Cem Mumcu

Cem Mumcu

cemmumcu@okuyanus.com.tr

Tüm Yazıları

Bir bibliyomanyak olarak küçükken bir hayalim vardı. Uzun uzadıya anlatmayayım şimdi. Özetle aslında- çok ama çok büyük bir kütüphaneyi içeriyordu hayalim. İstediğim her kitabı bulabilmek mümkündü orada. Sonra birden internet girdi hayatımıza. Yetmedi hayatımız da internete girdi sonrasında. Belki kitaplarla dolu o kütüphaneye benzemiyordu ama bir başka biçimde bilgiye, çok ama çok bilgiye ulaşabilir olduk. Hâlâ kitapların yerini tutmuyor, ama kitaplar da internetin yerini tutmuyor.
İnternetle birlikte hayatımıza yeni sorunlar, riskler girdi ve girecek elbette. Bir daha dünya eskisi gibi olmayacak, bu kesin. Artık bilgiye ulaşmak konusunda kimse kimseden daha ayrıcalıklı değil neredeyse. Ergenekon iddianamesinin hepsini bilgisayarınıza indirebiliyorsunuz. Hatta darbe günlüklerini de okuyabiliyorsunuz. Artık birilerinin bazı şeyleri saklayıp bazı şeyleri öne çıkararak bizi kandırması eskiye göre daha güç olacak.

YENi BiLGi YA DA BiLGiNiN YENi HALİ
Evliya Çelebi, Marko Polo gibi eski gezginleri okurken çok eğlenirsiniz. Ulaşımın çok ama çok güç olduğu dönemlerde dünyayı gezdikleri için öyle şeyler anlatırlar ki, palavranın bini bir paradır. Ne yalan söyleyeyim çok da lezzetli metinlerdir. Şimdi çok zor böyle bir şey yapmak. Yakalanırsınız. Birinin internete girip yazdıklarınızın doğru olmadığını anlaması o denli kolay ki.

Haberin Devamı

Obscurantisme Terroriste
Sanırım Bacon’ın sözüydü: “Bilgi kuvvettir.” (Doğru değilse yanlışımı internet saniyesinde yakalayabilirsiniz) İlk bakışta çok anlamlı bir cümle, doğru bir saptama ve fakat bilginin bir iktidar olduğunu da unutmamalıyız ve iktidarın tehlikeli olduğunu da. Paylaşılmayan ve sadece ‘bazı’larının kuşatması altında olan bilginin ne denli tehlikeli olduğunu düşünsenize. Obskürantizm belirli insanların belirli bilgileri bilmemelerinin gerektiğini savunan düşünceye verilen isim. Bilgi, muğlaklaştırılır, müphemleştirilir, üstü örtülür ki ona sahip olanlarla bil(e)meyenler arasında bir hiyerarşi oluşsun ve bilenler tarafından dilediğince kullanılabilsin.
Alev Alatlı, ‘aydın despotizmi’ derken bundan söz etmektedir. Hekimlerin reçetelerinin zor okunmasının önemli bir nedeni tıbbiyede çok not almaktan bozulan el yazısıdır, ama bir kısmı da şifa verici bilginin ‘diğer’lerinden saklanması ve söz konusu bilgiyi mistisize edip özel bir güç haline getirme çabasıdır belki de.
Fouccault, Derrida için ‘obscurantisme terroriste’ diye bir tabir kullanır. Fouccault’nun sözünü ettiği kavramı en iyi ifade eden şey ‘Sokal Vakası’ olsa gerek. Alan Sokal çok acayip, güzel bir oyun oynar. Postmodern kültürel araştırmalar alanının prestijli ve hakemli bir dergisine “Aşılan Sınırlar: Kuantum Gravitesinin Transformatik bir Hermenötik’ine Doğru” başlıklı, postmodern jargonu ve düşünceleri bolca kullanan ve postmodern filozoflara atıfta bulunduğu bütünüyle anlamsız, uyduruk ve aslında komik; güya bilimsel bir makale yollar. Dergi ve blimsel hakemleri makalenin saçma olduğunu düşünmek bir yana onaylayıp yayınlarlar. Dahası başka yayınlarda da makaleyle ilgili övgüler çıkar. Sokal bir süre sonra makalenin uyduruk olduğunu açıklar. Son Moda Saçmalar: Postmodern Entelektüellerin Bilimi Kötüye Kullanmaları adıyla bir de kitap yayınlar.

Haberin Devamı

Yemezler!
İnternetin belki de en önemli getirisi bu işte. Artık bir takım aydınlar, bir takım apoletliler, bazı beyaz gömlekliler, kimi cüppeliler, smokinliler, beyaz eldivenliler, güya sanatçılar, doldur boşalt küratörler, saçma sapan spiritüeller vb bizi kandıramayacaklar. Kendimizle, bedenimizle, birbirimizle, ülkemizle, inanışlarımızla, olup bitenle, beğenilerimizle ilişkilerimizi birilerinin belirlemesi artık o kadar kolay olmayacak. Birileri bizden sakladıklarını bize karşı kullanamayacaklar, olmadık tehditleri varmış gibi gösteremeyecekler. Öyle aklına esen ‘darbe’lemeye veya bazılarımızı ‘darbeye sevinir kılma’ya kalkışamayacak. Yakındır, uyduruk hastalıklarla bizi korkutup bilimsellik kisvesi altında bizi sömüremeyecekler. Öyle herkesi sorunlu ve terapiye muhtaç olarak tanımlayan olmadık psikolojik tanılar uyduramayacaklar. Gazete ve dergi köşelerinde, televizyonlarda atıp tutamayacaklar. Fena halde yakalanırlar. Çünkü bilgi kimsenin inhisarı altında değil.
Şirketler eskiden ‘ya bizden kötü bahsederse’ diye köşe yazarları ve tele-vizyonculardan -özellikle de gişesi çok olanlardan- korkarlardı. Valla şimdi Ekşi Sözlük, İTÜ Sözlük, Uludağ Sözlük vb sallar fena halde. Kötü edebiyatçılar kötü edebiyat dergilerinde entipüften metinlerini okura gazlayamayacaklar artık. Çalıntı ve alıntı ile yaşayan plastik sanatçıların, fotoğrafçıların neyi nereden arakladıkları hemen anlaşılacak. Medyanın daha doğrusu medyada yazıp çizenlerin ve ekranda görünenlerin de fark etmeleri gerekiyor bütün bunları. Adı sanı bilinmeyen öyle blogcular var ki seni beni sollarlar. Çok okuyorlar, çok izliyorlar, kaçırmıyorlar olanı biteni, takip ediyorlar ve çok da çağa uygun ve yaratıcı biçimde ifade ediyorlar. Bilgi sahiplerinin artık çok daha fazla bilmeleri, ‘yeni’ olanı daha çok takip etmeleri; yarattığını iddia edenlerin ise gerçekten yaratıyor olmaları gerekecek.
“Yasaklarız” diye aklından geçenler varsa uyarayım: Youtube yasak olmasına rağmen Türkiye’de en çok izlenen 5. site. Nanik yani!

Haftanın önerileri
Kitap: Son Moda Saçmalar, Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları, Alan Sokal, Jean Bricmont, İletişim Yayınları
FİLM: The King
YÖNETMEN: James Marsh
Web sitesi: www.bilirkisiraporu.blogspot.com
MÜZİK: La Llorana, Lhasa de Sela
Mekan: Sebat Et Lokantası, Şirinevler