Yazarlar Başkasına "helal", bize "haram"..

Başkasına "helal", bize "haram"..

01.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Başkasına "helal", bize "haram"..

Başkasına helal, bize haram..

Altan ÖYMEN

TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği'ne aday 11 ülkeye ek olarak "12'nci aday" bile olamaması.. Başta Almanya olmak üzere, bir kısım AB üyelerinin buna hala karşı çıkması..
Dün belirtmeye çalıştık:
Bunun, gerek Birliğin kuruluşunun temelini oluşturan Roma Antlaşması, gerek AB'nin kendi koyduğu standartlar açısından, anlaşılabilir tarafı yok.
Evet, Türkiye'nin "demokrasi eksikleri" var.. Fakat bu, üye olmaya engel olsa bile, "adaylık" sürecine girmeye engel sayılmamış. Nitekim Slovakya'nın o eksikleri bizden daha fazla. "Bunları o süreç içinde düzeltirim" demiş. Adaylar arasına katılmış. Türkiye katılamıyor.
Evet, AB'nin üzerinde durduğu gerekçelerden biri "Kıbrıs'taki anlaşmazlık".. AB, bunun çözülmesini istiyor. Ama bu, tek başına Türkiye'nin işi değil. Yunanistan'ın da işi olması bir yana.. Asıl, Kıbrıs'taki iki toplumun anlaşmasıyla halledilecek bir iş.. AB, o iki toplumdan Kıbrıs Rum kesiminin yönetimini "Kıbrıs" adı altında adaylığa kabul ediyor. Hem de 11 adayın "ilk 6"sı arasına sokuyor. Onunla görüşmelere başlamaya hazırlanıyor. Yani "Kıbrıs anlaşmazlığı"nın çözülmesini, Kıbrıs Rum kesiminin kendisinin adaylığı için şart koşmuyor. Türkiye için şart koşuyor.
Durum, AB'nin ekonomik standartları açısından da aynı. Türkiye'nin şu sıradaki ekonomik durumu AB'ye "üye" olmaya müsait değil ama, "aday" olmaya, mesela Bulgaristan'dan çok daha müsait. Bulgaristan, Romanya ve diğerleri için "Hele bir aday olsunlar da, durumlarını o süreç içinde düzeltsinler" deniliyor. Türkiye için, resmen olmasa da, gayriresmi olarak, bu da bir engel gibi görülüyor.
Kısacası: Demokrasi eksikliği, dış anlaşmazlıklar, ekonomik güçlükler.. Hepsi, 11 "aday"ın hepsine "helal", Türkiye'ye "haram"..
Buna, "Avrupa Birliği standartları" falan denilemez. Olsa olsa, Avrupa Birliği'ndeki bir kısım üyelerin "çifte standart"ları denilebilir.
Yani: Avrupa Birliği'nin "Tüm demokratik Avrupa ülkelerine açıktır" diye başlayan ilkeleri.. Birliğin sonradan kendi içinde oluşturduğu kıstaslar.. Aldığı genel kararlar.. Türkiye'yle yapılan anlaşmalar.. İmzalanan protokoller.. Konu Türkiye olunca, hepsi bir yana bırakılıyor. Onların yerine, o bir kısım ülkeler yönetimlerinin sübjektif değerlendirmeleri geçiyor.
* * *
PEKİ ama, o sübjektif değerlendirmeler nedir? Onlar da açıkça söylenmiyor. Veya doğrudan doğruya söylenmiyor. Daha çok, konuyla ilgili gazete yorumlarında kendini gösteriyor.
Bunlardan biri, Türkiye'nin nüfusunun fazla oluşu ve onun üyelik yolunun açılması halinde Almanya'ya daha fazla Türk gelmesi "tehlikesi"dir. Fransız Liberation gazetesinin yorumcusuna göre (Jean Quatremer, 27.10) Kinkel bunu Lüksemburg'daki kapalı toplantıda ifade etmiştir. "Bizde şimdiden 2.1 milyon Türk var. Yeni bir Türk akımını kabul edemeyiz" demiştir.. Yorumcu buna ve başka bilgilerine dayanarak diyor ki: "Almanya için bu sorun çoktan kestirilip atılmıştır. Türkiye Avrupa Birliği'ne alınma imkanına hiçbir şekilde sahip değildir."
Evet, Türkiye'nin nüfusu 60 milyon. Avrupa ülkelerine göç verme potansiyeli olduğu da belli. Fakat bu da "aday"lık süreci içinde konuşulabilecek ve - serbest dolaşımın sınırlanması gibi yollarla - önlemleri aranabilecek bir konu değil midir? Kaldı ki, Türkiye'nin nüfusu 60 milyonsa, şimdi adaylık sürecine girmiş olan 11 ülkeden sadece Polonya'yla Romanya'nın toplam nüfusunu alın: O da 60 milyondur. O ülkelerden Almanya'ya göç yok mu?. Almanya'nın doğu sınırlarının ötesinden Almanya'ya göç edenler, daha şimdiden 2 milyonu aşmış haldedir. O ülkelerin adaylık sürecinden geçip üye olmaları halinde, sayının artması "tehlike"si yok mudur?
Anlaşılıyor ki, Almanya'nın yönetimi, bunu o kadar büyük bir "tehlike" olarak görmüyor. "Tehlike" olarak gördüğü şey, Almanya'ya - başka ülkelerden değil - "Türkiye'den" giden ve gidebilecek olan insanlardır.
Niçin?. Bu sorunun yanıtını biz vermeyelim. Almanya'nın ünlü haftalık gazetesi Die Zeit'in yorumcusu Michael Lüders'in yazdıklarına bakalım (24.10):
"Türkiye'nin AB'ye alınmasının şimdilik sözkonusu olamayacağı, çünkü demokratik eksikleri olduğu, Kürt sorununun çözülmemiş bulunduğu, Yunanistan'la veya Kıbrıs'ta gerginlikler yaşandığı (gibi gerekçeler), Türk politikacılarının Bonn'da veya Brüksel'de yıllardan beri işittikleri laflardır (..) Bu eleştiriler, haklı dayanakları olsa da, aslında kandırmacadır. Gerçekte, Türkiye'yi kimse Avrupa Birliği içinde görmek istemiyor. Çünkü, Avrupalı Hıristiyan Demokratlar, bu ilkbahardaki toplantılarında açıkladıkları gibi, Türkiye'nin `kültürel ve dini sebepler'yüzünden Avrupalı sayılamayacağı görüşündedirler. Gerçi Başbakan Kohl, bu uğursuz formülü daha sonra yumuşatmıştır. Fakat bu, fiilen (de facto) hala yürürlüktedir."
Tabii, bu, Avrupa'da veya Almanya'da açıklanmış bir hükümet veya bakan görüşü değil. Bir Alman yazarının yorumu. Fakat, iki gündür verdiğimiz örneklerden sonra ortada, bunun yanlış bir yorum olduğunu gösteren bir kanıt var mıdır?


Yazara Email A.Oymen@milliyet.com.tr