Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kentsel mekânların kullanımına ilişkin kararların kim tarafından, nasıl verilmesi gerektiğine ilişkin tartışmalar Türkiye ile sınırlı değil. Devletin gündelik hayatta en fazla görünür olduğu alanlardan olan kent yönetimi, Türkiye’nin yanı sıra demokratik ülkelerde de, yerel ile merkezi yönetimler arasında potansiyel bir gerilim alanı. Başbakan’ın İstanbul’da üçüncü bir havalimanı dahil birçok projeyi yerel yönetimi aşarak dayatması tartışılırken, Berlin’de de uzun zamandır süren bir havaalanı tartışması bulunuyor.
2008 yılına dek Berlin’de hizmet veren üç ayrı havaalanı bulunuyordu. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin ardından başkent olan Berlin’in ticari, siyasi ve kültürel öneminin artması sonucu mevcut havaalanları ihtiyacı karşılamaz olmuştu. Tüm kente hizmet verecek tek bir havalimanının siyasi sembolizmi de büyüktü kuşkusuz. Ancak işler planlanan gibi gitmedi. 2010’da beklenen açılış, kötü planlama ve uygulama nedeniyle tam dört kez ertelendi. 4 milyar avrodan fazla zarara yol açan bu gecikmelerin en sarsıcı olanı, 3 Haziran 2012’de beklenen açılışın, sadece 26 gün önce ertelenmesi oldu. Bu erteleme, Almanya için büyük bir prestij kaybı, mizahçılar için ise olağanüstü bir ilham kaynağı oldu. Açılış öncesi bakımı ayda 40 milyon avroya mal olan havaalanının bu yaz faaliyete geçeceği söylense de, artık kimse kesin bir tarih vermeyi göze alamıyor.

Havaalanlarının anası
Berlin’in havaalanına dair büyük tartışması ise 2008’de yaşandı. Eski havaalanlarının arasından kapatılmak üzere ilk seçilen, Tempelhof olmuştu. Tempelhof, Nazilerin ‘dahi’ mimarı Ernst Sagebiel tarafından tasarlanan, bir kilometreden uzun terminali ile Pentagon’dan sonra dünyanın en uzun binası olarak bilinen, ‘bütün havaalanlarının anası’ olarak kabul edilen bir yapıt. Rusların Batı Berlin’i ablukaya aldığı 1940’ların sonunda, ABD ve İngiltere savaş uçaklarının bir sene boyunca kent halkına havadan ulaştırdığı gıda yardımı da Tempelhof üzerinden olmuştu. Öte yandan, Nazilerin savaş uçaklarının yapımı için Tempelhof’un içerisinde inşa ettikleri fabrikada esir işçiler çalıştırılıyordu. Bu karmaşık geçmişi kimilerine göre havaalanının açık kalmasını gerektirirken diğerleri için kapatılma nedeniydi. Sağ partiler, merkezi hükümet, hava sektörü lobisi ve iş dünyası kent merkezindeki Tempelhof’un iş dünyasına hizmet veren bir VIP havaalanına dönüşmesini, Berlin’in belediye başkanı, sol partiler ve çevreciler ise kapatılarak park olarak kullanılmasını savunuyordu. Bu mesele sadece siyasetçileri değil, kent halkını da bölmüştü.

Merkel’in çağrısı
Tempelhof, 30 Ekim 2008’de kapatıldı. Havaalanının açık kalmasını isteyen kesimler kent genelinde 200,000 oy toplamayı başararak referandum yapılmasını sağlasalar da, yeterli katılım sağlanmadığı için sonuçlar geçersiz oldu. Kaldı ki, geçerli bir referandum yapılabilseydi ve sonuç kapatmaya karşı olsaydı bile bu ancak kent yönetiminin meseleyi bir daha ele almasını sağlayabilecekti. Berlin’in çevreci belediye başkanı ve yönetimi ise gürültü ve çevre kirliliği yapan, ekonomik olarak da zarar eden havaalanının açık kalmasına veya sadece zengin iş adamlarına hizmet verecek özel bir havaalanı olarak kullanılmasına karşıydı. Kent yönetimine ilişkin konularda merkezi hükümetin yetkisinin sınırlı olduğu Almanya’da, Şansölye Angela Merkel’in Berlinlilere referandumda havaalanını açık tutmaya dönük oy kullanma çağrısı da sonuçsuz kalmıştı.
Bugün Tempelhof, Berlinlilerin kullanımına açık devasa bir park. Bir zamanlar Amerikan uçaklarının indiği pistlerde kent halkı bisiklete, patene biniyor, uçurtma uçuruyor, festivaller düzenliyor. Piknik için ayrılmış köşede Türkiye kökenli göçmenler mangal yaparken küçük bahçelerde sebze yetiştiriliyor. Zaten ormanı, gölü, parkı bol olan bir kentin yönetiminin böylesi devasa bir alanı iş dünyasının ayrıcalığı yerine bütün kentin kullanımına bırakmış olması, tam da bugünlerde, İstanbul’un yönetimine ilham vermeli.