Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye’de Dünya Enerji Kongresi’nin yapıldığı tarihten iki gün önce ABD’nin başkenti Washington’da Uluslararası Para Fonu, (IMF) Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Enstitüsü yıllık toplantıları yapıldı.

Aslında İstanbul’da yapılan 23. Dünya Enerji Kongresi ile IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık -olağan- Washington toplantılarını karşılaştırmak gibi bir niyetim yok. Çünkü bu ikisi tamamen birbirinden ayrı şeyler ama yine de Dünya Enerji Kongresi’nin açılış konuşmaları ile Washington’da yapılan toplantılardaki çaresizliği insan yan yana koymadan edemiyor.

Yeni dünya...

Enerji zirvesinin açılış konuşmalarını konuk devlet başkanları da yaptı. Dünyanın en büyük petrol yataklarına sahip ama en yoksul ülkelerinden biri olan Venezuela’nın Devlet Başkanı Nicolas Maduro, “Türkiye’de 15 Temmuz’da insanların demokrasiye nasıl sahip çıktığını gördük, Venezuela da bunları yaşadı, bu saldırıları yaşadı ve yaşıyor, çünkü doyumsuz emperyalist vampirler var ve biz bunlara karşı mücadele etmek zorundayız” dediği anlarda Türkiye dahil olmak üzere, gelişmekte olan ülke paraları dolara karşı değer yitiriyordu ama Türkiye’de de tam sırada pek açıklanamayan bir dolar talebi vardı. Sonra Putin ve Erdoğan konuştu. Bütün bu konuşmalar ve kongre sonrasında karşılıklı yapılan anlaşmalar, Avrupa’da sonra Türkiye, Ortadoğu ve Kafkasya coğrafyasında enerjiden başlamak üzere yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu bize anlatıyordu.

Eski dünya...

2008’de ABD’de başlayan krizin artık yalnız finansal, ekonomik bir kriz olmadığını, bu krizin gelişmiş ülkeler için, aynı zamanda, bir hegemonya krizi olduğunu şimdi yaşayarak görüyoruz. AB, artık bu haliyle bitti, Euro Bölgesi, yeni bir para sistemi ve buna uyum sağlayacak yeni maliye politikalarını ortaya çıkarmadan bu kriz AB için bitmeyecek ama AB’nin krizi artık bir borç krizi de değil, AB’nin krizi artık siyasi bir yönetememe krizi ve bu, çok açık olarak, sistemik bir krize tekabül ediyor.

Haberin Devamı

Ancak hem İngiltere hem de ABD’deki durum bundan çok farklı değil. İngiltere, hem kendisi hem de AB ve dünya ekonomisi için Brexit’in sonuçlarını kestiremiyor ama gemisini denizin ortasına bıraktığını da itiraf etmiyor. Ancak Türkiye ve bir çok gelişmekte olan ülke bu küresel kriz karşısında artık ne yapacağını biliyor. Krize yal açan ekonomi-politikalarını sorguluyor, halklarının çıkarlarını esas alan, Batı’nın dayatmasından uzak yeni bir dış politikayı öne çıkartıyor. Bugün gelişmiş ülkelerdeki krizin gelişmekte olan ülkelere ithalinin yalnız küresel ekonomik kriz kavramıyla sınırlı olmayacağını, bunun topyekûn bir küresel savaş olacağını artık biliyoruz. Bunun için, Batı’nın “eski” dayatmalarına ve oldubittilerine bundan böyle herkesin karnı tok.

İtirafname...

Şimdi gelelim 8-9 Ekim’de Washington’da yapılan IMF ve Dünya Bankası toplantılarına, bu toplantılarda İstanbul’daki farkındalık, kararlılık ve buna bağlı olarak ne yapacağını bilme hali yoktu. Şimdi bu toplantılardan çıkan şu sonuçlara bakalım:

1 Krizin dokuzuncu yılında, dünya ekonomisinde toparlanma istenen düzeyin gerisindedir; büyüme hâlâ yavaş seyretmektedir.

2 Dünyada milli gelirin ve ticaret hacminin büyüme hızı kriz öncesi döneme göre daha düşüktür. Dünyanın üretim potansiyeli ile toplam global üretim çıktısı arasındaki fark (çıktı açığı) giderek büyüdüğü gibi, buradan kaynaklı gelir ve servet dağılımı bozukluğu, bunun sonucu olarak işsizlik, genç işsizlik sürdürülemez boyutlarda artmaktadır.

3 Büyüme performansı ülkeler arasında çok ciddi farklılıklar göstermektedir. ABD’nin toparlanması tatmin edici değil, AB’de ve Japonya’da ise durgunluk yaşanıyor, gelişmekte olan ülkelerin büyümesi de yavaşlıyor.

4 Gelişmiş ülkelerdeki çıktı açığı sorunu giderek Çin gibi dünya büyümesini sırtlayan ve başta ABD olmak üzere, gelişmiş dünyayı finanse eden ülkelere sıçramıştır. Buralardaki büyüme hızları endişe verici şekilde düşmektedir.

5 Böyle olunca mevcut para ve maliye politikalarıyla var olan krizi aşmanın zorluğu ortadadır. Eksi faiz politikası, gelişmiş ülkelerde umut edilen canlılığı sağlamamıştır.

Haberin Devamı

Yeni genişlemeci politikalara ihtiyaç vardır.

Özellikle AB’de riskler hâlâ çok yüksek ve bankacılık sektörü ağır yaralıdır.

6 Hem dünya arzı çok sorunludur hem de talep yetersizdir. Mevcut para politikaları bu kapsamlı soruna cevap vermekten uzaktır. Bu durumda orta ve uzun dönemde yeni finansal riskler ve bu risklere bağlı krizler kaçınılmazdır.

7 Uluslararası para ve sermaye piyasalarında vade kısalmakta, sermaye akımlarında sert dalgalanmalar yaşanmaktadır. Düşük büyüme, düşük ticaret hacmi ve düşük emtia fiyatları krizi derinleştirmektedir.

Peki, bütün bu yapısal, temel sistemik sorunlar karşısında gelişmiş ülkeler ne öneriyor; utangaç da olsa şunu:

“İktisat politikalarında politika bileşenlerinin çeşitlendirilmesi gereklidir. Bu bağlamda, hem tüketimi hem de yatırımı destekleyecek genişleyici finansal politikalar ile bu politikaların etkinliğini artıracak, özel tasarlanmış yapısal politikaların da devreye bir an önce sokulması gereklidir.”

Benim Washington toplantılarını izleyen, orada notlar alan arkadaşlarımdan ve okuduklarımdan derlediğim sonuçlar bunlar. Ancak, IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantılarında bile artık “Genişleyici finansal politikalar gerekli, özel tasarlanmış yapısal politikalar, her ülke için ayrı olarak, devreye girmelidir” görüşü hakim oluyorsa, bunun anlamı, neoliberalizmin mezarını onu şimdiye kadar ayakta tutanların kazmaya başladığıdır.

Bizdekiler de mezar kazmasın ama bizi de bu mezara iteklemesin, biz kendi yolumuzu buluyoruz.