Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bugün topyekûn bir dünya savaşı yaşamıyoruz ama şu yaşadığımız günler, tıpkı bir büyük dünya savaşı sonrasını anlatırcasına çok hızlı dönüşümlere, değişimlere sahne oluyor. Yetmişli yıllardan iki binlere kadar olan süreçte, IMF’nin olumsuz raporlarına, derecelendirme kuruluşlarının saldırılarına maruz kalan “gelişmekte” olan bir ülkenin kollarını kaldırıp bunlara teslim olmaktan başka çaresi yoktu. Siyaset de zaten “bunların” dolaylı vesayeti altındaydı.
Şimdi IMF, dünya ekonomisindeki temel sorunun gelişmiş ülkelerdeki deflasyon tehlikesi olduğunu tespit etmiş durumda... Gelişmekte olan ülkelere söyleyecek bir sözü kalmayan ve belki de 20. yüzyılın paradigmasını teslim etmiş, bir yerde teslim olmuş-bir IMF var karşımızda... IMF’nin son ekonomik görünüm raporunda, gelişmiş ülkeler kaynaklı daralmanın hâlâ aşılamadığı açıkça vurgulanıyor. IMF, giderek artan korumacılıktan ve bunun küresel tedarik zincirinde oluşturduğu sorunlardan da bahsediyor.
Büyük özeleştiri...
IMF raporunda, ülkelerin çoğunda enflasyonun uzun vadeli beklentilerin altında seyrettiği ve deflasyonist etkinin giderek arttığı da önemli bir vurgu. Düşen hatta eksi düzeyde seyreden faiz oranlarının küresel ticareti ve üretimi yeni bir faza geçiremediği artık çok açık. IMF bunu, bu raporda, itiraf ediyor. Aslında bu rapor bir bakıma bir özeleştiri ve krizin kaynağının başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkeler ve bu ülkelerin uyguladığı politikalar olduğunu anlatan bir itirafname...
Ancak IMF’nin bu çaresizliği-kabullenişi, çoğu ABD merkezli bazı artık-gerici sermaye çevrelerine sirayet etmiş değil. Ama onlar da yaşayarak öğreniyorlar. İşte derecelendirme kuruluşlarının durumu. Moody’s Türkiye’nin notunu düşürdü; sizce etkisi ne oldu; kur, faiz olması gereken seviyelerde; hatta önümüzdeki günlerde faizler, ilgili kurumlarımızın aldığı önlem ve çalışmalara bağlı olarak daha da düşebilir. Türkiye’ye kaynak girişinin, hem de uzun vadeli ve kalıcı sermaye girişlerinin orta ve uzun dönemde ekonomi yönetiminin hedeflediğinin çok üzerinde olacağını söyleyebilirim. Moody’s‘in not indiriminden hemen sonra Hazine’mizin eylül ayı borçlanma programı çerçevesinde gerçekleştirdiği ihalelerde beklenti üzerinde teklif geldi. Hazine’nin ihalelerinde uzun vadeli kâğıtlara olan yoğun ilgi, Moody’s gibilerin oluşturmaya çalıştığı algıya çok önemli bir cevaptı. Burada yabancı payının da beklentinin üzerinde olduğunu ve bütün bunlara bağlı olarak faizlerin de 9.98 olan beklentinin altında, 9.94 olarak gerçekleştiğini söyleyelim. Bu arada Moody’s operasyonu sonrası doların, her 3 TL’yi aşan atağında satış geldiğini de belirtelim. Bütün bunlar şu gerçeği anlatıyor; Türkiye bir eşiği geçti, Moody’s gibi tetikçi, geri kurumların ekonomisini yönlendireceği bir ülke değil.
Kriminal yapılar...
Aslında şunu da söyleyebiliriz; bu derecelendirme kuruluşları, böyle devam ederlerse, yalnız piyasayı bozan tetikçiler olarak anılmayacaklar, çok geçmeden kriminal suç örgütleri olarak birçok uluslararası davanın da muhatabı olacaklar. Mesela üç derecelendirme kuruluşu hakkında (Moody’s, Standard&Poor’s (S&P) ve Fitch) İtalya’da bir savcı, Euro Krizi boyunca İtalya’nın durumunu olduğundan kötü gösterdikleri için dava açtı. S&P, zaten benzer bir davada Avustralya’da mahkûm oldu.
ABD ve Avrupa...
Bugün ABD ekonomisindeki durum ortada, işsizlik yerinde sayıyor, ücretler artmıyor, büyüme hızı sınai üretim bazlı düşüyor ve ABD ekonomisi, yüksek teknoloji içeren yüksek katma değerli ürünlerde, gelişmekte olan Asya ile rekabet edemiyor. Bütün bunlardan dolayı Fed faiz artıramıyor. Avrupa ve İngiltere ekonomisinden ise hiç bahsetmeyeyim. Avrupa bankalarının durumu ortada. Euro Bölgesi’ndeki 19 ülkede şüpheli kredi miktarı tam 1.2 trilyon euro’ya yükseldi ve bu krizden bu yana görülen en yüksek batmakta olan kredi miktarı. Negatif faiz uygulaması, reel alanları canlandırmıyor ama kredi faizleriyle merkez bankalarına ödenen faiz arasındaki farkı azalttığı için banka karları çok hızlı düşüyor ve bankaları hareketsiz bırakıyor; Avrupa’da yeni bir banka krizi kapıda.
Öte yandan, Almanya’da Deutsche Bank’ın düştüğü durum Alman ekonomisinin düştüğü durumdan ayrı değildir. Deutsche Bank, beklenen sona yaklaşıyor, hangi varlığını kaça satarsa satsın, eskisi gibi devam edemeyecek. Aslında Deutsche Bank’ın son o yıldaki hikâyesi ve el altından yaptığı operasyonlar, bulaştığı skandallar yeni nesil bir yolsuzluk hikâyesi olduğu kadar, Almanya’da düşen kâr oranlarını, Alman ekonomisini ve çaresiz Alman siyasetini de bize anlatır. Almanya’nın Yugoslavya’nın parçalanmasındaki payı, Doğu Avrupa’daki iç savaşlardaki rolü ve ısrarla yürüttüğü ve mülteci krizi nedeniyle çark etmek zorunda kaldığı Türkiye ve Erdoğan -neredeyse- düşmanlığıyla bugün Deutsche Bank’ın düştüğü durum arasında inanın çok güçlü bir korelasyon vardır.
Türkiye...
Peki, bütün bunların siyasi sonuçları nedir; hemen şunu söyleyeyim, bu büyük krizi Türkiye’ye yıkmanın ve Türkiye’yi kendi krizlerine ortak etmenin en önemli girişimlerinden biri, şüphesiz ki 15 Temmuz’du. Şimdi burada tabii ki ısrar edeceklerdir.
Ancak şunu da vurgulamamız gerekir ki ikinci bir darbe girişimi senaryoları da en az Moody’s gibilerin sürdürdüğü operasyonların bir parçası olarak gündeme getiriliyor. “Türkiye riskli ülke, buraya yatırım yapmayın” demek olan bu gerçek dışı iddiaların, politik ve iktisadi bir karşılığı yoktur. Çok aptalca yapılan not indirimi gibi...