Banu Şen

Banu Şen

banu.sen@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

KİM bunca kini, nefreti, ağır hakareti, küfürü üzerine çekmek ister ki? Ne uğruna? Verilen isim bile bir küfürken hem de! ‘İ...’
Kim kendine eğlence için, bu lafı dedirtir ki? HİV virüsü taşıyor diye restoranlara kabul edilmemeyi, doğru düzgün bir işte çalışmamayı, mecbur kalıp canını gözden çıkarıp ara sokaklarda fuhuş yapmayı... Kim ister ki?
Merak etmeyin onlar da istemiyorlar. Cinsel tercihleri yüzünden okullarını terk etmeyi, ailelerine hasretle yaşamayı, alay edilmeyi, insan gibi bir restoranda oturup yemek yemeyi, asıl mesleklerinden para kazanmayı, koloniler halinde değil birey gibi özgürce yaşamayı elbette onlar da istiyor.
Ama biz izin vermiyoruz. Boyalı yüzlerine bakarken alay ediyoruz, yanlarından vebalıymış gibi kaçıyoruz. Alsancak’ın, Hatay’ın, Karabağlar’ın onlara ayırdığımız sokaklarından korkarak geçiyoruz, bakkalda ekmek vermi-yoruz, evini tamire gidince kapıdan geri dönüyoruz. Ama onları fuhuşa biz itiyoruz. Çünkü para kazanmak için başka çareleri yok.
Eğer bir bilgisayar mühendisi eşcinselse ve bunu gizlemiyorsa bir fabrikada işe almayız biz.
Eğer bir makina mühendisi eşcinselse işyerimizde çalıştırmayız biz.
Eğer bir tezgahtar eşcinselse alışveriş yapmayız biz.

Daha sayayım mı?
“Nereden çıktı bu?” demeyin. Şu malum seri cinayetlerin sonuncusuyla ilgili bir haber hazırladım Milliyet Pazar’ın geçen haftaki sayısına. Ve unuttuğumuz, ara sokaklara sakladığımız gerçeklerle bir kez daha yüzleştim bu arada. Görmezden geldiğim, umursamadığım, “Amaaan, bana ne!” dediğim...
Oysa haber için onlarla konuşurken bugüne kadar söyleşi yaptığım yüzlerce haber kaynağından daha mantıklı, daha akıllı, daha bilgili olduklarını gördüm. Ne dediklerini, ne istediklerini, nereye kadar neyi anlatmaları gerektiğini biliyorlardı. Hepsi birbirlerinin sırrına ölesiye sadıktı üstelik. Tıpkı her türlü kaypaklığın döndüğü “Ağır abi alemini” konu alan “Kabadayı” filmindeki gibi..
Şener Şen ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolleri paylaştığı filmde Rasim Öztekin’in canlandırdığı “Sürmeli” karakteri, herkesten delikanlı çıkıyordu. Eski Kabadayı Ali Osman’ın yerini alnından vurulmayı göze alıp söylemiyordu. Ali Osman rolündeki Şener Şen ise, onu gammazlayan kabadayı arkadaşlarına, “Sürmeli kadar olamadınız” diye ders veriyordu...
Bu hayatlar hem bu kadar zor hem de verilen mücadelelere bakınca anlamlıyken, bizim ülkemizde de bazen saçma sapan durumlar ortaya çıkıyor. Bazı internet sitelerinde asmalı, kesmeli muhabbetleri dönerken bazen de devletin bir bakanı bile anlamsız konuşabiliyor. Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, “Eşcinsellik bir hastalıktır, tedavi edilmelidir” diye ortalığı yıkıp geçebiliyor. Bilim, eşcinselliğin, insanlık tarihinin her döneminde, din ve toplumda görülmüş, doğada var olan bir cinsel çeşitlilik olduğunu söylüyor. Ayrıca büyük olasılıkla genetik olduğu kabul ediliyor. Dolayısıyla tedavi edilemez olduğunu da...
Öyleyse bizim de şöyle bir tarihte yaşananlara göz atmamız gerekmiyor mu? Osmanlı haremlerine ilişkin yapılan araştırmalar eşcinselliğin saraydaki konumu üzerine önemli ipuçları veriyor. Hatta çok daha eski dönemlerden verileri tarihçiler yayınlarında aktarıyor.Tarihin ünlü eşcinsellerini tek tek saymayayım...
Yani uzun lafın kısası onlardan korkmayın. Bir insanın eşcinsel eğilimi varsa mutlaka bir yerde patlak verecektir. Bir şeyi kabul etmemek başka, dışlamak başka. Bize uymuyor diye uymayanları dışlayamayız.
Onların tecrit edilmesini, fuhuşa zorlanmasını bir anda ortadan kaldıramayız biliyorum ama en azından İzmir’de bir dernekleri var hani savcılık “Genel ahlaka ve Türk aile yapısına aykırı” olduğu gerekçesiyle kapatılmasını istemişti. Siyah Pembe Üçgen Derneği...
En azından onlara destek verebiliriz....