Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB, yarım asırlık tarihinin en büyük demokrasi kriziyle karşı karşıya. Bunun bir ayağında, Avro bölgesindeki ekonomik krizin güney ülkelerde yol açtığı toplumsal ve siyasi sonuçlar var.
Her iki gençten birinin işsiz olduğu İspanya gibi ülkelerde insanlar, AB’nin ülkelerinin seçilmiş temsilcilerine ‘dayattığı’ tasarruf politikalarının demokratik meşruiyetini sorguluyor. Bu, vardığı nokta demokratik yönetim sisteminin işlemezliği olabilse de, çıkış noktasını temsili demokrasi ilkesine dayandıran ve AB’nin aşina olduğu bir itiraz. Zira, atanmış bürokratların karar alma süreçlerinde seçilmiş milletvekillerinden güçlü olduğu AB’deki demokrasi açığı uzun zamandır dillendirilen bir görüş.

Demokrasi endişesi
Demokrasi krizinin diğer ayağında ise, birliğin yeni üyelerinden Macaristan’daki gelişmeler yer alıyor. Bu, başlangıcı avro krizinin öncesine giden, kökeninde komunizm sonrası demokrasiye geçişin tortuları olan, AB’nin aşina olmadığı yeni bir kriz.
Zira söz konusu olan, seçimle iktidara gelmiş olan bir hükümetin, meclisteki çoğunluğunu kullanarak demokrasiyi hedef alan anayasal değişiklikler yapıyor olması. Üstelik kimilerine 1930’ların Almanya’sını çağrıştıran bu gelişmelerin, bir AB üyesinde meydana geliyor olması. 2010’daki seçimlerde oyların yüzde 53’ünü alan Genç Demokratlar Partisi (Fidesz), seçim sistemindeki çarpıklık sayesinde meclisteki sandalyelerin yüzde 68’ine sahip.
Fidesz, üçte iki çoğunluğundan doğan yetkisine dayanarak yaptığı bir dizi anayasa değişikliğinin ardından, Ocak 2012’de yürürlüğe giren yeni bir anayasa hazırlamıştı. Hükümet, sivil topluma danışmaksızın ve muhalefetin katkısı olmaksızın hazırladığı yeni anayasayla her türlü demokratik denge ve denetim mekanizmasını ortadan kaldırmayı amaçlamıştı.

Anayasa değişikliği krizi
İlk aşamada, uluslararası toplumun tepkileri sonuç vermiş, Başbakan Viktor Orban geri adım atmıştı. Ayrıca, kararlarıyla 1989 tarihli geçiş anayasasındaki hak ve özgürlüklerin kapsamını genişletmiş olan Macaristan Anayasa Mahkemesi, kritik önemdeki birçok yasayı ve anayasal değişikliği iptal ederek hükümeti dizginlemişti.
Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Kim Lane Scheppele’ye göre, Anayasa Mahkemesi’ne karşı koymayan ve uluslararası toplum ile işbirliği yapan Orban hükümeti bu süreçte ortalığın yatışmasını bekledi. Macaristan’da işlerin yoluna girdiğini düşünen AB’nin dikkatini avro krizine yoğunlaştırması üzerine ise, Mart 2013’te 22 maddelik yeni bir anayasa değişikliği paketi hazırlayarak “intikamını aldı” (İki yıl önceki değişiklikleri ve fazlasını içeren paketi haftaya ele alacağız).
Macaristan’da suların durulmadığını gören AB ve Avrupa Konseyi, bir dizi siyasi tedbire başvurdu. Avrupa Komisyonu Başkanı ile Avrupa Konseyi Genel Sekreteri 11 Mart’ta ortak bir bildiriyle Macaristan’ın dördüncü anayasa paketine ilişkin endişelerini dile getirdi. Daha önce Macaristan’daki yeni basın kanunu ve yeni anayasa hakkında iki karar alan Avrupa Parlamentosu, 17 Nisan’da yaptığı özel oturumda milletvekili Rui Tavares’i bir rapor hazırlamakla görevlendirdi.

Nihai karar rapordan sonra
Parlamento’nun temmuzda oylayacağı raporun 2 Mayıs’ta açıklanan taslağı, paketin AB standartları ile uyumlu olmadığına hüküm getiriyor ve Fidesz hükümetinin raporda önerilen değişiklikleri yapmaması halinde Macaristan’ın Avrupa Konseyi’ndeki oy hakkının iptal edilmesini öneriyor.
Venedik Komisyonu’nun raporunun da önümüzdeki ay açıklanması bekleniyor. Avrupa Komisyonu nihai kararını almadan önce bu iki raporun açıklanmasını bekliyor.
Macaristan’a olası bir yaptırımın tek yasal dayanağı, kabul edildiği 2000’den bu yana hiç kullanılmamış olan AB Antlaşması’nın 7. Maddesi. Birlik’in ortak değerlerinin bir üye tarafından ciddi biçimde ihlaline yönelik açık bir risk bulunması halinde, bu üyenin Konsey’deki oy hakkı dahil AB Antlaşması’ndan doğan hakları askıya alınabilir.
Ancak, bunun için 27 üye ülkenin oybirliğinin gereği, Macaristan’a yaptırım kararı çıkmasını çok güç kılıyor. Zira hiçbir üye, gelecekte kendilerine karşı da kullanılabilecek bir yaptırım kararı alarak içtihat yaratmak istemiyor. Bunu bilen Orban, AB’yi sınamaya devam ediyor.