Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Bu yazıda güncel ve tartışılan üç konu için bir bakış açısı sunmaya çalışacağım. Esasında bu üç konu, dünya ve Türkiye ekonomisi için, “mesele.” Yani üzerinde uzun zamandır tartıştığımız ve çözüm bekleyen sorunlar. Ancak artık bu meselelerde, zamanın geldiği yer itibarıyla, hem kamuoyu olarak hem de devlet-siyaset düzleminde, karara varmamız da gerekiyor. Her üç konu da, aynı anda, hem tek başına hem de birbirleriyle bağlantı bağlamında, yeni bir dönemi anlamak için önemli ipuçlarını içeriyor. Bu açıdan bu yazıdaki, her üç konu üzerine yapılan yorumlar bir yol haritasının başlangıç formülasyonu olarak da okunmalıdır.

Haberin Devamı

Düzeltme değil, kriz...

Öncelikle bu hafta başından itibaren küresel borsalarda düşüşle kendini gösteren paniğe değinmek istiyorum. Çünkü bu hareketi -çokça söylendiği gibi- basit bir düzeltme olarak görmüyorum. ABD’den başlayarak Asya ve Avrupa borsalarına yayılan sert satış dalgası, krizin en belirgin ve en sert nöbetlerinden biridir. Bu, aynı zamanda, bu tür sert nöbetlerin artık daha sık aralıklarla sistemi sarsacağını bize gösteriyor. Yani sistem, değişim isteğini, bu tür kriz nöbetleriyle gündeme getirecek. Kriz, iki temel alanda kendini daha çok belli ediyor; birincisi para sisteminin pek gidecek yolu kalmadı ve dolara dayalı para sistemi, kendisini bitirmekle kalmıyor metastaz yaparak sermaye piyasalarını ve reel ekonomi temellerini sallıyor. Esasında bu dalganın çok şiddetli bir sistemik krizin, en dipteki işareti olacağını Çin’den gelen sinyaller öteden beri vermeye başlamıştı. En son Çinliler, dolar bazlı ABD kâğıtlarını daha az talep edeceklerini hatta bir ikame stratejisi üzerinde çalıştıklarını sızdırdılar. Aslında Çin, 2008 krizinden beri, bu “sızdırmayı” belli aralıklarla yapıyor. Ancak bu seferki sızdırma, ABD’nin hem politik olarak hem de iktisadi olarak en şaşkın dönemine denk geldi ve çok fazla ciddiye alındı. Nasıl alınmasın ki? Tam da küresel büyümenin toparlanmaya başladığı hatta bu küresel toparlanmaya ücret artışlarının da eşlik etmeye başladığı bir konjonktürde, yeni küresel büyümenin ABD merkezli finans sistemiyle ve ABD’nin inşa ettiği parasal sistemle olmayacağını, kripto paraya hücum dışında da, ABD’yi finanse eden ve çok yakında onu sollayacak bir güç olan Çin’de söylemeye başladı.

Haberin Devamı

Öte yandan, ABD’nin, 2008’den sonra krizden çıkış dinamiği olarak bakılan teknoloji firmaları da Asyalı rakiplerine hızla pazar vermeye başladılar ve ürettikleri teknoloji bunların gerisinde kalmaya başladı. Teknoloji rantının ABD’nin elinden alınması artık kesin. Bu, geleneksel sektörlerde bir türlü toparlanamayan kar oranlarının düşüşünü, teknoloji tarafında da hızlandıracak bir dinamik ve şimdiki hızlı satışların arkasında tam bu temel gerçeklik var.

Peki, “iş” nereye gidiyor? Tam da şuraya: ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde, büyüme ve enflasyonun yüzünü göstermeye başlaması bir krizden çıkış işareti değildir. Tam da yeni bir kriz başlangıcıdır. Yani işin sonu, hem enflasyonun hem de işsizliğin hızla yukarı çıktığı stagflasyon sürecidir.
Peki, burada yükselen ekonomiler ne konumda olacak? Hiç şüphesiz ki böyle bir altüst oluştan hiç kimse etkilenmeyecek demek gerçekçi olmaz. Ancak, Asya’nın yeni dönüşümü hızlandıracak hamlelerine, Avrasya’nın da hızla intibak edeceğini ve başta Türkiye olmak üzere, buradaki ülkelerin yeni bir büyüme-kalkınma yolu (anlatısı) çıkaracaklarını söylemek zor değil. Bu açıdan siyasi olduğu kadar iktisadi olarak da yeni bir dönemin eşiğindeyiz ve bu başlangıç Türkiye’ye büyük bir fırsat sunuyor.

Haberin Devamı

Faiz meselesi...

Tam burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta vurguladığı faiz meselesine geçmek istiyorum. Bu vurgu, hiç şüphesiz ki üretim odaklı ve insan merkezli adil bir refah ekonomisi isteğinin faiz üzerinden formüle edilmesidir.
Faiz burada anahtar kavram. Çünkü faizin öne çıktığı bir ekonomi insanı merkeze almaz, kapsayıcı bir büyümeyi öne çıkarmaz. Tekelci bir ekonomi olur, bu ekonomi açık ve rekabetçi değildir. Böyle olunca da küresel ekonominin gereklerini yakalayamaz. Teknolojik olarak geri kalır. Yüksek faiz, çok anlatıldığı gibi, kaçınılmaz bir küresel ekonomi gerçeği değildir. Bir sömürü mekanizması ve büyük bir kandırmacadır. Yüksek faiz, sanayicinin işine gelmediği gibi, gerçek anlamda bankacılık yapmaya çalışan bankacının da işine gelmez. Tam da bugün yüksek faiz üreten yanlış para ve maliye politikalarından vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Türkiye, bu alandaki reformları kararlılıkla yapacak ve içinde bulunduğumuz küresel büyük dönüşümün öncü ülkelerinden biri olacaktır.

Özelleştirme meselesi...

Değinmek istediğim üçüncü konu artık şu taş devrinden kalma özelleştirme anlayışını değiştirmemiz gerektiği konusu. “En çok parayı verene satarız, sonrasına da bakmayız, işi piyasa çözer” anlayışı yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada iflas etti. İngiltere bile bunun cezasını şu günlerde çekiyor. İngiltere’nin küresel teknolojik dönüşümün gerisinde kalmasının en önemli nedenlerinden biri, Thatcher döneminde yapılan hesapsız, ufuksuz özelleştirme dalgasıdır.
Türkiye’de ise bu konuda en somut örnek Türk Telekom’dur.
Türk Telekom,”Parayı en çok verene satarız” yaklaşımının yanlışlığının tek başına ispatıdır. Ayrıca artık bu tür blok satış tarihe karışıyor. Burada, bu kadar gelişmiş finansal mimarinin, derinleşmiş sermaye piyasalarının olduğu bir dünyada yapacağınız en yanlış hareket, stratejik bir varlığınızı, blok olarak bir yabancı ülke sermayesine teslim etmektir. O zaman ne yapmalıyız; biz bu tür stratejik varlıklarımızı millete arz etmeliyiz. Blok satış yerini bu almalıdır. Devlet yönetirse zarar eder, özel sektör yönetirse kâr eder. indirgemeciliği de bitmiştir. Artık başarılı bir işletmenin arkasındaki mülkiyet biçimi önemli değildir. Önemli olan bu işletmenin piyasa koşullarında etkin yönetilmesidir. Türkiye’nin stratejik işletmeleri milletindir ve onları en iyi milletin temsilcileri yönetir.