Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İZMİR çok ilginç bir protestoya sahne oldu.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in isteğiyle müdür atandığı öne sürülen Alsancak Salih İşgören İlköğretim Okulu’nda sessiz bir eylem yapıldı.
Çocuklar okula gönderilmedi.
Türkiye; 90’lı yılların bir bölümünü ahbap çavuş ilişkileriyle heba etti.
Ekonomide de, siyasette de kurumsal ilişkilerin önüne ahbap çavuş ilişkileri geçince ülke rayından çıktı. Adaletli bir görev dağılımı olmayınca toplumsal dengeler alt üst oldu.
İşi ehline bırakmak yerine, falanca partilinin yakını olmak daha ağır bastı.
Benzer bir fotoğraf bugün de geçerli... Milli Eğitim Bakanı’nın yerinde olsam bu sessiz protestoyu çok ama çok önemserdim.
*   *   *
Madalyonun diğer yüzüne bakıyorsunuz; İzmir’de 390 okulun müdürlük kadroları da boş.
Gerekçe “Yönetici Atama Yönetmeliği” yüzünden okullara müdür atamasının yapılamaması...
Yapılsa bile en son altı ay önce çıkan yönetmelik için “Mutlaka iptal edilir” diye düşünülmesi...
Böyle bir şey olabilir mi? İktidarda tek başına gelmiş bir hükümet var.
Geçmişte olduğu gibi ne koalisyon ortaklarıyla anlaşamama, ne de farklı bir gerekçe hükümetin önünde duruyor.
Yasayı da, yönetmeliği de değiştirmek iktidarın elinde...
Kaldı ki; hükümet, değiştirmek istediği birçok şeyi de jet hızıyla Meclis’ten geçirmesini gayet iyi biliyor. Bir kurumu vekaleten uzun bir süre yönetemezsiniz.
Yarın görevden alınma endişesi, gelecek kişiyle ters düşme olasılığı yapmak istediklerinizi hep erteletecektir.
Oysa ilköğretim ve lise dönemindeki gençlerimiz için bir yıllık boşluklar çok önemlidir. Bilgilere göre Bakan, çok acil gördüğü yerlere kendi yetkisini kullanarak atamalar yapıyor.
Neye ve kime göre acil?..
Kamuoyunun merak ettiği konu işte bu...
*   *   *
Başa dönecek olursak.
Sessiz protestoları önemsemek gerekir. Bir anne-babanın bir gün bile olsa çocuğunu okulu yollamamasından bana göre daha anlamlı bir şey yoktur.
Dilerim...
Mesaj yerini bulmuştur.


Yatağan’a takılıp kaldık
GEÇENLERDE Yatağan Kaymakamı Şeymus Günaydın’ın bir açıklaması oldu. Ve dedi ki...
“Termik santralın bacalarına baca gazı arıtma filtresi takılması turizmi olumlu etkiledi. Yatağan geçmişte hava kirliliğiyle anılıyordu, şimdi ise bölgedeki tarihi, kültürel ve turistik değerleriyle tanınacak...”
Bu sözleri okuyunca geçmişe döndüm. Santrale ilk defa 1989 yılında gittim. 1981’de kurulmuş; tartışmalar hala devam etmekteydi.
1991’de desülfrizasyonunun yani baca gazı arıtma tesisleriyle ilgili çalışmalara hız verildi, proje onaylandı.
Kararlar hayata geçirilmiş olsaydı, çok daha önceden bu konu kapatılacaktı. Bugün Yatağan’da baca gazı arıtma tesisi var.
Ama 1992’de projelendirilip, yıllar sonra arıtma tamamlandığı için Türkiye’de santraller konusunda bir hassasiyet meydana geldi.
Türkiye’nin enerjiye o günden çok daha fazlasına ihtiyacı var.
Ama her yatırım gündeme geldiğinde bazı gruplar, Yatağan’ı örnek göstererek yatırıma karşı çıkıyor.
Örneğin, ENKA Holding’in İzmir’in Aliağa İlçesi’ne bağlı Çakmaklı Köyü’nde 800 megavat kurulu güce sahip bir termik santral kuracağını açıklamasından sonra benzer tepkiler de oldu.
Oysa ENKA, dünyanın farklı yerlerinde müthiş projelere imza atıyor. Referansları da kuvvetli bir Türk şirketi...
“Her enerji yatırımı çevreyi kirletir, insanımızı zehirler” algılamasını yayan gruplar, şunu iyi bilmeli ki...
Dünyadaki birçok iyi ve doğru örnekte olduğu gibi enerji yatırımları çevreye çok daha duyarlı, çevreyle barışık hale getirildi.
Bugün enerji yatırımlarıyla turizm birlikte hareket eder hale geldi. O yüzden kamuoyunu oluşturan grupların, sivil toplum örgütlerinin Türkiye’nin gerçeklerine göre hareket etmelerinde büyük fayda bulunuyor.