Dedemle (annemin babası) sohbet etmeye bayılırdım. Her sözü bana kitap gibi gelirdi.
Daha doğrusu kocaman bir cilt kitabı okumuş kadar kendimi iyi hissederdim.
İlerleyen yaşına rağmen müthiş bir hafızası vardı.
Çok eski İzmirli olduklarından; sokak sokak kimler oturur, kimlerin dükkanları var, hepsini isim isim bilirdi.
İzmir gibi büyük bir kentin arşivi sanki dedemin beyninde sanırdım.
Bir isim söylerdim; aile boyu anlatırdı.
Gerçek öyküleriyle...
Çoğuna da tanıklık ederek...
İnanıyorum ki, sadece benim aile büyüklerim değil, sizlerin tanıdıkları, yakınları da benzer özelliklere sahipler...
Ama gözden kaçırmayalım ki; Osmanlı’yı yaşamış, Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş ve yeni Türkiye’nin o zor günlerini bizzat yaşamış nesiller artık çok yaşlandılar.
Sayıları çok azaldı.
Bir ülkenin de, bir kentin de hafızası mekanları kadar insanlarıyla oluşuyor.
Fırsat oldukça bunu hatırlatıyorum.
Kurumlarımız, ailelerimiz bu birikimleri biriktirmelidir.
Bunları da kamuoyuyla, ilgili kurumlarla paylaşmalıdır.
Örneğin Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi’nin süratle bu yazılı ve sözlü tarih konusunda projeler geliştirmesi gerekir.
Bunu da özel sektörle sosyal sorumluluk projeleri kapsamında kolaylıkla geliştirebilir.
Birçok şirketin kuruluş öyküleri oldukça ilginç ve ellerinde zengin arşivler bulunuyor.
Bu öykülerin detayları hepimizi ilgilendiriyor.
Tarihe tanıklık etmiş insanların bu birikimleri mutlaka kentlerin hafıza kayıtlarına girmelidir.
Bazen bakıyorum da, öylesine gereksiz tartışmaların peşinden gidiyoruz ki...
Oysa geleceği kuranların geçmişi çok iyi bilmeleri gerekir.
Şahsen ben öyle yapıyorum.
Ve...
Gelişmiş bütün toplumların da böyle yaparak bir noktaya geldiğini görüyorum.
* * *
Dedemin her sözü bana kitap gibi gelirdi dedim ya...
Hiç unutmadığım bir sözünü de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dedem beni sıkkın, fazlasıyla ciddi, biraz da karamsar gördüğünde şöyle derdi.
“Deniz... Çocukluğunu cebinde taşımayı unutma...”
Yıllar geçtikçe bu sözün değerini daha iyi anlıyorum.
Şimdi canımı sıkan bir şey olduğunda hemen küçük bir çocuğun en muzır hali aklıma geliyor.
Kendi çocukluğum...
Kızgınlığını unutan, hemen farklı bir konuya geçen, çılgınca eğlenen, bazen boşveren, hayatın tadını çıkaran halim...
Biliyorum hayat çocukluğumdaki gibi değil...
Ama o kadar da sıkıcı değil...
İnsan hayatını kendine göre şekillendirebilmeli...
Çalışmayı da, eğlenmeyi de bilmeli...
Elbette çocukluğunu da unutmamalı...
Hayaller kurmalı...
Güzel şeyler düşünmeli...
* * *
İnsanların hafızası, kentlerin hafızası, ülkelerin hafızası biriktirdiği kadar vardır.
Biriktirilen sadece sermaye olmamalı...