Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Mesaj kutuma ilginç ve farklı konulardan yorumlar düşüyor. Son dönemde siyasetin gerginliği ekonomiye, işyerlerine de yansımış durumda. Örneğin, “Yeni bir iş bulsam da başka bir yere geçsem...” diyenlerin sayısında oldukça artış var. Nedenlerine bakıyorum; sorun sadece ekonomik değil. Yani maaşından memnun olmayanların sayısı oldukça fazla olmasına rağmen bunu bile idare edilebilecek unsurlar arasında gösterenlerin sayısı hiç de az değil.
Söylemeliyim ki, en fazla yazı ve yorum üniversitelerden, öğretim görevlilerinden geliyor.
Üniversite öğretim görevlilerinin çoğunda bir huzursuzluk olduğunu düşünüyorum. Gelen yorumlardan anlıyorum ki; üniversitelerdeki seçimler bir güvensizlik ortamı yaratıyor ve psikolojik baskılardan kurtulmak biraz zaman alıyor.
Türkiye’nin bu konuyu ilerleyen günlerde yeniden ele alması gerekiyor. Özel sektör, kamu ayrımı yapmak istemiyorum. Bazı örneklerden yola çıkarak bir genellemenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Ama gerçek olan...
Kamudakinin de özel sektördekinin de eskisi gibi pek keyfi yok.
*   *  *
Bu mesajlardan birkaç tanesini isim vermeden sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birincisi şöyle...
“Bir dış ticaret şirketinde çalışmaya başladım. Başımızdaki kişinin hiçbir konuda toleransı yok. Önceleri benden hoşlanmadığını düşündüm ama baktım ki, servisteki diğer arkadaşlara da böyle davranıyor. Doğru ve iyi yaptığımı zannettiğim şeylerde bile hata olduğunu söyleyip beni azarlıyor. Çalışmak zorunda olmasam bir an bile durmazdım...”
İkincisi...
“Çalışma arkadaşlarımı çok seviyorum. İşyerinde istatistiki programlamayı iyi kullananlardanım. Bütçe yapmayı, rakamlarla uğraşmayı seviyorum. Ama... Yöneticim sürekli yanlışlarımı buluyor ve olumsuz eleştirilerde bulunuyor. Bu zamanla çekilmez bir hal aldı. Anladım ki, arkadaşlarımı seviyor olmam yetmiyor artık mutsuzum. Ama nasıl iş bulacağımı da bilmiyorum...”
Buna benzer mailler oldukça fazla... Bir psikolog arkadaşıma bu yaşananları sordum.
O da iş hayatımıza yeni giren mobbing kavramını bana hatırlattı. Aslında bu konuda daha önce bir iki yazı yazmıştım. Ama şikayetler arttığına, insanlar daha huzurlu bir iş ortamında çalışmak istediklerine göre medya olarak bizim de görevimiz bu konuları daha fazla işlemek, gündemde tutmak...
Mobbing’i işyerinde duygusal taciz diye özetleyebiliriz.
Psikolog arkadaşım, Human Resources Management’ın Türkiye’de yaptığı bir araştırmadan söz etti.
İşyerinde zorbalığın nasıl uygulandığının yüzdelerle tespit edilmiş.
Yüzde 16 olmayan hatalar çıkarma... Yüzde 9 ters bakış... Yüzde 6 toplantıda aşağılama... Yüzde 14 tecrit etme... Yüzde 6 duygu ve ruh halinde iniş ve çıkışlar... Yüzde 13 kendisinin bile uymadığı saçma katı kurallar koyma... Yüzde 9 başarılı işleri açıkça yok sayma... Yüzde 5 sertçe eleştirme...  Katılımcılarının kendi deneyimlerini aktarma bölümde ise işten ayırma tehdidi ve iftira atma gibi olaylar da gözlemleniyor.
*   *  *
Psikolog arkadaşıma göre ülkede yaşanan ortamın bu vakaların artmasında etkisi oldukça fazla olmasına rağmen asıl sorun verilen eğitimde...Toplumda uzlaşma kültürü, tolerans gösterme ve empati yapabilme gücü giderek azalıyor.
Bu görüşe katılıyorum.
Dostum bir hatırlatma daha yapıyor. İlk kez 1984 yılında İsveç’te Heinz Leymann’ın sunduğu raporla ortaya atılan mobbing kavramından sonra bütün dünyada işyerinde psikolojik taciz davalarında bir artış oldu. Bu gerçek Türkiye için de geçerli...
Ve şunu söylemeliyim ki... Bu davalar çok kısa sürede neticeye varıyor.
Ben ikna ve inandırma yönteminin uzlaşmayla birleştirilerek... Karşısındaki insanın yerine kendimizi koyarak... Olayları aşabileceğimizi düşünüyorum.
Böyle hareket etmek bu kadar zor mudur?