Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son zamanlarda izlediğim en etkileyici belgesellerden biriydi, ‘McQueen’.
Belgesel büyük bir ustalıkla hazırlandığı için ve film harika olduğu için değil, tamamen ana karakter Alexander McQueen’in yeteneğini sergilediği için.
Ian Bonhôte ve Peter Ettedgui, ‘McQueen’ belgeselini yapmaya karar verdikleri zaman önce yakınları tarafından Lee diye bilinen Alexander McQueen’in ailesinden yardım istiyor ve acıları 8 yıl sonra hâlâ çok taze olduğu için ‘Hayır’ cevabını alıyor.
Daha sonra bugün hâlâ büyük modaevleri arasında yer alan Alexander McQueen markası yönetiminden yardım istiyorlar, markanın artık geçmişe takılı kalmak yerine geleceğe odaklanması gereken yöneticileri de ‘Hayır’ cevabını veriyor tabii.
Sonuçta, McQueen ile yapılacak bir belgeselde gey kulüpleri, uyuşturucu, vs gibi özel hayatının belli bir bölümünün öne çıkarılacağından ve yeteneğine, işine yeterince saygı duyulmayacağından korkuyorlar.
Yine de Ian Bonhôte ve Peter Ettedgui yılmıyor, onların fikri McQueen’i ve bütün değerli moda tasarımcılarını sürekli strese sokan moda haftaları defileleri üzerinden anlatmak.
Bu fikir sayesinde belgesele daha ortada hiçbir şey yokken üç gün içinde beklentilerinin üstünde yatırımcı buluyorlar.
Sonuç, görüştükleri kişilerin güvenini kazandıkça McQueen çevresinden daha çok kapı açılıyor.
Tabii filmin yardımcı yönetmeni ve yazarı Peter Ettedgui’nin ‘Marlon: Beni İyi Dinle’ adlı harika Marlon Brando belgeselinin yazarı olması da bunda etkili oluyor.
Sonunda Lee’nin ablası Janet ve kız kardeşinin oğlu Gary James McQueen belgeselde yer almayı kabul ediyor.
Bu arada eski asistanı, Lee’nin evde, atölyede, arabada sadece yakınlarıyla birlikte çektiği görüntüleri, konuşmaları da teslim ediyor.
Böylece dev bir arşiv oluşturuluyor.
İşte o zaman Lee, tamamen annesinin “Sen her şeyi yapabilirsin, bak Savile Row’da terzi arıyorlar, kapılarını çal, en kötü hayır derler, ama ya evet derlerse...” demesiyle kendini bir atölyede buluyor.
6 kardeşler, babası taksi şoförü, annesi ev kadını, imkânları kısıtlı ama “Hiçbir zaman fakirlik çekmedik” diyor annesi gururla.
Zaten belli ki anne, aileyi bir arada tutan ve çocuklara kendine güven aşılayan.
Lee, çeşitli atölyelerde terzilerden her şeyi öğreniyor.
Sonunda da Central St. Martins’e yaptığı elbiseler elinde başvuruya gidiyor.
Okul parası yok, yeteneği gören yöneticiler olumlu bakıyor ama yine de teyzesi biriktirdiği parayı Lee’ye vermeyi teklif edince okula başlayabiliyor.
Okula başladığında pratik bilgisi çok ama teorik hiçbir bilgi, birikimi yok.
Koleksiyonların bir hikâyesi olması gerektiğini okulda öğreniyor.
Daha sonra ölüm, tecavüz gibi konuları işliyor koleksiyonlarında.
Bunun nedeni de ablasına tacizde bulunan eniştesinin Lee’yi de çocukken taciz etmesi.
Lee bu acı olayı hiçbir zaman atlatamıyor ama aynı kaderi paylaştığı ablasına daha da sarılıyor ve kariyerinde yükselir yükselmez yeğenini yanına işe alıyor.
Yeğenine göre, bu kadar şöhret para ve kalabalık arasında ailesinden güç alabilmesi ve nereden geldiğini her zaman hatırlaması için yapıyor bunu.
Daha 27 yaşında Givenchy’nin kreatif direktörü oluyor.
“Kimse Alexander McQueen’i keşfetmedi, McQueen kendisini keşfetti” diyerek en büyük destekçisi Isabella Blow’u bile üzmeye başladığı o günlerde, Givenchy’de haute couture atölyesindeki işçilerle aynı kafeteryada yemek yemesine o zaman kimse inanamıyor.
Köklü moda evlerinde tasarımcıya Tanrı gibi yaklaşılıyor, oysa Lee kendisi gibi olmak istiyor.
Zaten bu işi sevmeden, sadece kendi modaevini devam ettirebilecek parayı kazanabilmek için yapıyor.
“Peki ama senden sonra Alexander McQueen markası ne olsun istersin, öleceğini bilsen markanı ne yaparsın?” diye soruyor bir arkadaşı.
Lee’nin zaten sürekli ölümü düşündüğünden, AIDS hastalığına yakalandığından habersiz.
Malum artık AIDS’in tedavisi var, ama Lee’nin asıl atlatamadığı, çocukken yaşadığı taciz oluyor.
Yine de soruya son derece dürüst cevap veriyor: “Benden sonra yaşamasını istemem, kapatırım.”
Çünkü Givenchy gibi başkasının kurduğu bir markada kreatif direktörlük yapmış biri olarak tecrübeli, kendi markasını sevmeyen ve sevmeyecek olana emanet etme isteği yok.
Gelin görün ki şu anda Alexander McQueen markasını, Lee’nin intiharından kısa bir süre sonra Kate Middleton’ın gelinliğini tasarlamasıyla da çok konuşulan, markanın ilk stajyeri ve daha sonra Lee’nin sağ kolu da olan Sarah Burton başarıyla devam ettiriyor.