Yazarlar Can Yücel'in kahkaha çiçekleri...

Can Yücel'in kahkaha çiçekleri...

25.07.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Can Yücel'in kahkaha çiçekleri...

Can Yücelin kahkaha çiçekleri...


Dün gece rüyamda Can Yücel'i gördüm. Masmavi bir denizin kıyısındaydı. Bir yanına Güler'i, öteki yanına bir sürü martıyı katmış etrafa neşe saçıyordu.
Güler, şairin 40 küsur yıllık eşi, o gün bugün sevgilisi. Bir şiirinde demişti ya: "Yaşamak düğünse, sen orda gelindin / Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim."...
Hadi Güler'i anladık da, martılar nereden çıktı diyenlere. Can Yücel'in bir kez okundu mu, bir daha akıldan çıkmayan dizelerini hatırlatırım. Hani... "Martılar ki, sokak çocuklarıdır denizin"... Ve o şiiri okuyanlar bilir ki, Can Baba'nın yüreğindeki sevgi ateşinin yanması, bahar gelene kadar, "soğuktan morarmış kanatlarını ısıtsın diye(dir)martılar."
Bahar geride kaldı. Yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Denizin sokak çocukları çoktan ısınmıştır. Rüyama dönüyorum. "Kardeşliği mavişliği üstünde denizin / Bir yanı ışık bir yanı İstanbul"... Baktım Can Yücel kendini Boğaz'ın sularına atacak, birkaç kulaçta karşı kıyıya geçecek... Sakın dedim. Su çok pis...
"Bir denizanasıdır umut / Ta suların ortasında / Açılır / Kapanır / Açılır / Kapanır / Kapanır / Açılır" dedi... Dedi ama suya atlamaktan da vazgeçti.
Umut sözcüğüyle birlikte, hapse düştüğü yıllarda "içeride", umudu, "Humor"u ve ironiyi nasıl hep canlı tuttuğu yerleşti rüyaya. Şiirden değil, çeviriden yatmıştı iki buçuk yıl. 1972'deydi. Che Guevera'nın "İnsan ve Sosyalizm" ile Guevera, Mao ve Amerikalı bir generalin günlüğünden oluşan "Gerilla Harbi" kitaplarını Türkçe'ye çevirmişti. Sen misin çeviren! Hele Amerikalı generalin yazdığı bölümlerden mahkum olması CIA'nın Can Yücel'e attığı en muhteşem kazıktı! İçeride onun yazdığı şiirler, dışarıda, bizim dilimizden gönlümüzden düşmez olmuştu. Kızıla çalan sardunyanın kelepçeye vurulup tutuklanmasını kim unutabilir! Ama beni terk etmeyen "Maphusane'den şiir" şöyle:
"Elektrikler söndü bu gece / Zor bela toplayıp satrancın taşlarını / Mecburen yattık. // Simsiyah kediler gibi dolaşıyor koğuşta / Uyuyan dostların nefesleri / Dolaşsınlar azıcık. // Tam ben de eve doğru açılıyordum // Şıpırdatmadan hiç kürekleri / Yanmaz mı o tepemdeki yüz mumluk ışık! // Bir kürek mahkumunu Boğaz'da sandal sefasına / Haklılar, bırakmazlar tabii amma. / Ya'u, ne güzel şeymiş meğer karanlık!."
Şili'de durumlar düzelmişti. O nedenle "Şili'deki Tencereye", yeniden "Tencere dibin kara / Seninki benden kara" diye seslenmek gereğini duymadı. Onun yerine garsona seslendi:
"... Garson dedim, bana biraz sabır ver / Allahtan isteyeceğinizi benden istiyorsunuz paşam, dedi. / Öyleyse bir Allah ver dedim / Gitti, bir daha da gelmedi."
Rüya'da tarihler karıştı. 80 sonrasındaydık. "Shakespeare Üzre" davudi sesiyle okudu:
"Türkiye'nin Manimarkası'nda bir şeyler kokuyor / Kimine göre tuz kimine göre et, / Hamlet! Hamleeet!"
Martıları ve çocukları ürkütmemek için emir komuta zincirinden vazgeçip "Öztanıtım"ını yaptı:
"Ben bir aşk değirmeniyim / Şiirler öğütürüm Ayça Parkında / Çocukları havada fır döndürürüm kollarımla / Paydostan sonra da Donkişot'u görürüm rüyalarımda."
Yapma Can Yücel, rüyanın içinde rüya görülemez diyecek oldum. "Nedenmiş o?" diye öyle bir kahkaha attı ki, uyanıverdim...
Anladınız elbet. Rüya bahane. Amacım, "Çabuk iyileş Can Yücel" demek...




Yazara E-Posta: zoral@milliyet.com.tr