Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Cumhuriyet haftasındaki bayram heyecanı kadar Can Dündar’ın hazırladığı “Mustafa” filmi de damgasını vurdu. Kimileri çok beğendiğini, kimileri Atatürk’ü yalnız bir adam gibi gösterdiği için eleştiri oklarını Dündar’a çeviriyordu. Belgeselle ilgili pek yorum yapmak istemiyorum. Size tavsiyem belgeseli gidip görün. Ama şunu söyleyebilirim ki; Atatürk gibi yüzyılın en büyük lideriyle ilgili bir belgesel yapıyor ve bu iki saate hayatının tamamını sığdırmaya çalışıyorsanız mutlaka eksik kalan bir şeyler de oluyor.
* * *
Hafta içinde siyasetteki kullanılan üslup, dil konusunda bir yazı yazmış ve “Toplum bunları hak ediyor mu?” diye bir soru sormuştum.
Bu köşeye zaman zaman konuk ettiğim Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Çağatay Üstün, bir detaya dikkat çekiyor.
Aslında hayatın her alanında farklı yorum ve görüş açılarıyla karşımıza çıkan Atatürk’ün bakış açısını anlatan önemli bir detay olması açısından da bunu önemli buluyorum.
Üstün, Atatürk’ün “Hiçbir millet yoktur ki, ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin” sözünü hatırlatıyor ve ekliyor.
“Ahlaki tavır ve tutumlar sergileyen bireylerin inanmalıyız ki, mutlaka sağlam bir etik düşünce yapısı olmalı. Eğer bu yoksa o zaman etiğin tamamlayıcısı olan ahlak ortadan kalkar. Bugün dünyanın en büyük sorunu, modern bilgilerle zihinler doldurulurken bunların arasında etiğe daha az yer ayrılması hatta etikten vazgeçilmesidir. Aslında yaşamı otoriteler üzerine değil etik ve ahlaki sistemler üzerine kurmamız gerekmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk’ün bizzat çaba harcadığını kendi sözlerinde ya da kaleme aldığı el yazısı notlarında görmek mümkün...”
* * *
Çağatay Üstün’e katıldığım bir konu daha var.
O da bugünkü siyasetin yapılış biçiminin hiçbir alanında etiğin ilk sıralara oturmaması.
Üstün’ün tespiti şöyle...
“Modern dünya birlikte yaşamak yerine insanın tek başına ve kendi otoritesi, özerk ve özgür iradesi sayesinde oluşabileceğine inanıyor. Akıl etiği dışlanıyor. Düşünen, hisseden, duyarlı olan insan modeli unutuluyor. Bunların istenmesi halinde ortaya çıkacak olumsuz tablo ise şimdiden karşımızda. İşte, siyasi yönetim biçimlerinin kimi zaman toplumdan kopuk bir karaktere bürünmelerinin ardındaki gerçek buradadır. Politika çok yüzlülüğü içinde etik terimini doğal olarak kullanmayacak. Çünkü politika, etiği kendi emri altına almayı istemektedir. Oysa tam tersi söz konusudur. Yani, politika etiğin emrine girmek ve onun buyruğu altında varlığını sürdürmek zorundadır...”
Dediğim gibi Atatürk hayatını iki saate sığdırmak mümkün değil.
Ama hatırlanması gereken çok önemli ayrıntılar var.
Belki de her konu için ayrı bir belgesel yapmak lazım.
Örneğin etik...
Acaba örnekler verilse bugünün siyasetçileri ne yapacak, asıl ben bunu merak ediyorum.

Haberin Devamı

Karga kovalayan kartal
Dikkat ettim; son zamanlarda karga nüfusunda bir patlama var. Sadece sayıları artmamış, hayli irileşmişler de. Çirkin ses ve görüntüleriyle verdikleri rahatsızlık da giderek artıyor.
Nasıl oldu da bu kadar çoğalıp, palazlandı bu kargalar? Çeşitli nedenlerden ilki ithal yemler... Kuytu yuvalarında bol bol ithal yemle beslenen kargalar kartalların kendilerine sunduğu özgür ortamdan yararlanarak hızla ürediler.
Bu dönemde rahat ve güvenli yuvalarında vakit geçirmeye alışan kartalların birçoğu uçmaktan vazgeçmeye başlamıştı. Yetiştirdikleri yavru kartallarsa bırakın uçmayı, uçmanın anlamını bile unutmuşlardı.
Öyle bir zaman geldi ki uçmakta direnenlerin bazıları, kartallarla ilgisi olmayan bazı kuşlarla birlikte kafese bile kapatıldılar. Bu sırada başları kuma gömülü bazı devekuşları hala kargaların demokratik haklarından dem vurmayı sürdürüyordu.
Orta Asya’dan köken almakla övünen bazı kartallarsa sadece uçmayı değil, kökenlerini bile unutmuşlardı; artık çıkardıkları sesler bile karlı dağların kartallarından çok çöl akbabalarınkine benziyordu.
Bırakın kargalarla savaşmayı, bazı erkekleri onlarla işbirliği yaparken, bazı dişileri başlarındaki tüyleri kargalarınkine benzetmeye başladılar. Acilen titreyip, özlerine dönmeleri gerektiğini unutmuşlardı.
* * *
Sadece Türkiye’nin değil dünyanın en yüksekten uçmayı başarmış “Kartal”ı küçük yaşlarda başlamıştı “karga” kovalamaya.
“Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir bedene sahiptir” sözleri ile “kartal olmayı” tarif etmişti sonradan.
Sadece çocukluğunda değil, hayatı boyunca değerlerimize ve kazanımlarımıza musallat olan “kargalar”la savaşmış ve başarı kazanmıştı. Hep ithal yemle beslenen bu “kargalar”, bazen saltanatlarını korumak uğruna her türlü tavizi vermekten kaçınmayanlar olmuştu.
Bazen de dini siyasete alet ederek, çıkarları uğruna halkı cahil bırakan sömürücüler veya küçük farklılıkları büyüten bölücüler...
Zaman içinde “Kartal” ın kovduğu kargaların nitelik ve nicelikleri değişmişti yalnızca. Ama “Kartal” öyle bir miras bırakmıştı ki, bu mirası silip süpürmeyi amaçlayan karga sürülerinin hiçbir başarı şansı yoktu. Tarih göstermişti ki, yeterince yüksekten uçan tek bir kartal bile karga sürülerini dağıtmaya yetip de artardı bile...
Uçmayı anımsayan tüm kartalların geçmiş Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)