler içinde birbirlerine karşı yürüyorlardı. Arada masanın üzerine eğilip masada yer alan kadehlerdeki suları içiyorlardı.

Yazının Devamı

Türkiye rock tarihinden kadın öncüler

21 Aralık 2013

Güven Erkin Erkal’ın, Esen Kitap’tan çıkarttığı Türkiye Rock Tarihi’nin birinci cildini elimden düşüremiyorum.
Tasarım on numara. Metin de öyle.
Doğrusunu isterseniz Batılı anlamda Türk resminin asker ressamlarla başladığını hep çok ironik bulmuşumdur. Fakat Erkal’ın kitabından ilk rock’n rollun 1957 yılında Deniz Harp Okulu’nda kurulan bir grupla başladığını öğrendim. Bunu çok daha ironik buldum.
Kitapta favorim Kadın Öncüler bölümü.
İlk kadın grup denildiğinde aklımıza Volvox ve Spinners gelse de işin aslı öyle değil.
Burada Erkal, tam bir arkeologluk yapmış doğrusu... Seyyal Taner, Füsun Önal gibi bildik isimlerin yanı sıra adları unutulmuş kadın vokalleri hatırlamış.
Hatırlatmış. Bir tür feminist tarih yazıcılığı gerçekleştirmiş.

Yazının Devamı

Büyük şapka bu röpe

18 Aralık 2013

Pazar günü Hürriyet’te yayımlanan Çınar Oskay’ın Zizek söyleşisi, haftanın gündemini belirledi doğrusu... Ne konuşacağımız belliydi artık... Çınar Oskay bir sihirbazdı. Mucizevi bir şekilde -adeta şamanik ve terapik- arıza filozofu süper bir kıvama getirmiş. Ve o kadar hayattan konuşturmuştu ki...

Zizek’in kitaplarını okurken olduğu gibi ne Lacan bildiğine pişman oluyor ne de Lacan bilmediğine hayıflanıyordun.

Ne Marks’ı yanlış anladığına ne Hegel’i yeterince okuyamadığına...

Filozof, hayatından, seyahatlerinden, filmlerden örnekler veriyor. Aklına estiği gibi konuşuyordu...

Dipnotsuz bu konuşmaları o kadar ilham vericiydi ki...

Bilgisayar oyunlarındaki sınıf kavramından aşkta mesafesizliği savunan Batılı görüşe...

Toplumsal travmalar sırasında haysiyeti korumakla haysiyetini kaybetmek arasındaki ince çizgiden facebook’taki kalabalık yalnızlığımıza... Durduğu anda çökecek sürekli aktivite halindeki Koreli gençlikten aynı ülkedeki yüksek intihar oranına...

Bence röportaj günümüzün en önemli metinlerinden biri...

Yazının Devamı

Kolaların üzerindeki Ayşeler

14 Aralık 2013

Ünlü Amerikan kahvecisi, kağıt bardakların üzerine el yazısıyla ismimizi yazıp bununla da yetinmeyip isimlerimizle bizleri kahvemiz hazır olduğunda çağırdığında bu büyük bir yenilikti...
O zamanlar bu taze jesti, dünyanın fragmanlara ayrılmış imgelerini işleme ustası sosyolog Simmel’in söyledikleriyle okumayı denemiştim.
“Biricik olan tipik olanı barındırır, uçucu olan öz’dür...” diyordu Simmel.
Karton kahve fincanı, çalışanın kişiselliğini de işin içine katan el yazısıyla, nasıl bir tüketici deneyimi ortaya koyuyordu?

Şefkat noktası
Hangi imkanları taşıyan bir gösterge? Bir fragmandı?

Yazının Devamı

Ten ve akıl arasında

11 Aralık 2013

Edward Krasinski, Polonya’nın gelmiş geçmiş en önemli kavramsal sanatçılarından... Kavramsal sanatın militanı olmayanlarından... Hayatını kavramsallaştıranlarından... Aradaki fark önemli. Tıpkı başka kavramlar arasındaki farkların önemli olduğu gibi...
Krasinski’den bahseden sanat tarihçisinin onun için “tipik bir kavramsalcı değildi”, demesi boşuna değil...
Aynı zamanda “tenseldi” diye ekliyor.
Varşova’da düşüneceğim aralarında bir diyalektik olup olmadığına karar vereceğim pek çok şeyden ikisi... Kavramsallık ve tensellik...
Ten işin içine girmedikçe kavramsallık fayda etmiyor gibi bir hissiyattan bahsediyorum özetle...
Bedeni hor görmemenin armağanı akılcılığı yenme temennisinde olabilir mi?
Bu temenniler içinde Krasinski’nin o öldükten sonra muhafaza edilen ve ironik bir isme sahip Avangard Enstitüsü’nün Varşova’ya hakim terasındayız.

Yazının Devamı

Siyahi Papa

7 Aralık 2013

Varşova
Yıl 2004. Polonyalı sanatçı Piotr Uklanski, farklı bir Papa portresi yapmak üzere kolları sıvadı. Dönemin Papa’sı Polonyalı, Mehmet Ali Ağca’nın hedefi II. John Paul’den başkası değildi. Portre, gerçek insanlardan oluşacaktı. Portre için 3500 Brezilyalı asker, uçsuz bucaksız bir arazide Papa’nın profilden portresini tasvir edecek şekilde yan yana geldi. Yukarıdan çekilen fotoğraf, portreyi meydana getiren askerlerin siyahi olmasından ötürü ortaya koyu bir Papa çıkarıyordu. Fotoğraf, 2005 yılında Varşova’da Marsatkowska ve Swietokrzyska caddesinin kesiştiği noktada sergilenmeye başlandıktan kısa bir süre sonra, Katolik dünyası acı haberle sarsıldı. Papa, ölmüştü. Yığınlar portrenin bulunduğu müze mekanını ziyaret ediyor. Çiçek bırakıyor. Dualar eşliğinde onu anıyorlardı. Hayat, sanatın önüne mi geçmişti? Sanat, hayata gol mü atmıştı? İkisi birbirinden zaten mi hiç ayrılmadı ve hiç ayrılmazlar?

Çalışmak özgürleştirir mi?

Yıl 2009. Auschwitz kampının girişinde yazan -Arbeit Macht Frei- çalışmak sizi özgürleştirir yazılı demir tabela bir süredir kayıp. İsveçli bir Neo Nazi’ye kamptan çalması için emir gelmiş. Bu söylenti duyulduktan hemen sonra tabela ıssız bir

Yazının Devamı

Vitra’nın yeni tasarımcısını takdim edeyim

4 Aralık 2013

Design Week kapsamında Martı otelde verilen yemekte Vitra’nın yeni tasarımcısı Alfredo Häberli’nin tam yanında oturdum. Häberli, Zürih’te yaşayan bir Arjantinli. Arjantinli biri için son derece sıkıcı olabilecek Zürih’te hayatın anlamını bulmuş lakin... İki çocuk babası tasarımcı, Zürih’in ruhuna iyi geldiğini adeta onu yatıştırdığını söylüyor. Bildiğiniz gibi Vitra Kalebodur’un bundan önceki tasarımcısı kusursuz retoriği, İngiliz zarafetiyle tanınan Ross Lovegrove’du. Lovegrove, İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyerek arkadaşı yeni Vitra tasarımcısını kamuoyuna tanıtmak istemiş. Lakin o, bu teklifi, Lovegrove’un gölgesinde kalmamak adına olsa gerek, geri çevirmiş.
Şu sıralar satranca merak sardığını anlatan tasarımcı, İsviçreli olsa da bir Arjantinli gibi futbol seyretmeye devam ediyor. İstanbul’da da Buenos Aires’te gibi hissediyor. Özellikle kadınların kahkahalarını, erkeklerin gürültüsünü duyduğunda...
Camper mağazalarından sandalyelere, mutfaklardan otellere kadar birçok farklı işe imza atmasıyla, tasarımlarında sadeliği, onun deyişiyle yalınlığıyla tanınan Häberli’nin, Vitra Kalebodur’dan önce Vitra sandalye tasarlamış olması elbette kafa karıştırıcı.

Yazının Devamı