Yazarlar Boğazları "gerçekten" korumaya niyetli miyiz?

Boğazları "gerçekten" korumaya niyetli miyiz?

18.05.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Boğazları "gerçekten" korumaya niyetli miyiz?

Boğazları gerçekten korumaya niyetli miyiz

       Atatürk'ün denizciliğimiz hakkındaki şu sözleri ne yazık ki gerçekleşmedi: En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten yararlanmayı bilmeliyiz; denizciliği Türk'ün en büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız..."
       Değil az zamanda, çok zamanda bile başaramayacağımız bir dilekte bulunmuş kaç yıllar önce Atatürk.
       Denizden anlamadığımız için Boğazlar'ı da kendi haline bırakmışız. Bu kadar önemli bir su geçitinde güvenlik Allahlık. Boğazlar, çok sevdiğimiz kahramanlık edebiyatı ve laf ebeliğimiz için ideal konu. Ama güvenlik için önlem almayı, tanker trafiği artacak diye akıl ettik. İstanbul Boğazı'nda radar sistemi bile olmadığını yetkililer söylüyor.
       Emekliye ayrılan bir deniz kuvvetleri komutanından bu konuda yararlanmayı yeni akıl ettik. Yabancıların, "Siz bu işi beceremiyorsanız bize bırakın" demeleri onurumuza dokundu! Ya bunca yıldır aklımız neredeydi? Montrö Antlaşması, Boğazlarda trafiği düzenleme konusunda bize bir çok yetki verdiği halde bunları kullanmayı ancak ürkek bir şekilde 1994'te akıl edebildik.
       Marmara Üniversitesi Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi' nin düzenlediği "Expo 98 Okyanuslar Yılı ve Türk Boğazları" seminerinde Montrö konusunda uzmanlarımız arasında bile görüş birliği olmadığını gördüm. Önce biz, tek bir sesle konuşacağız ki (Yunanlılar gibi) ondan sonra tezimizi yabancılara kabul ettirmeye uğraşalım.
       Hazar petrolü eğer Boğazlar'dan geçmek zorunda kalmasaydı, konuya yine el atmazdık. Kendiliğimizden bir şey yapmak yerine yabancıların bizi dürtmesini beklemeye alışkınız. Sonra da bu, ağırımıza gidiyor.
       Bir utancımız daha var: Boğazlar konusunda en önemli deniz hukuku referans kitabının yazarları Türk değil. Evet, bildiniz: Yunanlı. Yabancılar, bizi, bize anlatmada hala bir numara. Kitabın 133 - 134. sayfalarında Boğazların (bıraktık güvenlik vesaire boyutlarını) tanker kazaları sonucu kirlenmesi hakkında şöyle diyorlar: Montrö bu konuda yetersizdir. Antlaşmanın yeniden ele alınması gerekir.
       Eh, Yunanlılar böyle dediğine, diğerleri de "Boğazlarda güvenlik önlemi alın" diye direttiğine göre, bir büyük tanker kazası daha olsun, ondan sonra bir adım atarız inşallah...

       Önümüzdeki Cuma, Kuzey İrlanda halkı barış için oy kullanacak. Bölgeyi güneye terör yoluyla bağlamaya yeminli İRA bile barış istediğine göre her halde bu iş tamam... Barış arayışı, İRA ve onun siyasi partisi Sinn Fein'i dışlayarak yürütülmeye çalışıldı yıllarca. Ama İRA istemeden bu mümkün değildi. Yine de bir dizi İngiliz ve İrlanda hükümeti, sanki mümkünmüş sanıp uğraşıp durdu. Olmadı.
       Şimdi ise olacak gibi görünüyor. Çünkü, terör olaylarının yıllarca durgunluktan sonra uyandığı 1969'dan bu yana ilk kez İRA da barıştan yana. Militan protestan (İngiliz yanlısı) ve katolik (İrlanda yanlısı) milislerin bazıları da barışa evet diyor. Halkın barış istemesi, İngiltere başbakanı Tony Blair ve ABD Başkanı Bill Clinton'a artı puan yazacak.
       Şu da var: Kuzey İrlanda'da katolik nüfusun doğum oranı yüksek. Üstelik Protestanların İngiltere'ye göçünü önlemek mümkün değil. Avrupa Birliği ve İngiltere'nin yıllardır bölgeye yaptıkları muazzam yatırıma ve yardıma rağmen... Bölge, 10 yıl içinde tamamen katolik olacak zaten.
       Barış, elbette bazıları için kötü haber. Savaştan nemalanan en az 20 bin kişi işsiz kalacak. Ne de olsa her savaş birilerine, her barış halka yarar.

       İzmir'de bir sokağa sıkışıp kalan eski bir bina daha restore edilecek. Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı'nın onaracağı bina, Sanayi Müzesi olacak. Dışı gayet sağlam kalmış eski bir un fabrikası interaktif bir eğitim merkezine dönüşecek.
       Konak Meydanı'nda deniz kıyısındaki eski gümrük binasında da restorasyon sürüyor. Seneye kadar Konak Pier adıyla doğaya dönük (outdoor) interaktif bir turizm merkezi yapılacak burada. Belediyenin, son dönemde otopark olarak kullanmaya utanmadığı, projesi Eyfel Kulesi'nin mimarı Güstav Eyfel'e ait bu tarihi yapı, gençlerin ve kendini genç hissedenlerin adresi olacak.
       Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı'nın girişeceği restorasyonla birlikte İzmir, iki önemli ve hatırı sayılır modern sanat kültür eğitim etkinlik merkezine kavuşmaya aday. Önemli nokta: İki restorasyonun arkasında da İzmirli aileler var.
       Yaşar Vakfı, biri Karşıyaka'da biri Alsancak'ta iki eski evi restore ettirerek birer kültür ve sanat merkezine dönüştürdü. Alsancak'ta Cumhuriyet Bulvarı'nın sokaklaştığı kısımda 252 numaralı ev özel sektöre ait ilk resim müzesi on yıldır. Burada, DYO Resim Yarışmaları'nda 27 yıldır ödül kazanan eserler sergileniyor.
       İstanbul'a değil, köklerinin bulunduğu taşra kentine yatırım yapan, o kente manevi borcunu ödeyen zenginler arttıkça, kültür sanat ve eğitimde en "ayrıcalıklı" (?) İstanbul, bu özelliğini inşallah kaybedecek. Sanki Türkiye'nin İstanbul dışındaki kentleri kentlerinde yaşayanların kültür sanat eğitim ihtiyaçları olmazmış gibi duyarsız bir bencillik inşallah yok olup gidecek.

       Kaliteli iş, sadece bir yerindeki üretimin belli ölçütlere uygun yapılması değil. Kaliteli iş, yaşamın her anında tutturulması gereken bir içsel ölçüt.
       İstanbul'da toplanan Avrupa Kalite Yönetimi Konferansı' nda sürekli ve haklı olarak üstün kaliteli üretimleri nedeniyle ödül kazanan bazı kuruluşların yöneticileri konuştu. TÜSİAD ve Kalite Derneği tarafından verilen Kalite Ödülü'nü kazanan Arçelik ve İpek Kağıt' ın yöneticileri nasıl olup bunca kalitesizlik ortasında kalite ürettiklerini anlattılar.
       Kalitesizliği, Türkiye'de günlük yaşamın her anında her saniyesinde herkes yaşamak zorunda ne yazık ki... Uluslararası Standartlar Örgütü ISO tarafından saptanan ölçütlere uyarak mal üretmek, üreticinin rekabet şansını arttırıyor. Çünkü ürünü daha kaliteli oluyor. ISO sayesinde pek çok üretici ıkına sıkana kaliteli ürün çıkartmak zorunda. Ama ya ISO - dışı alanlarda bizi kalitesizlikten kim koruyacak?
       Siyasette kalite? Trafikte kalite? Eğitimde kalite? Sağlık hizmetlerinde kalite? Adalet mekanizmasında kalite? Kamu hizmetlerinde kalite? Sosyal yaşamda kalite? Ve burada sıralamaya yer olmayan diğer konularda? ISO'nun borusu ne yazık ki buralarda ötmüyor.
       İpek Kağıt genel müdürü Baki Gökçümen'in, konuşmasında tek bir satırla geçtiği şu cümle zihniyet kalitemiz hakkında paragraflara bedel: Türkiye'de temizlik kağıdı kullanımının gelişimine baktığımızda 1971'de kişi başına düşen kağıt miktarı sadece 16 grammış. Bugün 700 gram. Aradaki fark çok büyük... Ama ya diğer ülkelerle kıyas? Batı Avrupa'da kişi başına 9 kilo 200 gram, ABD'de 21.5 kilo!
       Türkiye, zihniyet kalitesinde de yol alıyor almasına da kaplumbağa hızıyla...

       Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar öğrencilerinin "Medya Meşhurları" sergisi, fakültede değil Halaskargazi Caddesi 263'te Pimapen Kültürevi'nde haftaya kadar sürecek. Geçen hafta adresi "fakülte" vermişim. Özür dilerim.