Bejan Matur

Bejan Matur

--

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dün Sakine Cansız ve iki arkadaşıyla aynı uçaktaydık. Uçağın kargo bölümünde, üzerlerine Paris’te vurulmuş mühürlerle artık sessiz birer yolcuydu onlar. Her şeyin ritüellerle anlamlandığı dünyamızda sondan önceki duraklarına Diyarbakır’a gidiyorlardı.
Paris’te karanlık bir cinayete kurban gitmiş üç kadınla aynı uçakta olmak kötü bir rüyadan uyanmak gibiydi. Hayatları mücadele ile geçmiş üç kadının dramatik finali. Gökyüzünden Anadolu’nun tüm dağlarını geçip, Seyit Rıza’nın toprağına gömülecek biri, bir diğeri Maraş’ın hala yası bitmemiş toprağına.
Yüzyıl başından bugüne bitmeyen bir acının öznesi olmak kader gibi. Kuşaklar boyu dinmemiş bir çile, atalarının katledilişinden kendi gençliğine, cezaevlerinde tüketilmiş yıllar, dağlarda, kamplarda geçmiş bir ömür ve barışa duyduğunu bildiğimiz onulmaz hasret. İmralı görüşmeleri yeniden başladığında Sakine Cansız, Brüksel’de bulunduğu ofiste ayağa fırlayıp ‘Bu defa bu iş tamam’ diyerek sevinç çığlığı atmış... O sevinç havada kaldı ne yazık ki. Koca bir soru işaretine takılı olarak. ‘Bu defa tamamdır’ dediği barışı ne kadar istediğini herkes biliyor. En başta da yaşlı annesi. Vakur edasıyla uçakta taziye dileğinde bulunan bizlere ‘Kızım barışı görmedi ama barış gelecek’ diyen Dersimli Zine.
Sadece o değil, dağda bulunan hücrede yatan herkesin özlemi barış.

Neyi yapamıyoruz?
Kamuoyunda bu konuda fikir öne süren en kötü niyetli kişilerin bile barışı istemediğini artık rahatlıkla ifade edemediği bir zamanda peki, barış neden hala uzak?
Yapamadığımız ne var? Nerede eksiğiz toplum olarak?
Herhalde yapmakta eksik kaldığımız en önemli şey ölüm ritüellerimizi ayrıştırmak.
Oysa ölüm ritüelleri ayrışmış bir toplum tehlikelidir.
Kendi yasını içinde taşıyan, kendi ölüsüne gizli gizli ağlayan iki kesim oluşmuşsa, o ülkede her şey kolayca ayrışabilir. Çünkü ölümün kalpleri yumuşatan ikliminde buluşamayanlar, sevinçte de birleşemezler.
Türkiye yıllardır bu ayrışmayı yaşayan ama yaşadığının farkında olmayan bir toplum. Memleketin doğusuyla batısı arasında birbirine değmeyen acılar yaşandı, yaşanıyor.
Halbuki ölümün bir hukuku olmalı. İnsanların en azından ölmekle hak ettiği bir saygıdan söz ediyor dinler. Ölüm bizi kim olursak olalım, hangi ırk ve sınıftan olursak olalım Allah’ın huzurunda eşitler.
Dünkü törene gelince; Diyarbakır gibi her şeyiyle politik bir merkezde kalabalıkları toplamak artık marifet değil. Kalabalığın neyi yansıttığı, nasıl bir ruh haline işaret ettiği daha önemli. Özellikle bu türden kritik zamanlarda toplanan on binlerin soluk alıp verişi yaklaşmakta olanı haber verir. Dün Diyarbakır’da toplananlar, o haberci durumun işaret fişeğini ateşlediler; Paris’te katledilen üç kadının cenaze töreninde tüm Diyarbakır ve onların siyasi sözcüleri şunu söylediler; barışa hazırız ama nasıl bir barış?
Söz alan hemen her siyasetçinin ve ailelerin satır aralarında geçen ‘aşiti’ yahut ‘barış’ kelimesi artık belirsiz ve karşıtını içeren bir manada değildi.
Diyarbakır’da dün olan şuydu; barış kelimesinin ifade edilişinde bile bir değişim var.
Eskiden Kürt siyasetçiler barış dediğinde barışı hissetmezdiniz. Eskiden barış kelimesi ağızlardan savaş gibi çıkardı. Ama bugün gerçekten barış gibi söyleniyor.

Barışa ihtiyaç var
Bunun çok önemli bir imkan olduğunu konunun ehli olanlar bilir; bu türden çatışma süreçlerinde çözümün yakın olduğunun en önemli habercisi barışa olan samimi ihtiyaçtır. İki tarafın da barışa ihtiyaç duyması önemli bir eşik. Bir diğer eşik de iki tarafın yorgunluğu. Askerin birinci ağızdan ‘Biz yapabileceğimizi yaptık, gerisi siyasetin alanı...’ dediği bir sorunda, barışa somut adım atmak için daha neye ihtiyaç var?
Kamuoyuna bakınca muazzam bir destek var. Medyada keza. Hal buyken Diyarbakır’dan dün uğurlanan cenazeler barışa daha fazla sarılmak için güçlü bir sembol olabilmeli.
Çünkü Diyarbakır sadece sembollerin üretildiği değil, düğümlendiği de bir şehir. Diyarbakır o düğümlerin çözüldüğü şehir neden olmasın?
O nedenle Paris’te suikaste kurban giden 3 kadının Diyarbakır’dan geçirilerek kendi topraklarına götürülmelerinin anlamı ve kodları küçümsenmemeli. Barış umudunu halkla paylaşıp, meşruiyetini sağlamak meydanlarda mümkün çünkü.
Çünkü barışın düğümü en nihayetinde halkın kalbinde çözüldüğünde kalıcı olur. Keza gizli protokoller, anlaşmalar er ya da geç halka indiğinde yaşamaya başlarlar.

Barışın güvencesi
Belki de bu sebeple bugüne kadar hep üzeri örtülü ve sessiz ifade edilen barış ve samimiyet kavramları daha güçlü dile getirildi.
Diyarbakır’da BDP’nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, ‘Biz bu meydanda barışın güvencesi olarak halkımızı görüyoruz, siz neyi göstereceksiniz, sizin barışa vereceğiniz güvence nedir?’ diye sordu.
Ahmet Türk’ün konuşmasındaki ‘Savaş ve barış eşzamanlı olmaz’ vurgusu da aslında barıştan ne anladıklarını özetler nitelikteydi. Barıştan söz ediyorsanız Malatya morgunda cenazeler olmayacak, barıştan söz ediyorsanız Kandil bombalanmayacak!
Ben dün o meydanda barışa aslında uzak olmadığımızı gördüm. Çünkü kavramların kökleriyle buluştuğu bir dünyada artık samimiyetin de zuhur ettiğini hissedersiniz. Barış ağızlardan savaş gibi çıkmıyorsa, barış samimi ifade ediliyorsa yakın demektir...